Bugün insan benliğiyle buluşmalıdır.
Geçmişe yolculuk yapmalıyız ki bugünkü gayemiz ortaya çıksın. Ekonomik alt yapıyı çözümlemiş ve tarihsel geçmişiyle bir doktrin sunmuş olalım.
Tarih, coğrafyayla eşgüdümlüdür.
Coğrafya, sunduklarıyla insanoğluna büyük imkanlar tanımıştır.
İmkanları değerlendiren insanoğlu, yerleşik hayatın tüm portföylerini sergilemiştir.
Bunların başlıca dinamiklerinden bir tanesi insan-devlet-estetiksel uzmanlık portföyüdür.
Bizler bu portföyü benliğimiz olan Türk Ahiliği ile kazanmış durumdayız.
Tarihe not düşecek olursak bizim esnaf, zanaatkarlar ve kefalet odaları, bu geleneğin içinden gelmektedir.
Usta-kalfa-çırak ilişkisi, toplumumuzun can damarıdır.
Türk ekonomisi yeri gelmiş Türkçü devlet geleneğiyle dağdaki demiri eriterek, yer yer coğrafyanın karşılıksız sunduklarıyla, bir zaman gelip çattığında ise yetmeye çalışırken yetinemeyen toprak-sanayi-iş gücü ile karşılaşmıştır.
İnsan, dünyaya geldiği andan itibaren sorumluluk bilinciyle hareket eder.
Bebeklikten, yaşlılığa kadar hayat, bedensel ihtiyaç ve ruhsal motivasyonun gerektirdiği eylem silsilesindeki tepkisel sonuçlardır.
Tepki hayat, sonuçları ise hayatta kalmaktır.
Doğanın kanunları, her zamanki gibi insanı zor şartlarda bireyselleştirirken bir yandan da hayatın idame noktasında sosyo-ekonomik acı gerçeklerle yüzleştirmektedir.
Geçim kaynakları insanın dünyada ürettiklerinin karşılığıdır.
Ürettikleri kadar insan var olur.
Var olmak, hayatta insanın manasıdır.
İnsan çalıştıkça, kendini deşarj eder. Deşarj olan insan verimli insandır.
Toplum, verimli ve işleyen yıldızlarla yükselir.
İnsan, toplumu ekonomisiyle ihya eder. Eğer bir toplumda parlayan yıldız (katma değer katan insanla), toplum ekonomisi (güçlü toplum- güçlü cüzdanlarla), mutlu bir toplum (üretken kitlelerle) oluşur.
Bu üçgenin bozulması halinde; tembel, hantal, şuursuz, bilinçsiz, gayesiz ve ruhsal olarak çökmüş profiller karşımıza çıkar. Profillerin karşılığı işsiz bireylerdir.
Devletler, “millet-devlet” anlayışından dolayı vatandaşların çıkarlarını gözetmek zorundadır.
Sağlıklı milletler, sağlıklı devletlerden geçer.
Bir bireyin sağlıklı hayat geçirebilmesi için refah şartlarının yaşam düzeyiyle aynı olması gerekir.
Toplumu ekonomik açıdan ayakta tutacak finansal bir omurgaya ihtiyacı vardır.
Vatandaş, bankayı ihya eden büyük gelirlerinden (faiz fonundan) vazgeçmeli, piyasaya sıcak parayı aktarmalıdır.
Döviz kuruna bağlı olarak çalkalanan borsaları, firmalar açısından negatif yansımaları yaşanmaktadır.
İktidarlar söylemlerle değişen kurlarda, piyasaya giren ürünün döviz bazında olduğunu unutmamalı, vatandaş, esnaf ilişkisini düşünmeli, yansıyan rakamların vatandaşın cüzdanına, esnafın aylık kazancına önem göstermelidir.
“KDV”, “ÖTV” ve enflasyon ekseninde toplum şartlarına göre vergi uygulamaları getirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki:
Devlet ve özel sermayenin çıkarlarının buluşmaması dış sermayelere hem gebe kaldığımızın hem de kendi kamburluğumuzda yaşamak zorunda olduğumuzun bilincine varmalıyız.
1- Bilinçli vatandaş ekonomisinin benliğine kazandırması gereken kelimeler:
Tükettikçe kazanan değil, ürettikçe kazanan, parayı erittikçe değil, parayı arttırdıkça değerli kılan…
2- Bilinçli devlet ekonomisinin iktidarlara yansıması gereken kelimeler:
Katma değer vergisinin, katkısız sermaye vergisine dönüşmemesi…
3- Devlet mekanizması, tüm bu dediklerimizi gözetmediği taktirde, ekonomik sistemler çökmeye meyillidir. Çöküşün sonucu kitlelerin mesleklerini kaybetmesidir (işlerini). Hatta yok olmaya yüz tutmuş ve açığı bulunan meslek dalları karşımıza çıkan en büyük acı gerçektir
4- Ülkemizin eşitsiz gelir dağılımı, büyük sermayenin eriyişi, eriyen vatandaşın yeni mesleği işsizlik (işsizlik maaşı, işsizlik fonu, İş kurun ülkemizde ki işsizlik politikaları).
Küçük hesaplar yapanlar küçük hesaplarda boğulur. “Büyük olsun, hepimizin olsun” demedikçe, milletçe kaybetmeye mahkumuz!
Vesselam!
.
Muhittin Taha Çalık, dikGAZETE.com