Rahmetli Mahir Kaynak Hoca ile röportaj yapmak üzere yanına gitmiştim (Tahminimce 2007-10 arası bir yılda). Gündemde ABD’nin Irak’a yaptığı harekât ve buradaki çatışmalar vardı.
Bu sıralarda ABD, Esat rejimini sıkıştırıyor, demokrasiye geçiş dalaveresiyle Suriye’yi istikrarsızlığa sürüklemeye çalışıyordu.
Ben dedim ki; “Hocam burada bizim için iki yol var görünüyor; 1.si Esat rejimini korumaya çalışmak, ABD sıkıştırdıkça Suriye’nin Türkiye’nin kontrolüne girmesini temin etmek, 2.si de Türkiye, şayet ABD’yi durduramıyorsa, frenleyemiyorsa, ABD ile pazarlık yapmalı Lazkiye, Hama Humus - Deyrizor hattı bizde kalacak şekilde Kuzey Suriye’nin Türkiye’ye bırakılması istenmelidir”.
Hoca, “ABD’nin Irak ve Suriye’ye müdahalesi Türkiye’ye büyük fırsat açmıştır, cesaretle ve akıllıca hareket edilirse Milli Mücadele döneminde elde edilemeyen haklarımızı alabiliriz” mahiyetinde bazı şeyler söyledi. (Bu konu ile ilgili olarak kendisinin dikte ettirdiği ve benim hazırladığım kitabı, uygun bir tarihte Prof. Deniz Ülke Hanım’ın da iznini alarak yayınlamayı düşünüyorum. Hoca, bir ara zamanlamasını uygun görmediği için “beklet yayınlama” demişti. “Daha sonra -aradan iki sene geçince- yayınlayabilirsin” dedi.)
Hoca’nın benim düşünceme ilavesi veya itirazı iki yönlü oldu.
Birincisi; Davutoğlu’nun Malezya (İngiliz) ekolünden geldiği ve alacağı kararlarının bağımsız veya isabetli olmayacağı yönündeki endişesi…
İkincisi; Türkiye’nin Batı’da da Balkanlar’a doğru da büyüyebileceği, Yunanistan ile birleşebileceği yönündeki o tarihlerde bana ilginç gelen bir değerlendirmesi oldu.
Hoca, “Yunanistan’la birleşme” meselesini söyleyince gerekçelerini sordum.
Dedi ki; “Yunanistanlılarla - Rumlarla muazzam bir kültür benzerliğimiz var. Yeme, içme, müzik, zevkler her şey aynıdır. Birleşmek zor olmaz. Yunanistan’ın nüfusunun en az yarısı Türkiye’den gitmedir. Mübadele halkıdır.
Hatta Ortodoks Hıristiyan olan Karaman Türkleri, Selaniklilerle değiştirilmiştir. Bunlar Gagavuzlar gibi Ortodoks Türklerdir. Anadolu kültürü ile bunların kültürü aynıdır.
Bir tarihlerde Yunanistan’da başbakan olan Karamanlis Türk asıllıdır” dedi.
Ayrıca; “Yunanistan, kurulduğu günden beri kendini iyi yönetemiyor (Devlet yönetim tecrübesi yoktur), iktisadi olarak iflas ediyor, o coğrafyalar Türkiye ile birlikte olursa birleşik bütünlük ve kendi kendine yeterlilik oluşuyor” dedi.
Ben, Mahir Hoca’nın bu değerlendirmelerine şaşırmıştım.
Hoca böyle bir vizyonu nereden çıkarttı, böyle bir kanıya nasıl vardı, onu anlamakta müşkülat çekmiştim.
Hatta, 90’lı yılların sonuna doğru Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bulgaristan Başbakanı’na “Sınırları açalım; birleşelim” diye bir teklifte bulunmuştu; bu teklifi Bulgaristan kabul edememişti.
Bu hadise aklıma geldi, söyledim.
“Bunun olabilmesi için Bulgaristan’ın Rusya’nın yörüngesinden çıkması Batının buna izin vermesi gerektiğini” söyledi.
