Bigudilerin yer değiştirdiği kafasını yastıktan zor kaldırdığı yetmiyormuş gibi terliklerini sürüyen üst kat komşusu ‘Nahiye’nin arada kopup duran kasetinin hangi yüzünde olduğunu tahmin ederek, onlar için cefakarca çalışan ve sabahları yumruk yemiş gibi kalkan sevgili kocası için çay suyu koymaya mutfağa gitti…
Kapıcı, ekmeği ve avuç içi kadar beyaz peyniri kapıya asmış mı diye baktı…
“Mutlu-mesut yaşıyoruz çok şükür” diye düşündü; içini neşe doldurdu.
Yeni yılın ilk günü, hava da ocağa göre hayli sıcaktı…
Firuzan bunu hep yapardı…
Hayret!..
Hayret etmezse yaşayamazdı.
Anlamadığını soğuk bulanlar…
Bunu anlayabilir miydi!
Hayat, tıkanan lavaboydu kimi için…
Duygularından kaçmayı, geceye borçlu olanlar…
Aksini yapmanın stabilliğinden çıkabilseydi keşke.
Keşke içini mutlulukla doldurmak, gelen faturaya rağmen!..
Son kalan ağrı kesici hapın, elinden fırlayıp kanepenin altına girmesi gibi…
O olmazsa olmaz şeyleri ayırabileydik.
Tek kültür olmuş dünyanın neresine gidersen git, seni tepeden tırnağa süzecekler!
Eline bir fincan kahve tutuşturacaklar ve çalışmanı isteyeceklerdi; tekrar kahve alabilmen için…
Yapamadığın her şey için sızım sızım sızımlanman gerektiğini çağ buyurmuştu bir kere.
Camın önünde bir kumru, geceden bıraktığı ballı ekmek kırıntılarını yedi…
“Bazen” dedi Firuzan; “bazen insan ne çekerse kafasından çekiyor!”
Mucizeler gerçekten var mıydı!
Çayın buharı, avuç içi peynir, sıcak ekmek..
“Söyle Firuzan” dedi;
-Yeni yılı yesen kime bişey olmazdı.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com