Asil Milletimin huzurunda her zamanki gibi başımı gururla öne eğiyorum.
Bugün yine yüreğimizi yakan bir konuya değineceğiz.
Türk Milleti’nin gururu, “Peygamber Ocağı” dediğimiz, Gazi Mareşal Atatürk’ün ifadesiyle “zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan”, Kahraman Ordumuzu hedef alan projeyi deşifre edeceğiz.
Genetiğine kodlanmış savaşçı ruhu, cesaret ve disiplini, ölüme koşarak giden maneviyatı gibi üstün vasıflarıyla, savaş meydanlarında bileği yüz yıllardır bükülemeyen Kahraman Türk Ordusu’nu bertaraf etmeyi amaçlayan bu senaryo, uzun süredir gösterimde ve senaristlerine göre, filmin kendi adlarına “mutlu son”la bitmesi an meselesi.
Sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin değil bölgesel ve küresel açıdan da en önemli milli güç unsurlarından olan Türk Ordusu, süregelen operasyon çerçevesinde, bir yandan türlü tezgahlarla teknik açıdan güçsüz ve etkisiz bırakılırken, diğer yandan kapsamlı psikolojik harekatlarla en büyük destekçisi olan Türk Halkı nezdinde itibarsızlaştırılmaya ve manen çökertilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin NATO’ya kabul edildiği 1952 yılında uygulamaya konulan operasyon planı çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yerli ve milli dokusu,
Silah Standardizasyonu,
Yapılanma standardizasyonu,
Bireysel hak ve özgürlükler,
Çoklu görev anlayışı,
Müşterek tatbikat katılımları, gibi NATO dayatmalarıyla yavaş yavaş milli şuuru gevşetilerek beynelmilel bir yapıya evrilir.
Eriyle, subayıyla tüm mensupları “Mehmetçik” olan askerimize, NATO şartları gereği, sol üst cebinde kendi adını taşıyan isimliklerle bireysellik ruhu aşılanır.
Müşterek Görev Gücü kapsamında TSK için tahsis edilen yurtdışı görev kadrolarıyla -ki bu tür görevlerin bazı maddi ve manevi kazanımları söz konusudur-, görevlere seçilen ve seçilmeyen askerler arasında, içten içe haset ve kıskançlık tohumları ekilir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendi coğrafyasına has çoklu etkenlere göre olgunlaşan strateji ve taktik geliştirme kabiliyeti, uluslararası iş birliği kapsamında kendine has renk ve duruştan uzaklaştırılarak, etkisiz küme elemanı pozisyonuna getirilir.
Amaç her zamanki gibi böl-parçala-yönet değildir…
Amaç böl-parçala-YOK ET’tir…
Yeter mi? Yetmez tabii…
Senaryonun giriş bölümü, ordumuzun konsantre yapısının teknik dokunuşlarla seyreltilmesiyle sonuçlanır.
Gelişme bölümünün ana teması ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, bir dizi Psikolojik Harekat çalışmasıyla Türk halkı nezdinde itibarsızlaştırılmasıdır.
İlk adım 4 Temmuz 2003’de Kuzey Irak’ta atılır.
Bu tarih 1776’da ABD’nin kuruluş tarihidir ve kasıtlı olarak seçilmiştir.
Süleymaniye’de Amerikan 173. Hava indirme Tugayı’na bağlı 150'ye yakın asker, şehir merkezinde konuşlu Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı TSK birimimizi basarak, üçü subay, sekizi astsubay 11 Türk askerini “müsadere” eder.
Kafalarına çuval geçirilen 11 askerimizle birlikte, bir Türkmen aşçı, iki Kürt hizmetli ve üç Peşmerge koruma bir kamyona bindirilerek sorgu merkezine götürülür.
Ve bu görüntüler çarşaf çarşaf servis edilir…
Hemen ifade edelim ki adına Kuzey Irak denen bu ihanet yuvası topraklarda, şahsım da dahil olmak üzere, binlerce vatan evladı, Türkiye Cumhuriyeti adına kelle koltukta görev yapmış, yüzlercesi de hayatlarını bu topraklarda vatan uğruna feda etmiştir.
