Emrah Elban. 1986, Bitlis doğumlu.
Doğuştan engelli olarak dünyaya geldi.
Şu anda Bağcılar Belediyesi Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı Antrenörlüğü yapıyor.
Kendisiyle yaptığımız sohbet - röportajda, engellerin nasıl aşılıp, başarıya dönüşebileceğine şahit olduk.
Toplumsal bir mesaj olması adına paylaşmak istiyoruz:
AYAKLARIMIN EKSİKLİĞİNİ, ELLERİMLE KAPATTIM…
“İlk başlarda, tek engellinin ben olduğunu düşündüğüm anlar çok oldu. Ama çocukluk hayatımda şöyle artılarım da oldu.
90’lı yılların çocukluğu, tamamen sokakta olduğumuz için, çok güzel geçti.
Ben ayağımın eksikliğini ellerimle kapatmaya çalıştım.
Arkadaşlarım ayaklarıyla ip atlarken, ben ellerimle ip atlamaya kalktım.
Arkadaşlarım ayaklarıyla top oynarken, ben ellerimle top oynamaya başladım.
Yani onlardan bir eksiğimin olmadığını. Onların oynayacağı oyunlara adapte olabileceğimi gösterdim.
Bu sebeple de çocukluğum çok eğlenceli ve verimli geçti…”
HAYATA POZİTİF BAKMAYA ÇALIŞTIM…
“Elbette hüzünlü anlarım olmuştur. Onlara yetişemediğim bir çok şeyler oldu ama, hayata her daim pozitif bakmaya çalıştım.
Benim hayatımda şöyle bir felsefem var; ‘Hayata nasıl bakarsan, hayat da sana öyle bakar. Gülümsedikçe o da sana gülümser’.
Elbette zorluklar olmuştur.
Zorluklara farklı bir pencereden pozitif bakarak, bir şekilde hüzünlü hallerimizi pozitife çevirerek, çocukluğumuz geçti.
Dediğimiz gibi ben, arkadaşlarımın oyunlarında ayaklarımla yapamadığım birçok oyunu, ellerimle yaparak kapatmaya çalıştım…"
ŞÜKRETMEK, BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİRİYOR…
“Ben altı çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum. Ailemde, benimle birlikte üç tane engelli mevcut.
Bu sebeple annem - babamın engellilere bakış açısı önemliydi.Bize şükretmeyi öğrettiler. Şükredince de bakış açın değişebiliyor.
Sonuçta ailede senle birlikte iki tane daha engelli var.
Anne-babanın, sana bakış açısı bir engelli gibi olmadı, bana hiç yansımadı.
Her işi yapabileceğinizi gösterdiğinizde, ister istemez onların da bakış açısı da değişiyor.
Çevreme de bu yansıdı.
Anne ve babamın desteğiyle, diğer çocukların oyunlarına katılarak, onlarla oyun oynadım..
Ben küçük yaşta bile esnaflık yapmaya başladım.
Bunun bana çok etkisi oldu. İletişimimi geliştirmeme sebep oldu.
Bu sayede sosyalleştim…”
FARKLI OLMADIĞIMIZI ANLATIYORUZ…
“Kendi dünyasında karanlıkta olan, halen ulaşılmayan insanlara ulaşıp, bir çıkış kapısının olduğunu hissettirebilmesi, çok önemli.
İki bacağın da olmadığını gören çocukların anne - babasına; ‘Bak baba, iki bacağı yok!..’ dediğinde, biz bunu duyarken, kenara çekilip gitmiyoruz.
Gidip o çocukla diyalog kuruyoruz.
İki ayağımın olmadığını ama, iki elimle onu yapabildiğimi hissettirmeye çalışıyorum. ‘Okula gidiyor musun, kaç yaşındasın, ne yapıyorsun’ şeklinde o çocukla iletişime geçtiğimde, çocuktaki o iki ayak, ya da o engel izlenimi tamamen ortadan kalkıyor.
Farklı bir insan olmadığımızı hissetmeye başlıyor…”
HAYATIMI DEĞİŞTİREN SPORLA TANIŞMA…
“Ben, engelli camiasıyla 2003 yılında, Bağcılar Belediyesi’nin düzenlediği bir piknik vesilesiyle tanıştım.
