Yalancı Çobanlar, Çıplak Krallar
Her şeyin karmakarışık olduğu bir çağda, at izi it izine karışmış, yaşayıp gidiyoruz.
Kendimizi, sevdiklerimizi, yurdumuzu, halkımızı sağdan-soldan, yerden-gökten sürekli fışkıran fitneden korumaya çalışmak ve daha iyi günler için emek vermek yolunda yürümek, artık düne göre biraz daha zor…
Mirzabeyoğlu, “senden bir tek şey istiyorum, biricik şey; samimiyet” der.
Dostlukta ve düşmanlıkta riyasızlık.
Sanırım ahlaklı bir insanın temel vasfı bu. Zaten huzurlu bir dünyanın, hayatın şartı da bu.
Bir şeyleri etiketli, “laci giymiş” veya astragan kalpaklı, askeri üniformalı insanlar söylediği için, olduğu gibi kabul etmemiz bekleniyor.
Çok diplomaları var, Latince terimler kullanıyor, gözlük takıyor, bilgiç bir surat taşıyorlar diye…
Veya Çeçen, Kafkas asıllı, yana yatık kepli, eski veya yeni asker oldukları için…
Hak, hukuk, özgürlük, insan hakları diyorlar.
Milyon dolarlık silah ve ilaç pazarları şenlensin diye canı cehenneme sürüklenen gencecik çocuklar…
Onların özgürlük dediği, kadınlaşmış erkekler, metalaştırılmış, ruhu yok sayılmış çocuklar, kadınlar.
Veya ölüme çağırılan ama karşılığında halkına ne bırakacağı da bir türlü netleştirilmemiş insanlar…
“Bu iki konuyu nasıl aynı yazıda anlatıyorsun, neyi benziyor” diye sorarsanız, dolaplar dönüyor.
Mesele bu!..
Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor, gerçek niyetlerini gizliyor ve insan hakları ve özgürlük adına bu yalanlara inanmamızı istiyorlar.
İtiraz edince “yoz”, “özgürlük karşıtı” oluyoruz.
Sorgulamamız bile istenmiyor!..
Samimiyet…
Dürüstlük…
Bu, bu çağda hakikaten olmayan bir şey mi?
Geçenlerde 19 yaşında “Kadirov polisi” olmuş, Ukrayna'ya gönderilmiş Yasin Halitov adında bir genç ayrılmak istedi, bildiği herşeyi “1Adat”ın lideri İbrahim Yangulbayev'e, kimliğinin gizli kalması ve can güvenliği sağlandıktan sonra paylaşılması talebiyle anlattı.
Yangulbaev söz verdi ama sözünü tutmadı.
Yasin kayıp!..
Kendince yargılamış ve canını umursamamış, bu tamam. Ama yalana gerek var mıydı?
Bıyıkları kazınmış, sakallı, ayetlerle konuşan bir adamın sözünü tutmaması, üstelik 19 yaşında bir çocuğa karşı tutmaması hangi ilkeyle izah edilebilir?
Peki bu saatten sonra hangi Çeçen polis, asker, Kadirov'dan kaçmaya cesaret edebilir?
Pişman olsa ve vazgeçse bile nereye, kime güvenip sığınabilir?
Aynı samimiyetsizliği Avrupa'da da görürsünüz.
Polonya, bir Dağıstanlıyı daha iade etti, Almanya iadeye hazırlanıyor. İngiltere, Kadirov’un elindeki vatandaşının akıbetini merak bile etmiyor.
Hani siz Rusya'yla savaşıyordunuz, hani bizi Ukrayna, Avrupa uğrunda ölmeye çağırıyordunuz?
Tam olarak ne görüyorsunuz bizi?
Köle?
Özgür Rusya Forumu’nun Çeçen, Dağıstanlı temsilcileri ha bire tabur kurmaya, asker toplamaya çabalarken, niçin iade edilenler için bir şey yapılmıyor?
“Telegram kanalı” üzerinde ordular kuruluyor, sosyal medyada komiteler, “özgürlük için savaş” ilan ediyor.
Arıyorsunuz, bir temsilci bile yok!..
İnsanlar her an Çeçenya'da, İnguşetya'da bir savaş olacak sanıyor ama orduların ilanı var, kendi yok.
Yarın gerçekten bir şey olsa, tereddüt edecek halk.
Yalancı çoban misali “aman canım, sadece bir twit” deyip geçecekler.
Niçin yapıyorsunuz bunu bize?
Gerçekten coşkudan, heyecandan düşünemiyor musunuz?
Biz kime güvenelim, kime inanalım?!
Eğer sizin bariz aldatmacanıza kanmamak korkaklıksa, yozluksa, sonu belirsiz bir yolda ölmemek cesaretsizlikse -ki değil, yine yalan söylüyorsunuz-, “ardımdan yürü ve sorma” diyorsanız, diploma, etiket ve üniformanıza rağmen şantajınıza boyun eğmeyeceğiz.
Ve halkların tarihi, bu cesareti yazacak.
Koskoca bir sahneleme, göz boyama, istediği dünyayı kurup sefil bir hayatı dayatma adına korkutarak, zorlayarak, aldatarak insan hayatına kast etme hususunda, sandığınız kadar başarılı bir performansınız yok!
Burada, istemeden, yanılarak, şaşırarak hata yapmış olanlara da şunu söylemem gerekir; samimiyetle konuşun; Cahar'ın, Ardzinba'nın yaptığı gibi.
.
Ülkü Menşure Solak, dikGAZETE.com