Toplumumuzda dine bakış açısından şöyle bir sosyolojik ayrım var: "Muhafazakar Müslümanlar” ve "Laikler".
Birinci grup “Din, hayatın her alanında olmalı” diye düşünenler, diğeri “Din, Allah ile insan arasında bir vicdan işidir; toplumsal hayata, kamuya dini karıştırmamak gerekir” diyen Müslümanlar ki bu da bir din anlayışıdır ve saygı duyulması gerekir; bütün anlayışlara olması gerektiği gibi.
Son dönemlerde ikinci grup, burnundan kıl aldırmazken diğer gruba herkesin “şamar oğlanı” gibi laf söylediğini görüyoruz; artık herkesin bizim din anlayışımız, yaşantımız hakkında ahkam kesmesinden bıktık.
İşin vahim yanı, muhafazakâr Müslümanların da bu söylemleri sahiplenip “Ama haklılar!..” demeleri...
“Bu nasıl Müslümanlık; bebek mevlidi yapıyor lüks içinde!..”
“Bu nasıl Müslümanlık; tesettürüne bakın!..”
“Bu nasıl Müslümanlık; baskı altındayken ne güzel takvalıydık; şimdi özgürlük bizi bozdu, biz de dini bozduk!..” gibi söylemler herkesin dilinde maalesef...
Başörtülü ilahiyatçı olunca sanki 'melaike' olduk.
Bir seferinde, bir öğretmen arkadaşım, trafik kazası geçirdi arabasıyla.
Karşısındaki tesettürlü bir hanım, kendisi 'açık' ve konu trafik kuralları ama kurduğu cümle şu; “Bir de başörtülü olacak!..” bunu ben duymayayım diye fısıltıyla söyledi ama maalesef duydum…
Biz başörtülüyüz, ilahiyatçıyız diye kimseden daha üstün takvalı, ahlâklı olduğumuzu iddia etmiyoruz.
“Başı açık olanlar bizden daha ahlaksız!..” -haşa- falan diye düşünmüyoruz. Ama bizler, en ufak bir hatada, kusurda hemen çok acımasızca eleştirilip kınanıyoruz.
“Özgürlükten anlamayan, baskı altında dini yaşayan…” demek ne ağır bir hakarettir...
Yıllarca hep şöyle kınandık: “Başındaki örtüden utan!.. Bir de başörtülü olacaksın!.. Bir de İmam Hatipli İlahiyatçı olacaksın!..” şimdilerde bir de “Muhafazakar AK Partili geçmişin mağduru” olacaksın!..
“Özgürlüğü görünce azıttın!..” vb. söylemler, kimsenin haddi değil.
Biz kimseyi “Başın açık!.. CHP’lisin… Dinsizsin!…” ve benzer şekillerdeki söylemlerle yargılamıyoruz.
Haddimiz de değil.
Ama aynı saygıyı bekliyoruz.
“28 Şubat’ta baskı vardı; biz daha dindardık… Oh ne güzel, şimdi özgür olduk, dini bozduk” demek bize bir şey katmaz.
Herşey değişiyor; din anlayışı ve yorumları bundan müstağni değil.
Bu kınanacak bir şey değil...
Dini anlama, yorumlama, yaşama şeklinin ve tercihlerinin eleştiri ve kınamaya açık hedefler olarak gösterilmesi rahatsız edici.
Ve dindar Müslümanlar’ın, dini doğru yaşaması için “baskı ve yasakları hakettiği” söylemi çok aşağılayıcı bir söylem…
Ve biz, kendi kendimize şunu itiraf ediyoruz; “Bizler baskı altında, saldırı anında, samimi ve takva ehli oluruz; rahata erince dini tahrif eder heva ve hevesimize uyarız…”
Bunu söyledik ya da bu bize söylendi ki artık önüne gelen her fırsatta bunu söyler oldu...
Ne oluyor sonuçta, insanların dine bakışı, dindarlara güveni ciddi anlamda zedeleniyor.
Biz ilahiyatçılar, kimsenin din anlayışını, görüntüsünü eleştirmiyoruz.