Bağcılar Belediyesi, eski Başkanımız Feyzullah Kıyıklık ile bu piknikte tanıştım.
2003 yılına kadar okuma yazmam var ama elimde hiç diplomam yoktu.
Bu vesileyle, kendisinin yanına gittim. Benim okumam ve yazmam olmadığını ifade ettim. Kendisi de sağ olsun benimle ilgilendi.
Belediyenin ilgili birimlerine yönlendirdi.
Bu vesileyle, engelli camiasına ilk adımımı attım.
Bu vesileyle Fatma Şahin ile tanıştım.
2007 yılında Tekerlekli Sandalye Atletizm Takımı kuruldu.
Bunun içerisinde arkadaşlar bir ekip oluştuğu için, o ekipte spor yapma konusunda fikir alışverişi yaptık.
Atletizm takımı kuruldu.
Bedensel Engelliler Federasyonu’nun organize ettiği Tekerlekli Sandalye Atletizm Şampiyonalarına katılıp, 2007 yılında Karadeniz Oyunları’nda atletizmde Milli Takım adına yarışmalara katıldık.
Burada şuna da değinmek gerekiyor; spor hayatına atılmadan önce, engelliliğe duyarlılığıyla bilinen sayın Feyzullah Kıyıklık tarafından tiyatro grubu kuruldu.
Bu tiyatro grubunda aktif olarak oyunculuk yaptık.
Sahnede engelliler, kendilerini ifade edebildiler. Açıkçası, ben kendimi bir engelli olarak görmüyordum.
Tiyatrodan sonra, kademeli olarak atletizm, sonrasında ise basketbol oynamaya başladım.
Devamında ise antrenörlük…”
ENGELLİLERİN BABASI FEYZULLAH KIYIKLIK…
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde, o günün adıyla ‘Özürlüler Birimi’ kuruldu. Sonrasında ise Bağcılarda, Engellilerin Babası olarak tanımladığımız Feyzullah Kıyıklık, ilçede ilk Engellliler Koordinasyon Merkezini kurdu.
Bu koordinasyon merkezinde Bağcılar ilçesindeki engellileri tespit edip, önce rehabilitasyon merkezi, sonrasında Engelliler Sarayı’nı açıp, birçok engellinin evinden alınıp sosyal hayata adapte olmasını sağladı.
Az önce belirttiğim gibi Feyzullah Bey’i ben, ‘Engellilerin Babası’ olarak tanımlıyorum.
Bu iş sadece görevle olmuyor.
Şefkat gerektiren bir iş.
Lokman Çağrıcı başkanımızla birlikte bu işi aşkla yaptılar.
Bu hizmetin şekli de çok önemli.
Bir insana iyilik yaparken, yaptığınız iyiliği, insanın gözüne sokarak mı yoksa Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) örnek gösterilecek şefkatiyle mi yapmak gerek!?.
Bizim büyüklerimiz bunu yaptılar.
‘Biz yardım ediyoruz ama, görevimizle birlikte Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla’ yapmak farklıdır. Bu şekilde yaptılar.
Bu konuda onlara teşekkür etmek gerekiyor.
Birçok insana, yöneticilere de örnek oldular.
Bizim, Bağcılar Belediyesi olarak, bu hususta birçok il ve ilçe belediyesinden önde olduğumuzu düşünüyorum.
Bunu da gururla ifade ediyorum…"
BAŞARDIKÇA, YENİ BAŞARILAR GELDİ…
“İlk tiyatroda sahneye çıktıktan sonra spora yönelmek, bir kere özgüven kazandırıyor sana.
Spor yaparken, ilk sandalyeyi aldığımda iki teker yanda, bir teker önde ‘Bunu yapabilecek miyim?’ diye aklımda şüpheler olmadı değil.
Ellerinizle sürmeniz gerekecek. Benim her şeyim, adeta ekmeğim ellerim. Ona bir zarar verdiğimde, sosyal hayatımdaki kazanımlarım tekrar geriye doğru gidecek. Çünkü, kolum ve elim herhangi bir zarar gördüğünde ben eve kapanmak zorunda kalacağım. Bir telaş, telaşla birlikte büyük de bir heyecan.
