Bir gösteri sanatçısının toplumdaki olayları acı ve haksızlıkları ve tabii mutlulukları yansıtması o role girmesi ve bunu gayet güzel yapması, bize bir daha yaşatması, performansının çok iyi olduğunu gösteriyor ve o kişi, o denli iyi oyuncu sayılıyor.
“Aslında söyleyeceklerim bu kadar!” demek isterdim; çünkü sadece bu bile hayatı anlayış biçimimizi gösteriyor.
Çünkü bu gösteriyi önce senarist yazıyor; olmadı ekip kuruyor, sonra bunu teknik olarak görsele yansıtacak bir yönetmen işe dahil oluyor; çünkü tüm oyuncular yönetmensiz olduklarında seçilmiş ve kabul etmiş oldukları rolü tam manası ile işleyemiyor.
Bu da yetmiyor, yaptıkları bu, bizi bize oynamasını alkışlayanların çok olması için ellerinden geleni yapan şirket ve kanalların…
Kimi kime daha iyi gösterdiklerini belirlemesi gerekiyor ki kazanca dönüşsün.
Kitle de kendisini kendisine satanları alkışlıyor.
Bunu güzel ve hakikate uygun yapanlar ve daha çok rağbet görenleri alkışlıyor, sıkı takipçisi oluyor.
Kendini yerine koymalar, kendinden bir şeyler bulmalar bitmiyor.
Böyle sürüp gidiyoruz.
Bunu alın daha yukarıdan, aitlik duygumuzun olduğu her yere monte edin ve kendinizi seyredin.
Siyasete, sosyal hayata, işe-güce, ilişkilere, sektörlere…
Yeni bir şey istediğimizden hiç emin olmadığımızı düşünüyorum.
Yeni bir şey sandığımız şey, “bizi yansıtmayan oyunculuklara, eski kalıplarımıza ve bize uygunluğa göre ol, alışılmışın dışına çıkma” dememiz aslında.
Yeni bir şey ancak kendimiz değiştiğimizde bize satılacak. Ancak biz ve ait olduğumuz toplum dönüştüğünde başka bir şey izleyeceğiz.
Bizi eğitmeye kalkan, bizi dönüştürmeye kalkan her şeye direncimiz, kıramadığımız zincirlerimiz yüzünden takılıp kalmışlıklarımız nedeniyle…
En büyük düşmanımız.
Burada atladığımız şey…
Kendi kendimizi izlerken karmaların devrede olması…
Onları ödemeye devam ettiğimiz için hayatı ıskalamamız,
borçları öderken birikim yapamamak...
Kesilmiş faturalardan memnun olmayanların çıkardıkları kavgalar gibi bize, tükettiklerimizin listesi sunulana değin veya cezamızla yüzleştiğimizde…
İdrak edebildiğimiz…
Ya da hiçbir zaman akıllanmayan süper varlıklar olarak yaşama zorunluluğu.
Diğer kavga sebebi olan “ben anladım, sen anlamadın” söylemine hiç girmeyeceğim zira kişinin söylediği bilmediğidir; nasıl söylediği ise oyunculuk.
O yüzden bizi bize izletenler, bizi bizden çok düşünenler olmadı; “senin yüzünden ben de mutsuzum” diyerek çocukluk yapanlar, durumu kullandıklarını fark edene değin olgun ve karmasını alanlarca büyük bir sabırla izlemenmeli.
Ve hallerin insanlar arasında döndürülüp durduğu ayeti mucibince sıramızı beklemeliyiz.
En büyük devrim, kişinin içinden, tutsaklıklarından, bilincinden arınması.
Salt ve büyük sevgiye ulaşmasıdır.
“Kendini aşmak” dediğin olsa olsa budur.
Takip ettiğim iki dizi var.
- Bakalım bu hafta hangisi beni bana gösterecek!
En sevdiğim gösterecek.
En beni onaylayan, en hiç olmadığımı da peşine ekleyerek özendiren, en iyi kostüm, en iyi oyunculuk, en iyi senarist, en iyi yönetmen...
Perde kapanana değin.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com