Bir kaç bölüm halinde sürecek bu yazı serisi ile Türkiye’de son zamanlarda konuşulan Libya'daki durumu aktarmaya çalışacağım.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Anlaşması ve Libya’nın bugünlere nasıl geldiğine dair ince detaylar var.
Ve artık, bu son dönemde, Türkiye'de çok konuşulan Libya konusuna bir açıklık getirme vakti geldi.
Nedir Libya'nın önemi, üzerinde kimler ne amaçla plan yapıyor, kimler kimlerle savaşıyor, kim zafere daha yakın ve bu günlere nasıl gelindi?
Bu tür soruların her birinin cevabını bulacaksınız.
Libya, Kral İdris'in Albay Muammer Kaddafi liderliğindeki darbeyle devrilmesinden 2011'deki iç savaşa kadar Arap dünyası ve Kuzey Afrika'nın en sıradışı ülkelerinden biri oldu.
Özellikle kurduğu muazzam sosyal devlet yapısı ve Kaddafi'nin halkçı politikaları sayesinde...
Libya, Arap dünyası ve Ortadoğu'nun görece en müreffeh ülkelerinden biri oldu.
Tabii bu refahın bir bedeli de olacaktı.
Neticede bu refah, petrol ve doğalgaz tesislerinin devletleştirilmesi ve yabancı sermayenin tasfiyesi ile yaratıldı.
Şirketleri ve onları bekleyen askerî üsleri devrim sonrası Kaddafi tarafından Libya'dan kovalanan Batılı ülkeler, Kaddafi'nin baş düşmanları oldular.
Sosyalist önderin vurduğu darbe sonrası, Libya'da kurdukları bütün düzen çöken Batılılar, o gün bir şey yapamadı. Ama intikam gününü beklemeye başladılar.
Libya'nın serüvenini incelerken, bugün sahadaki en önemli aktör olan General Hafter'in ilk ortaya çıktığı yıla da özellikle bir parantez açmak gerekiyor.
Bu 1986 yılıdır.
Darbede Kaddafi'nin yanındaki askerlerden biri olan Hafter, Çad ile yapılan savaşta da cephedeydi.
Çad kuzeyindeki zengin uranyum yatakları için yapılan bu savaşta, uçaksavar yüklü Toyota pick-uplarla savaşan Çadlılar, Fransız ordusunun da desteğiyle eski model Sovyet silahları kullanan Libya ordusunu yenilgiye uğrattı.
“Toyota Savaşı” olarak Ortadoğu literatürüne giren olay budur.
Fransız istihbaratının verdiği destekle Çadlıların pususuna düşen ve esir olan Halife Hafter, bu tarihte Kaddafi ile ilişiğini kesti.
Çünkü Kaddafi, Çad'da uğranılan yenilgiden Hafter ve sahadaki askerleri sorumlu tuttu ve onları vatan haini ilan etti.
Hafter, bu tarihte ABD'ye gitti ve Kaddafi rejiminin en amansız düşmanlarından oldu. Ama düşmanlığı sanıldığı gibi ideolojik değil kişisel nedenlerledir.
Hafter, kendini satılmış addetti ve intikam için fırsat kollamaya başladı.
Yıllar yılları kovaladı, 2010 yılında Tunus'ta düğmeye basıldı ve "Arap Baharı" patlak verdi.
Protestolar ve kanlı olaylar büyük bir hızla Mısır, Suriye, Bahreyn ve Yemen'e sirayet etti.
Ve tabii ki Libya'ya…
Batılı istihbarat servisleri, Katar ve Türkiye'nin desteklediği isyancı gruplar, Muammer Kaddafi'yi 20 Ekim 2011'de Sirte'de ele geçirip öldürdü.
Düzenli Libya ordusunun yıkılması ve Kaddafi'nin düşmesinde, NATO önderliğindeki emperyalist terör müdahalesinin de büyük etkisi oldu.
Gemiler ve uçaklardan yapılan, Türkiye'nin de destek verdiği saldırılar, Libya ordusunun belini bükerek Kaddafi'nin düşüşünü hızlandırdı.
Bu müdahale nedeniyledir ki bir zamanların müreffeh Libya'sı artık 5'e bölünmüş, terör ve asayiş sorunlarının kol gezdiği bir cehenneme döndü.
Bunda Türkiye dış siyasetinin de ABD katarına katılıp bu yıkıma katkı vermesinin de büyük payı vardır.
Eğri oturup doğru konuşalım.
Dışişleri Bakanlığı döneminden itibaren Ahmet Davutoğlu siyasetinin kotardığı bu iş yüzünden Libya'da bugün hâlâ kan akıyor.
-devam edecek-
.
Yasemin Bağoğlu, dikGAZETE.com
Sibel Giritlioğlu 5 yıl önce