İlk antrenman yaptığımızda, imkânlar kısıtlıydı.
Bağcılar’da ‘Dere Yolu’ dediğimiz caddede sürerken, insanların bize araçlarından kornayla destek verip ‘Hadi, çok güzel işler yapıyorsunuz’ dedikleri zamanlardı.
Biz trafiğin ortasında tekerlekli sandalyeyle antrenman yapıp, bir şekilde kendimizi adapte etmeye çalıştık.
Avrasya Maratonu’na katıldığımızda, vatandaşların güzergâh boyunca desteği, insana gurur veriyor.
Yaptığının karşılığını aldığında insan, daha çok özgüveni geliyor, yaptığımız işe daha sıkı sarılıyoruz.
Bir şeyler yaptıkça, inanç ve özgüvenin artıyor.
İnsanların sana olumlu dönüşleri, bunu perçinliyor açıkçası…"
GÖZYAŞLARIM SEL OLDU AKTI…
“Başarılı oldukça, yeni hayaller-hedefler peşinde oluyor insan.
Milli Takım…
İlk defa uçağa biniyorsun.
Bitlis’ten İstanbul’a gelip, İstanbul dışına ilk defa çıkacaksın.
Adı üzerinde; 1. Karadeniz Oyunları.
Her şeyin ilki çok güzeldir.
Bu organizasyonda Milli Takım formasıyla mücadele ettik.
Belki ilk üçe girmedim ama, ‘Karadeniz’in yağmuru hırçındır’, benim göz yaşlarım da o şekilde aktı.
Ben çok istemiştim derece yapmayı ama, ‘atletizm olmasa bile sporda çok iyi yerlere geleceğim’ demiştim.
2008 yılında Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı kurucularının içerisinde olduk.
Burada Feyzullah Bey, sonrasında Lokman Çağrıcı başkanımız malzeme, tesis, kısacası her türlü desteği bize sağladılar ve bu adımı attık…”
SPORLA, ENGELLİYE BAKIŞI DEĞİŞİTİRDİK...
“Spor, bir engelli için olmazsa olmazıdır. Spor, engelli için rehabilitasyon noktasında gelebileceği en üst seviyedir.
Benim hayatımda sanat da oldu; fakat sporun, hayatıma yansıması çok daha olumlu oldu.
Engelliler spor yaparak, engelli tanımını ortadan kaldırıyor. Kişiye, toplumda bir birey olduğunu hissettirebiliyor.
Spor, insanın önündeki engeli kaldıran olmazsa olmazıdır.
A Milli Takım bir başarı elde ettiğinde alkışlanıyor, engelli bir birey de bu başarıyı elde ederek alkışlanıyor.
Bir engelli bireyin, bir şeyleri başarabileceğine önce kendisi inanmalı, sonra ailesine bunu kabul ettirip, sosyal hayatın içerisine girmeleri gerekiyor.
Hiç kimse seni o karanlıkta elinden tutup aydınlığa çıkaramaz. Ama sen istedikten sonra, seni o karanlıktan aydınlığa çıkaracak elleri bulursun.
Önce senin istemen gerekiyor.
İstediğin takdirde spor sana o kapıyı açacaktır…”
BAZEN KENDİNİZİ, FATİH TERİM, ARDA, BURAK GİBİ HİSSEDEBİLİYORSUNUZ…
“Ben evliyim; üç kız çocuğu babasıyım.
Herkes için aile çok önemlidir. Sabah 8’de kalkıp, ailemi geçindirebilmek için iş hayatına gidiyorum.
İşte başarılı olmak da çok önemlidir, bizim için.
İş hayatından arta kalan zamanı da ailemle geçirecek imkân varken, kendimizi nasıl geliştirir, engellilere ekstra bir katkı yapabilme gayreti içerisinde oluyoruz.
Bu iş sevilmeden yapılmaz.
Ailemizle geçireceğimiz vakitleri, bizler sporcularımızla geçiriyoruz. Bu, ailemizi ikinci plana attığımız anlamına gelmiyor.
Bu bir şevk, bu bir sevgi.
