Henüz Suriye’de olay yok iken ve henüz Suriye ile ilişkiler “en iyi” dönemindeyken, Türkiye-Suriye sınır bölgelerine çadır kentler inşa edildi.
Sınırlı sayı için tasarlanmıştı.
Zira mülteci sayısı, mahdut bir sayı üzerine çıktığında “insani sebepler” öne sürülerek dış müdahale meşru hale gelecekti.
Henüz Suriye ile ilişkiler had safhadayken hükümetimizce yapılan bu hazırlıklar manidar değildi.
Çünkü hükümetimiz, Büyük Orta-Doğu Projesi için Arap Baharı fitnesinin fitilinin ateş aldığını ve hedef ülkenin Suriye olduğunu biliyordu.
Bu projede görev üstlenmiş ve aktif rol alacağı zuhur etmişti.
Çadır kentler sınırlı bir sayı için düşünülmüştü.
Kısa bir süreç için planlanmıştı.
Hudutta sıfır noktada veya yakın bölgelere bina edilmişti.
Nedeni şu ki hükümetimiz, Suriye meselesinin kısa bir zaman içinde hal olacağı ve iktidar aklına, Esad’ın hızlıca iktidardan düşürüleceği kanaati hâkimdi.
Önce en aktif öncü savaşçılar ve aileleri, Suriye ordusu, polisi, siyaset ve bürokrasiden firar edecek şahıslar misafir edilecekti.
Mahalli ve yabancı seçilmiş medya, hazır ve nazır olacak ve bu çadır kentlerden dünyaya propaganda çalışması yapacaktı.
Hatırlayınız her gün firar eden şahıslar boy gösterir, kimliğini ibraz eder ve arkada kalanların firar etmesi, kaçması ve buralara sığınması için çağrıda bulunurdu.
Hatay’a kurulan ilk ‘Çadır Kentler’ mülteci kampından ziyade bir askeri, medya ve istihbarat operasyon merkeziydi.
Buraları sadece hükümetimizin kontrolünde olan yerler değildi.
Amerikalılar, İsrailliler, Katarlılar, Suudiler ve eşkâlleri bu çadırların müdavimiydi.
EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI
Evdeki hesap çarşıya uymadı.
Kısa bir zaman içinde Suriye meselesinin basit olmadığı görüldü.
İlk yıllarda Suriye şehirlerinde boy gösteren binlerce insanın katıldığı Esad’ı protesto eylemlerine karşılık, tüm şehirlerde Esad’ı destekleyen “milyon katılımlı” dayanışma mitingleri organize edildi.
Esad’a muhalif gruplar, askeri eylemlerini arttırdıkça Esad da çatıyı yükseltti.
Muhalefete, Türkiye hükümeti başta olmak üzere dış destek çoğaldıkça, Esad’a başta İran ve Lübnan Hizbullah’ın katkıları fazlalaştı.
İsrail, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Katar, Suudi ve benzeri Körfez Şeyhlikleri paraları, BM Güvenlik Konseyi, silahları, lejyonerleri, casus uçakları, medyası ve elektronik ordusuyla oyuna muhalefetin yanında aleni dâhil olunca Rusya, Çin, Venezuela, Brezilya, Küba, Esad’ın yanında Suriye savaşına iştirak ettiler.
Suriye’de içerde BAAS yönetimi ve Esad’a karşı ideolojik ve askeri muhalefet yapabilecek ciddi bir kitlesel alternatif yaratacak nadir hareketlerden birisi İhvan Hareketi yani Müslüman Kardeşler örgütüydü.
50’li yıllardan beri Suriye sahasında çalışma yapan, siyaset meclislerinde temsil edilen, özellikle şehirli, kasabalı Sünni gelenekçi muhafazakâr kesimde ideolojik tabanı olan Müslüman Kardeşler örgütü, Suriye krizinin ilk lahzasından itibaren “Sünni” geleneksel söylemlerle zuhur etti.
Bu söylem, coğrafyamızı etnik ve mezhepsel temelde bölmek ve tanzim etmek isteyen uluslararası silah, uyuşturucu, finans ve ticaret mahfilleri için gayet uygundu.
Ayrıca bu örgütün Almanya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere Avrupa’da, Türkiye, Mısır, ABD, Kuveyt, Katar, Pakistan ve Suudi hanedanlığında önemli bağlantıları vardı.
Bu konumu sayesinde diğer Suriyeli “dinci” muhalefete karşı üstünlük sağlıyordu.
İkici önemli muhalif grup YPG veya SDG olarak zuhur eden Suriye PKK’sıydı.
Öcalan’nın Suriye’de yaşamış olması, uzun yıllar Suriye ve Lübnan’da Kürtler, Ermeniler, laik-sol Araplar, Türkmenler ve Süryaniler içinde taraftar kazanması, Avrupa ile ilişkilerini buradan yönetmesi, siyasi, ticari ve askeri faaliyetleri için ortam ve olanak bulması, bağışlar ve diğer illegal faaliyetlerle elde ettikleri parasal imkânlara sahip olması PKK’yı, Suriye’de ikinci en önemli muhalif taraf yapmaktaydı.
