
TÜRKİYE’DE İRAN ALGISINI YENİDEN DÜŞÜNMEK II
Türkiye’de, İran denilince akla teolojik kökenli hareket kabiliyetine dayanan devlet hamleleri gelmektedir. İran, geçmişi, sosyolojik dokusu, siyasal sistemi ile ele alınınca kendine özgü bir coğrafya olarak karşımıza çıkacaktır. Çeşitli referans kaynaklarıyla ifade edilen; “Şia, 4 büyük mezhep dışındadır” söylemi, Sünni toplumlarda oldukça yer edinmiştir. Türkiye’nin devlet çıkarı gereği bölgede sınırı olan en büyük rakibinin İran olduğu söylenebilir. İran’da ciddi nüfusun Türk kökenli olmasının avantajı ekarte edilerek biçimlendirilen dinamik politikalar, Türkiye halkında da “gerekli” hassasiyeti oluşturmaktadır. Türkiye’de İran ‘devlet’ olarak tanımlanmalıdır. İran’a yakın veya uzak odakların duygusal durumları, tarafsız, net ve gerçeklikten kopuk bir tanımlamayı beraberinde getirmektedir.
İRAN’IN GÜÇ ODAKLARI…
İran’ın en büyük kozu, devletten halklara ulaştırılan sistemin karşılığıdır. İran, Lübnan, Filistin, Suriye, Yemen, Bahreyn, Irak’ın yanı sıra dünyanın çeşitli yerlerinde bazı sağ partilerin baskısı altında kalan grupların sempatisini kazanmıştır. Ortaya çıkan bu ağın çeşitli nedenleri vardır; İran devrimine etki eden komünist düşüncenin emperyalizme olan tepkisi ve teoloji.
İran, devletten devlete ulaşan bağın ötesinde direkt halka dokunmayı seçen bir siyasal yapıyı tercih etmektedir. Bunun gerekçeleri, Merci-i taklidin bulunması, Filistin’e olan hassasiyet gibi etkenler sayılabilir.
İran’ın askeri gücü olarak çeşitli kurumları örnek gösterilebilir. İran silahlı kuvvetleri, İran istihbaratı ve Devrim Muhafızları Ordusu. İran’ın dışa açılan kapısının yumuşak gücü İran Kültür Merkezleri olarak lanse edilen kurumlar olarak değerlendirilirken, sert gücü ise DMO’dur. Devrim Muhafızları Ordusu içerisinde yer alan Kudüs Gücü’nün faaliyetleri, İsrail ve ABD karşısında duran yerel unsularla işbirliğini arttırmaktadır. Özellikle ABD-İsrail ortaklığı ile suikasta uğrayan Kasım Süleymani, ortadoğuyu ciddi anlamda analiz edip, saha deneyimi olan bir aktör olarak belirtilebilir. Süleymani’nin ölümüyle doğan boşluk doldurulamasa da İran’ın çalışmalarına bakıldığında alandan vazgeçtiği görülmemektedir.
KESİŞEN VE AYRIŞAN BÖLGELER…
Türkiye’nin, komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirme süreci Cumhuriyet’in ilanından bu yana çeşitli paktlarla kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Irak, Suriye ve İran gibi kara sınırı olan ülkelerden gelebilecek tehditler, sınır genişliği ve sosyal dokuyla ilintilidir. Yunanistan ile olan çatışma ikliminin tezahürleri, Suriye’de yaşanan gelişmeler kadar kendisini hissettirmemektedir. İran da aynı minvalde değerlendirilirse, her hareketin Türkiye aleyhine sonuçlarını tartışmaya açmak yerinde olacaktır.
İran’daki eyaletlerin “bağımsızlık” gibi karışıklıklara neden olacak gelişmelerden en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye’de İran’a yakın olan grupların, sürece dahil olmasıyla bölgede istenilen ateşin kıvılcımları da doğal olarak oluşacaktır. Suriye, Irak, Kuzey Irak ve hatta Yemen’de ayrı taraflarda yer alan iki ülkenin Filistin’e olan bakışlarında anlaştıkları fakat ayrı hareketlerle temas kurdukları görülmektedir.
YENİ ARAYIŞLAR VE İLİŞKİLER…
Dinamik coğrafyada yeni arayış biçimleri gereklilik arz etmektedir. İki tarafın tatlı-sert çekişmesinin yanında zaman zaman dozajın değiştiğine tanıklık edilmiştir. Bir yanda NATO üyesi ve ABD ile müttefik ilişkilerine sahip Türkiye, diğer tarafta ABD’nin koyduğu yaptırımlarla nefes alma yolları arayan İran’ın “Küresel Köy” haline gelen dünyada eksen tartışmalarına kapıları kapatmaları gerekebilir.
Duyarlılık söz ile değil kök ile de örtüşmelidir. Türkiye’nin sosyalist rejimlerle olan münasebeti bu alanı kısır bırakmaktadır. Diplomasi sahasında Türkiye ile İran’ın renkleri farklıdır. Ayrı renklerde olan ülkelerin ortak kümesi ise inançtır. Ortak paydanın geliştirilmesi; reddetmek üzerine ya da benimsemek üzerine değil, algılamak üzerine inşa edilmelidir. Coğrafyaların oluşturduğu mozaik, tahrip edilmeden yürütülecek süreç beraberinde kazanımlar getirebilir.
SONUÇ…
İran’ın dış politikada ortaya koyduğu değerlerin, her seferinde Şer’i kanunlara götürülmesine gerek olmayabilir. İran, kökleri güçlü olan devlet geleneğine mensuptur. İran’ın her adımı “dini yükümlülük taşır” algısı ne kadar tartışılırsa her yaptığı “düşmanca ve Müslümanlara zarar verir” algısı da o şekilde tartışmaya açılmalıdır. İran’da da durum benzer örneklerle açıklanabilir. Türkiye ve İran orta yollu irdelenirse uçtaki kutupların keskinliğinin diplomasiye etkisi de azaltılmış olacaktır.
.
Mahmut Muslihan, dikGAZETE.com
Türkiye’de İran algısını yeniden düşünmek 1
https://www.dikgazete.com/yazi/turkiye-de-iran-algisini-yeniden-dusunmek-1-7026.html