20. yüzyılın son dönemlerinde başlayan ve içinde bulunduğumuz yeni yüzyılın bu döneminde de devam eden, teşhisi konulan ancak tedavisi zor olan çağımızın hastalığıdır Stres.
Gelişen teknoloji, günlük yaşantımızı kolaylaştırmasına imkân sağlıyorken insanların psikolojilerini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Teknolojinin gelişmesi, insanın en büyük yardımcısı olmasının yanı sıra işimizin, zamanımızdan daha çok olmasını da doğurmuştur.
Sokakta ve caddelerde yürüyorken insanların yüzlerine baktığımızda mutluluk değil mutsuzluk okuruz.
Adı geçen stres bir gün baş ağrısı, bir gün migren ya da kalp krizi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Biz de karşımıza çıkan bu sorunu çözmek adına yaptıklarımızla, bataklığı kurutmak yerine havada sinek avlamak gibi günlük ve anlık aksiyonlarla anı kurtarmak çabası içerisinde sağlığımızla kumar oynar hale geliyoruz.
Stresi açıklamak adına bir mizansen yapalım.
Bu manada ilk çağlara bir yolculuğa çıkalım.
İlk çağlarda yaşıyoruz, teknoloji yok, haberleşme yok, günlük yaşantımız sadece yemek, içmek ve dinlenmekten oluşmaktadır.
Bir gün, her türlü ihtiyacımızı karşılamışız.
Hiçbir kaygımız da yok. Aklımızı meşgul eden hiçbir olumsuz durum da yok.
Bir ağacın altında sırt üstü yatmışız ve ağacın dal ve yapraklarına bakıyoruz.
Bu esnada uzaklardan geçmekte olan bir yırtıcı hayvan ilişiyor gözlerimize.
Bu görüntü karşısında vücudumuz iki hareket için otomatik olarak refleks geliştirir.
Bunlardan birincisi; yırtıcı hayvan bizi görürse ondan kaçıp kurtulmak, ikincisi ise kaçamadığımız takdirde onunla fiziki bir mücadeleye girmek…
Bu faaliyetler için, başta bacaklarımız ve kollarımız olmak üzere, vücudumuzda enerji birikimi meydana gelir. Biraz önceki rahatlığımızın yerini endişe ve korku almıştır.
Ancak söz konusu hayvan, bizi görmeden uzaklaştı ve gitti.
Birkaç saniye önceki tehdit yok oldu.
Fakat vücudumuzun ürettiği enerji ise bedenimizde kaldı. Oysa o hayvanla mücadele adına koşarak oradan uzaklaşsaydık; biriken bu enerjiyi harcamış olacaktık. Ancak bu olmadı.
Bu durumda iç organlarımız biriken bu enerjiyi kendi aralarında taksim etti. Başka bir deyişle organlarımızın stres yükü arttı.
Aslında stres, hayatımızı sürdürebilmemiz için sahip olduğumuz gücümüzün adıdır. Ancak bunu düzgün sevk ve idare etmemiz gerekir. Etmediğimiz zaman ne oluyor. Kökü bizde olan bütün genetik olan ya da olmayan hastalıklar kendisini gösteriyor. Bir kısmı ani ölümlere sebebiyet verirken bir kısmı da zaman içinde çile çektirerek öldürüyor.
Amerika’da yapılan bir araştırmada normal şartlardaki ölümlerin yüzde 70’i strese bağlı hastalıklardandır. (Bu arada hep Amerika’dan örnekler veriyoruz. Sebebi ise ekonomik olarak güçlü oldukları için araştırma konularına ve bilimsel çalışma ve sonuçlarına dair faaliyetlere ekonomik katkıda bulundukları içindir.)
Teknoloji ile yukarıda bahsedilen stres arasında ne tür bir ilişki vardır?
Çok ilişki vardır.
- Ofisimizde bilgisayarla çalışıyorsunuz, yetiştirmeniz gereken yazınız var. Tam yazının sonuna gelmişsiniz, elektrik kesilmiş. Yazdıklarınızdan çıktı alamıyorsunuz, sinirleniyorsunuz.
- Telefonla aradığınız kişiye ulaşamıyorsunuz, sinirleniyorsunuz.
- Şehir içi trafiğe takılıyorsunuz, mesaiye ya da randevunuza gecikiyorsunuz, sinirleniyorsunuz.
- Ekonomik şartlar kötüye gidiyor, çocuklarınızın planlarını gerçekleştiremiyorsunuz, sinirleniyorsunuz.
- Personelinizden istediğiniz verimi alamıyorsunuz. Hem sinirleniyorsunuz ve hem de onlara bağırmak suretiyle onların da sinirlenmelerine sebebiyet veriyorsunuz.
- Evinizde ve işinizde etrafınızdaki kişilerle tartışıyorsunuz ve sinirleniyorsunuz.
Yukarıdaki misaller sadece bir kaçıdır. Bu tür örnekler artırılabilir.