Sadece bildiğimizi, öğrendiğimizi söylüyoruz.
“Laik kesim”, hiç bir dönemde kendi inanışına, yaşantısına laf söyletmezken, başkalarının din anlayışını eleştirme haklarının olup olmadığını düşünmeli.
Bizleri eleştirenlere hak veren arkadaşlar! Hadi buyrun, bir eleştiri cümlesi kurun siz de onlara; bakalım nasıl tepki verecekler?
Hadi buyrun; “Yılbaşı kutlamak, millî piyango, içki içmek, gayri müslimler gibi eğlenmek günahtır; bir de Müslümanım diyorsunuz!.. Bu nasıl Müslümanlık…” deyin bakalım başınıza neler geliyor!..
Yükselen maddiyat ile çöken maneviyat değil, bizi şimdi acımasızca eleştirenlerin derdi.
Biz 28 Şubat’ta manevi-maddi çöküntü yaşarken, bize bunları yaşatanlar hakkında tek kelam etmeyenlerin, şimdi bizim maddi-manevî ahvalimiz hakkında laf etme hakları da olmasa gerek.
1990'lı yıllarda İlahiyât okudum.
Mezun olduğumuzda, Ecevit Hükümeti’nin bizi “İrticacı” diye kamuya almadığı, atanmak için sınıf öğretmenliği sertifikası alanlara baktılar ki “İlahiyât mezunları sınıf öğretmeni olarak kamuya sızıyor!..” bizden sonraki mezunlara sertifika verilmeyen, yüksek lisansa devam edip, akademik kariyer planlarken, kendini özel bir kolejde ana sınıfına ilahi öğretirken bulan kuşaktanım.
Öyle bir zaman ve zemindeyiz ki…
İmam Hatip ve “İlahiyatçı” olduğumuzu bir dönem, kadro alamama ya da işinde yükselememe gibi endişelerle gizlerken, şimdi de “Acaba makam-mevki için bu kimliği ön plana mı çıkarıyor” derler diye gizleyenler olduğunu görmek, çok kaygan bir zeminde olduğunu hissettiriveriyor insana...
“Laik kesim”le iyi ilişkiler kurup, onların hoşuna giden bir din anlayışına sahip olur, takdirini kazanırsak "Light ilahiyatçı" oluruz. Tarikat ve cemaatlerin bir kısmı tarafından aldığımız eğitim bir işe yaramayan, laik ve ılımlı islam düşüncesine hizmet için çalışan bir zümreyiz biz.
Yeri geldiğinde din hakkında sorular sorulan, yeri geldiğinde "Bizim dinimizde ruhban sınıfı yok, neden kendinizi bu konuda tek söz sahibi görürsünüz ki" denilen bir zümreyiz aynı zamanda.
Alternatiflerimiz çok, bizim alanda herkes söz sahibi.
Böyle yakınırken bir hocam dedi ki, "Bu sadece bizim alana has değil, mesela alternatif tıp da var".
Doğru, ancak alternatif tıp, hata yapınca en fazla birkaç kişinin sağlığı bozulur, ancak bizim alanda hata çok tehlikeli..
Yanlış din anlayışı, tepemize bomba yağdırdı, maalesef!..
Kimi zaman medreselerle kıyas ediliriz, “Medreseler denetlesin…” diye öneriler duyarız; “Medrese modeli başarılı olsaydı Osmanlı çöker miydi” diye düşünmeden.
Biz ötelenmiş, ve otel kapılarında, “Türbanlılar ve evcil hayvanlar giremez!..” yazısı görmüş insanlarız. Buna rağmen yakıp-yıkıp, dağa çıkıp kimseye düşman olmamış insanlarız da...
Gelin hep beraber kolkola söyleyelim şarkılarımızı; ezgiler değişir, kardeşlik bâki..
IRMAĞININ AKIŞINA ÖLÜRÜM TÜRKİYEM..
GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ GÜNEŞLİ GÜNLER..
Hepsine eşlik edelim, hep beraber..
.
Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com
Nihal Kıran 5 yıl önce
5 yıl önce