Yani bölgeye atanan tüm evlatlarımız, görevin ciddiyetini bilir ve bu uğurda ölmeye hazırdır…
Nitekim öyle de olur.
Kuşatılmasına rağmen çatışarak ölmeye hazır olan time, Karargâhtan “direnmemeleri” talimatı verilir.
Normalde silah kullanma yetkisi verilmiş olsa şehit olma uğruna o çuvalları, ABD askerlerine yedirecek olan askerlerimiz askeri terbiyesi gereği verilen emre itaat eder.
Ve bu sayede o kanımıza dokunan, esasen de kanımıza dokunması amaçlanan o görüntüler elde edilir.
Yetmez tabi.
Görünür mesajların yetmediği ortamlarda, bilinç altı subliminal mesajlar devreye girer.
“Nefes-Vatan Sağ Olsun” adlı bir film çekilir mesela. 2009 yapımı bu film, şanlı bayrağımızı hırpalanmış, yıpranmış ve “öylesine dalgalanan bir bez parçası” olarak,
Mehmetçik ve Türk subayını çaresiz ve acz içinde,
Atatürk büstünün baş kısmını, abideden kopmuş, metrelerce öteye yuvarlanmış halde gösteren
sahneleriyle gayet başarılı bir psikolojik harekattır aslında.
Çuval hadisesinin yaşandığı dönemin genelkurmay başkanı olan Zat’ın çıkışta, gazetecilere verdiği “Güzel film. Beğendim…” yanıtı, 2003’de askerlerimizin başına çuval geçirilmesi emrini veren ABD’li komutanın ise yıllar sonra, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı bilahare Genelkurmay Başkanı ve günümüzün Savunma Bakanı olan değerli büyüğümüze liyakat nişanı takması da ayrıca manidardır.
Süreç durur mu durmaz tabii ki!..
Bir yandan Ergenekon ve Balyoz kumpas davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetim mekanizmaları felç edilirken, diğer yandan 15 Temmuz gibi kalkışmalar aracılığıyla Türk Ordusu’nun, Türk Subayı’nın, Türk Askeri’nin halk nezdindeki itibarının yerle bir edilmesi amaçlanır.
Bugün de kasıtlı olarak gözümüze sokulan görüntülerle subliminal yıkımlara durmaksızın devam ediliyor.
Gördüğünüz gibi koskoca Jandarma Genel Komutanı, “devresiyle” hatıra fotoğrafı çektiriyor ve bu özel kare bir şekilde medyada yer alıyor.
Koskoca kolordu komutanı, üst düzey bir toplantıda çay boşlarını topluyor ve bu çok özel kare, özellikle sızdırılarak medyada yer alması sağlanıyor.
Ama bu kare için söyleyecek bir çift sözümüz var.
Farz edelim ki acil bir ihtiyaç doğdu ve o anda hizmet personeli yok. Bu durumda hizmeti, misafir olanların değil masaya başkanlık eden ev sahibinin yapması gerekir.
Yani çay boşlarının toplanması görevi, ev sahibi sıfatıyla İbrahim Kalın beyefendiye aittir. Şahsen ben de böyle yapıyorum. Ev sahibi isem gerektiğinde misafirime kendi ellerimle severek hizmet ediyorum.
Kendisi de toplantının bir iştirakçisi olan generalimiz, hadi boş bulundu ve gayriihtiyari bu pozu verdi diyelim. İhanetin büyüğü, onlarca poz arasından özellikle seçilen bu karenin kasıtlı olarak servis edilmesidir.
Bu tarz toplantılarda görüntü almak, görevli personelin, hangi görüntünün kullanacağına karar vermek de sıralı amirin işidir. Medyaya servis için en net, amaca en uygun ve anlamı olan kareler seçilir.
Psikolojik harekatların sadece dışarıdan değil içimizden de nasıl acımasızca, nasıl şeytanca yapıldığını görüyorsunuz değil mi?
Yine de enseyi karartacak bir durum yok!
Neden mi?
Bu aslan parçaları, bırakın cumhuriyetimizi yıkmayı, ayarlarıyla oynamaya kalkanları dahi doğduklarına pişman etmeye yeter de artar bile.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti,
Var Olsun Türk Milleti.
.
Yener Bozkurt, dikGAZETE.com