Ayrıca sahip olduğumuz ya da sahip olacağımız teknolojiler stresimizi artırır niteliktedir.
O zaman ne yapmalıyız!..
O zaman, oyunu stresin kuralına göre oynamamız gerekiyor.
Onu anlamamız ve onun dilinden konuşmamız gerekiyor.
Bizleri en sevdiklerimizden zamansız ayıran bu sözde dostumuzla nasıl geçinmeliyiz?
Günümüzde hepimizin işi, zamanımızdan çok -yukarıda yazmıştım- sanki gerilmek için yaratılmış gibiyiz.
Gerilirsek, etrafımızdakileri de gereriz. Onları da yorarız.
Stresi yönetmenin başlayacağı yer ailelerimizdir, evimizdir. Bu yönetme işine evimizden başlarsak; bu gölün ortasına atılan bir taş gibi o güzellik, içinde bulunduğumuz her ortama sirayet eder.
En son evinize ne zaman çiçek götürdünüz?
En son ailecek eviniz dışında ne zaman yemek yediniz?
Eşinize en son “seni seviyorum” cümlesini ne zaman kullandınız?
Çocuklarınızı hayatınızın aksesuarı olarak mı görüyorsunuz?
İşinize ayırdığınız zamanın kaçta kaçını, hayatınıza anlam katan insanlar için ayırıyorsunuz?
Çalıştığınız yerdeki çalışanlarınıza en son ne zaman “güzel iş çıkardın/ız, teşekkür ediyorum” dediniz?
İnsanları iyi tanıyınız, herkesin bir iş imkân ve kabiliyeti vardır. Kırtasiyede elbise bulunmaz.
İnsanları tanıyınız, değer verdiğinizi gösteriniz.
Her canlı özeldir ve her canlı özel olduğunu da bilme hakkına sahiptir. Bu hakkı etrafımızdakilere vermekten çekinmeyelim.
Tebessüm etme kabiliyetinizin de olduğunu gösteriniz onlara.
Unutmamalıyız ki; yukarıda rüzgâr eser ise aşağıda fırtınalar kopar.
Yapılması imkânsız olan işlere fazla zaman harcamayınız.
Önce sorunu yazınız.
Altına da o sorunun çözümü için yapılması gerekenleri.
Daha sonra, çözüm için yapılması gerekenleri yapınız. Buna rağmen sorun çözülmemişse. O zaman onu sorun olarak görmeyeceksiniz. Çünkü yapmanız gereken her şeyi yaptınız. Zira “Hasan Dağını Elinizle İttiremezsiniz!”
Yukarıda biraz bahsettiklerimiz, stresimizi yönetmemize tam destek olacak mı?
Elbette hayır!..
Bunların yanı sıra günlük olarak yapmamız gereken egzersizlerimiz vardır.
Bazen ofisimizde çalışırken kendi kendimizle konuşurken bağırmak gelir içimizden ama bağıramayız, zira çalışanlar adımızı “deli”ye çıkarırlar. Oysa bağırsak rahatlayacağız.
Bazen de çalışma masamıza alabildiğince yumruk atmak isteriz de yapamayız. Onun için günlük rutin olarak egzersizlerimizin olması gerekir.
Yine gelişmiş bir ülkede yapılan çalışmada; “en uzun yaşayan insanların günlük olarak köpeklerini gezdirenler” olduğu tespit edilmiştir.
Akşam iş çıkışı, toplu taşıma kullanıyorsak, bir durak önce inip, eve yürüyerek gitmek bize yardımcı olacaktır.
Ayrıca “boş vakit” dediğiniz zamanlarınızı, yanında huzur bulacağınız insanlarla geçiriniz.
Bardağın boş bölümüne değil, dolu bölümüne bakınız.
Ne demiştik?
Günlük egzersizler, günlük yürüyüşler…
Bunun için belediye ya da sitelerin sağlıklı yaşam parkurlarını kullanınız. Bunu da yalnız yapmayınız aile boyu yapmak daha iyi olacaktır. Böyle bir parkura gitme imkânınız yoksa, evinize bu iş için cihaz alabilirsiniz. Buna da imkânınız yoksa bu iş için evinizin bir odası ve bir sandalye yeterlidir.
Akşam yemeğinden birkaç saat sonra bir odaya çekiliniz. Sandalyenizi duvara yaslayın, üzerine oturun, kafanız da duvarda olsun, gözlerinizi kapatın, elleriniz dizlerinizin üstünde ve dilinizde ise sevdiğiniz bir kişinin adını sayıklayınız. Bunu günlük olarak 15-20 dakika yapmanız yeterlidir.
Bu tür stres kaynakları sadece dünyevi/maddi sorunlardan değildir.
Manevi eksikliğimiz en büyük tetikleyicidir.
Allah’ın bizlerden istediklerini yapmamız ne bizde ne de dünyamızda stres ve sıkıntı bırakmaz. Günde beş vakit kılınacak Namaz bu sorunların tek çözümüdür.
Düşünebilmek güzeldir.
.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com