Sahaya çıktığında o şevk, o heyecan katlanıyor.
Bazen bir Fatih Terim olabiliyorsun. Bazen bir Burak, bazen bir Arda olabiliyorsun.
Yaptığınız spor, kişileri bir yerlere sürüklüyor. Sana bir özgüven kazandırabiliyor.
Belki tekrar gibi oluyor ama, spor bir aşktır; aşk olmazsa, başarı olamaz.
Kişi bir şeyleri başaramadığında, başarılı olamaz.
Basketbol, insana çok şeyler katıyor.
Yeri geldiğinde ailemizden de öncelikli olabiliyor.
Haftanın iki-üç günü deplasmanlara gittiğimiz günler oluyor.
Bu pandemi dönemde çocuklarımın duygularını hissedebildim, özelliklerinin farkına varabildim.
Evet bu bir acı, ama bu bir gerçek. Bizim hayatımız tamamen spor yaptığımız salonlar…
BİR KUŞ MİSALİ SAHADA UÇUYORUZ…
“Benim çok yakın arkadaşlarım, dostlarım var. Arkadaşlarımızı şu salonlara çekip, bizi izlemelerini istiyorum.
Tekerlekli basketbolun, diğer basketboldan hiçbir farkı yok.
Saha ölçülerimiz aynı, üçlük atabiliyoruz.
Sayı ortalamamızın diğer basketboldan hiçbir farkı yok.
O yüzden bu sandalye gerçekten bizim kanatlarımız, elimiz, ayağımız her şeyimiz.
Bugün ampute de koltuk değnekleriyle futbol yapabiliyorlarsa, onların kanatları da değnekleri, tekerlekli sandalye de bizim kanadımız.
Tek yapmadığımız ne kaldı biliyor musunuz, smaç basamıyoruz. Onun dışında her şey yapabiliyor arkadaşlarımız.
Ciddi anlamda, bir kuş misali sahada uçuyorlar.
Mücadele ediyorlar.
İlk müsabakasını izleyen arkadaşımız, çarpışan arabalardan korkar gibi korkuyorlardı; ama, verilen mücadeleye katılınca; ‘Yav ben çok keyif aldım… Keşke daha önce gelseydim…’ diyebiliyorlar.
Bizi izleyen arkadaşların çocukları babalarına ‘Baba bizi maзa götür’ diyor ve izledikçe bu işten keyif alıyorlar.
YENİK BAŞLADIĞIMIZ HAYATI, GALİP BİTİRİYORUZ...
“Ben hayatımda şunu hep benimsedim; Hep ileri. Hiç dönüp arkama bakmadım.
Arkama dönüp baksam, hüzünle kederle bir sürü mücadelemiz akla gelecek ama, tek yaptığım; verdiğim mücadele, emeği nasıl yukarı taşırım, olmuştur.
Bunun da sebebi tamamen çocukluğumdan gelen bir pozitiflik, bakış açısı.
Doğuştan engelli olmakla, sonradan engelli olmak gerçekten çok farklı olabiliyor.
Çünkü doğuştan engelli olduğunda, senin bir artın oluyor. Onu kabulleniyor, kendini yetiştirme zorunluluğu hissediyorsunuz.
Bu herkesi aynı şekilde etkilemiyordur. Ayaklarımla olan eksikliği, ellerimle kapatırım.
Başarılı olmak için, ciddi anlamda mücadele etmek lazım.
Bir kere vazgeçmememiz gerekiyor.
Normalde bir insan, bir iş yaparken, ben üç iş yapmak zorunda hissettim kendimi.
Benim, başarılı olabildiğimi göstermem gerekiyor.
Benim bir tabirim var; Biz engelliler, hayata iki sıfır yenik başlasak da, hayatı galip bitiriyoruz;
1- Kendimi kabulleniyor muyum!
Maç; 2-1 oldu.
Aynı şekilde, aileme bir birey olduğumu gösterebiliyor muyum.
Skor oldu; 2-2.
Sosyal hayatta varlığımı gösterebiliyorsam!..
Sonuç oldu; 3-2.
Hüzünle başlayan hayatı, böylelikle mutlu şekilde sürdürüyorsunuz…”
.
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com