"Zaman akıp gidiyor dur demek olmaz
Sarılıp geçmişe avunmak olmaz
Ne sen kalırsın ne de ben bu dünyada
Umudun kaybedip pes etmek olmaz
Bütün geceler mecbur varır sabaha
Umudun' kaybedip pes etmek olmaz”
Tufan Kıraç'ın çok severek dinlediğim bir şarkısıyla giriş yaptım. Bizim genel anlayışımızla zaman kavramını çok güzel özetlemiş.
Zaman hızla akıp gidiyor… Yakalayamıyor, durduramıyor, tutamıyoruz.
Bıkmadan, usanmadan yorulmadan, ardına bakmadan sadece ilerliyor.
Bizim için zaman kavramları: Saniyeler, dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar, asır...
Güneşin doğup batması ile bir gün oluşuyor. Günün 24'te birine bir saat diyoruz. Saatin atmışda birine dakika, dakikanın 60'ta birine saniye diyoruz. Temel matematikte 10 ve 10'un katları kullanılırken saat için neden "60" sayısı kullanıyoruz?
Aslında zaman diye bir şey yok! Yani bildiğimiz anlamda yukarıda da değindiğim gibi akıp giden bir şey değil.
Zaman, bizlerin nesnelerin birbirlerine göre olan konumlarına, hareketlerine ve uzaklıklarına verdiğimiz isimdir.
Aslında ortada zaman diye bir şey yok. Saniye, dakika, saat, gün... Bunlar gök cisimlerinin hareketlerini anlamak için isimlendiriliyor. Dolayısıyla bildiğimiz anlamda zaman yok.
Gök cisimlerinin bazı hareketlerinin 60'a, 30'a, 24'e, 12'ye bölünmesiyle, kendi hayatımızı düzende, dengede tutabilmek ve kullanışlı hale getirmek için var.
Bilinen kayıtlara göre 60 sayısının tercih edilmesi Sümerlere dayanmakta.
Sümer inanışına göre 60 sayısı, Tanrı'nın sayısıdır. Çünkü 60 sayısı 1-2-3-4-5-6-10-12-15-20-30-60 sayılarına bölünebiliyor.
Çift rakamlı sayılar arasında bölen sayısı bu kadar çok ve kullanışlı başka bir sayı bulunmamaktadır.
Tüm bu "saniye, dakika, gün, ay, yıl...” diye isimlendirmeleri, bizlerin zamanı anlayabilmesi için yapılmıştır.
Zaman akıp giden bir şey değildir.
Tüm nesnelerin içinden geçtiği bir alandır; bu alana "Kuantum Alan" denir.
Kuantum alanında her şey tek bir anda tüm versiyonları ile var olmuş halde mevcuttur.
Her şey olmuş ve bitmiştir.
Bizler bu mevcudiyetler arasında düşüncelerimize, duygularımıza, seçimlerimize, titreşim düzeyimizde yani frekansımıza göre geziniyoruz.
Zaman algısı, bu gezinme halimizden kaynaklanıyor.
Birbiri ardına devam eden bir zaman yok. Çünkü zamanın derinliği ve niceliği yok. Sadece an vardır. Her şey çoktan olup bitmiş haliyle bulunmaktadır.
Tasavvufta zaman, Hz. Muhammed’in (sav) ruhunun yaratılmasıyla oluşmuş ve izafiyet teorisi ve kuantum zaman anlayışı ile benzerlik gösterir.
Zaman izafidir ve kişiye özeldir.
Zamanların farklılaşmalarının nedeni, hareketlerin farklılaşmasıdır.
Zamanın sahibi Allah'tır.
Her şey "AN"dan ibarettir.
Zamanın varlığı yoktur ama kainattaki varlıklar ve olaylarla bağlantılıdır.
‘An'ın hızlandırılması ile bizim algımızdaki zaman oluşur.
Allah'ın, evveli ve ahiri biliyor olması bu zamansızlıkla ilgilidir.
Tasavvufta zamanın ilerlemesi, değişimden geçmektedir.
Sufiler kendi içlerinde tecelli eden Allah'ı, zaman ve mekan içinden çıkarak, zamanı aşarak Allah'a ulaşmak isterler.
“Seyr-i Sülük”te “nefsin 7 mertebesi” diye adlandırılan kapılardan geçerler bir bir, en son hakikate vardıklarında zamansızlığa ulaşırlar ve “Tayy-i Mekan”, “Tayy-i Zaman” (mekanda, zamanda yolculuk) yapabilirler.
Sufilere göre insanların görevi “AN”ı değerlendirmektir.
İbn Arabî Hazretleri, insanın elde edeceği ilahi tecellinin de geçmişte veya gelecekte değil, içinde bulunan anda olacağını belirterek şöyle der:
“Geçmiş ve gelecek ile ilgilenmek, insanı olması gerekenden alıkoyan ve yoran perdelerdir. İnsan vaktinin oğludur, ne geçmiş ne de gelecek zamanın oğludur. Bununla beraber insan, geleceğe niyet edip geçmişi hakkında temennide bulunabilir. Fakat bütün bunların hepsini şimdiki zamanda yapar. Bunun nedeni insanın geçmiş ve gelecek zamanda değil şimdiki zamanda olmasındandır.”
Necip Fazıl Kısakürek ‘zaman'ı çok güzel anlatmış:
“Zamanın dışında hiçbir şey yok. Zamanın dışına doğru tırmanmak isteyen tek şey var o da ‘ruh’. Çünkü o zamansızlık aleminin hatıralarını taşıyor. Farkında değil. Tasavvufta zaman, bir varlık bir yokluk şeklinde takip eder birbirlerini. Var oldum. Yok oldum.”
Farkında değiliz.
Sahi bu dünyaya neden gelmistik?
Unuttuk… Aldatıldık...
Oysa yapmamız gereken tek şey; "AN’, “AN" diye atan kalbimizi "AN”lamaktı.
.
Zübeyde Kızılyer Aslan, dikGAZETE.com