Hatta ben “Hocam” dedim, “SSCB (Doğu)-Batı zıtlaşması bir göz boyama (illüzyon), bir vehim mi” dedim.
Tebessüm etti.
Doğu Bloğu dağıldığı zaman Romanya, eski Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan boşluğa düşmüş, Türkiye’nin çekim gücüne girmişlerdi.
Fakir ve bitkin durumdaydılar.
Bu ülkelerin alel acele Avrupa Birliği’ne sokularak Türkiye ile iş yapmalarının ve birleşmelerinin önüne geçildiğini gördük.
Geçenlerde Vasfi Kocabey Hocamız beni aradı.
Dedi ki; “Dimitris Kiçikis” diye bir Yunan tarihçisi (Türkolog) var ismini duydun mu?
“Yok, duymadım, Hocam” dedim.
“Bu adam ABD’de, Kanada’da çeşitli üniversitelerde görev yapan Yunanistanlı bir Türkolog’dur. Bir araştır, bununla ilgili bir yazı yaz” dedi.
Vasfi Hoca’nın bu sözünden sonra “Dimitris Kiçikis”in görüşlerini araştırdım, bu araştırmadan sonra Mahir Kaynak Hocamızın “Türkiye-Yunanistan birleşmelidir” tezinin kaynağının kim olduğunu öğrenmiş oldum.
Dimitris Kiçikis meselesine girmeden önce, Vasfi Hoca’mızın anlattığı bir hatıratı (anekdotu) naklederek konuya girmek istiyorum:
Mübadele esnasında Manisa-Aydın taraflarında bir Rum bakkal, eşyalarını topluyor, Yunanistan’a göç edecek, tam o günlerde iki tane Türk atlı çıkıp geliyor.
Rum Bakkala diyorlar ki; “sizin gideceğinizi duyduk, acele geldik, bizim bu dükkâna şu kadar borcumuz var ödemeye geldik.”
Adam defteri açıyor, bakıyor bunların ismini göremiyor.
Diyor ki; “biz Müslümanların borcunu deftere yazmayız, onlar unutmaz, kendileri getirirler. Sizin isminiz defterde yok.”
Adamlar diyor ki; “biz borcumuzu biliyoruz, ne kadar olduğunu da sana söylüyoruz. Al paranı, hakkını helal et.”
Adam alacağını alıp, Yunanistan’a göç edip gidiyor.
Bu zatın oğlu Yunanistan’da okuyor, avukat çıkıyor, 1950’li yıllarda babasının hatıra defterlerini yayınlıyor.
Bu olayı sitayişle yâd ediyor.
Rahmetli İsmail Hami Danişmend’in “Garp Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlakı” isimli kitabı aklıma geldi.
Bu ahlakımız nasıl bozuldu, hırsızlık, dolandırıcılık nasıl kanıksanır hale geldi.
Bunun cevabını 1939 yılı başında TBMM’de Atatürk’ün değişmez İçişleri Bakanı Şükrü Kaya söylüyor: “Bu memlekette a’dan z’ye her şey bozuktur.”
80-100 seneden beri Kemalist çözümlemelerle idare ettik, artık yeni bir kültür devrimi yeni bir ahlaki çıkışı yapmak zorundayız.
Bu meseleyi, geçenlerde yapılan ‘infaz affı’ meselesi ekseninde ele alıp değerlendireceğiz.
Bu konuyu Bahattin Cebeci Ağabeyimizin de bulunduğu bir ortamda “Birlik Vakfı”nda gündeme getirdim.
“Sen bu sorunun cevabını biliyorsun” dediler, tartışma kapandı.
Bundan sonra ele alacağımız “Kültür iktidarı olmak, milli dayanışmacı, yüksek ahlaka dayalı bir şuur oluşturmak, bu vasıfları içte ve dışta yaymak” nasıl olacaktır, bundan sonraki yazılarımızda ele alıp değerlendireceğiz.
.
Suat Gün, dikGAZETE.com