Savaşın ilk dönemlerinde “içte ve dışta herkesle iyi geçinmek, herkesten yararlanmak, herkesle işbirliği yapmak” politikalarını esas aldılar.
Ankara, Şam, Moskova, Washington, Paris, Londra, Berlin, Brüksel, Beyrut, Dubai, Doha, Riyad, Erbil ve hatta Tel Aviv ile ilişkilerini muhafaza ettiler.
Bu başkentler de bu ilişkiden hoşnut oldular.
Suriye PKK’sını kendi ajandaları için kullanmak istediler.
AMAÇLARI İKİNCİ İSRAİL’Dİ
Her tarafın bir gayesi vardı.
Ancak net olan proje Suriye’yi başta Sünnistan olmak üzere Alevistan, Dürzistan, Hristiyanistan misali dinler ve mezhepler ile etnik temelde bir ucu Kuzey Irak’ta başlayan (Barzanistan) diğer ucu Hatay üzerinden Doğu Akdeniz’e açılan “Kürdistan” inşa etmekti.
AK Parti iktidarının Suriye’deki (Tunus, Libya, Mısır, Yemen, Sudan, Somali buna dâhil) esas gayesi “Büyük Sünnistan” hülyasıydı.
Birileri bunu Yeni Osmanlı projesi olarak sundu.
Bu akıl “Kürdistan’a” karşı değildi.
Ancak Kürdistan’ın, Sünnistan projesi çerçevesinde yaşam hakkından yanaydı.
Bu sebeple PKK ve YPG’sini (Salih Müslim taifesi) Ankara’da ağırladılar.
Öcalan’ı Suriye’de Müslüman Kardeşler örgütünün askeri kanadı ÖSO ile birlikte BAAS ve Esad’a karşı hareket etmesini tavsiye ve teşvik ettiler.
Bu sebeple Kuzey Suriye’de PKK-YPG kontrolünde inşa edilen askeri kantonlara ve siyasi kurumlara sessiz kaldılar.
Bu desteği bizatihi bir İsrail-ABD ürünü olan IŞİD’e karşı savaş bahanesiyle sundular.
AK Parti iktidarı “Sünnistan” derken, BOP’un efendilerinin sadece bir gayesi vardı; Kürdistan örtüsü altında İkinci İsrail.
Bu mahfil, ilk yıllarda Sünnistan hülyası içinde yaşayan Ankara ve Suriye muhalefetine açık çek sundu.
Zira BAAS ve Esad’ı ancak bunlarla yıpratabilirdi.
Esas itibariyle bunlarla savaşan BAAS ve Esad da bunları yıpratırdı.
Bu sebeple “çömleği çömleğe kırdırma onların tabiriyle iti ite kırdırma” politikasını eyleme koydu.
Bu uğurda “Kürdistan” için “Sünnistan”ı bir noktaya kadar teşvik etme, araç olarak kullanma ancak amaç olarak sadece Kürdistan projesine odaklanma taktiği izlendi.
En nihayet “Sünnistan” cephesinde bir kesim “Kürdistan” projesi için memur ve payanda olduğunu gördü.
Suriye’deki rolü ve konumuna itiraz etti.
Müttefiklik ruhuna uygun davranılmadığını yüksek sesle dillendirmeye başladı.
Zira, üst-akıl, Kuzey Suriye’ye “Kürdistan’ı” ilme ilme örerken, binlerce tır silahla, askerle savunurken, “Sünnistan” yalnız bırakılmıştı.
EHVEN-İ ŞER
Bu tablo özellikle Erdoğan’ı çok kızdırmıştı.
Aldatıldığını artık biliyordu.
İşe iç cephede start verdi.
“Sünnistan’ı” taktik araç, “Kürdistan’ı” stratejik amaç olarak benimseyen Washington, Tel Aviv, Brüksel, Londra, Paris gibi başkentlerdeki mahfillerin Türkiye’deki adamlarını tasfiye etmekle işe koyuldu.
Bu iş için “ulusalcı” cepheden de destek gördü.
Malum üst-akıl nasıl ki Sünnistan’ı, Kürdistan için kullandıysa, bu sefer Erdoğan da “Sünnistan’ı”, “Kürdistan” projesine çomak sokmak ve mani olmak için devreye soktu.
TSK’nın Suriye’ye müdahale etme ve Türkiye’de yaşayan milyonlarca Suriyelinin ülkelerine, iktidarın gönüllü veya muhalefetin (İyi Parti Suriye Çalıştayı’nda zuhur eden) zorla geri gönderme retoriğinde Sünnistan-Kürdistan kavgası yatmaktadır diyebiliriz.
Her ikisi de Suriyelileri istismar ve suiistimal ediyor.
Her iki çözüm de çözüm değil.
Ancak korkarım ki ehven-i şer hasıl olacak.
Pazar günü “Suriyeli geri dönmeli ama nereye” yazımızda Hz. Ali’nin “söylenen hak ama bununla arzulanan batıl yani şerdir” ifadesi çerçevesinde İyi Parti’nin Suriye Çalıştayı’nı mercek altına alacağız.
.
Mehmet Yuva, dikGAZETE.com