Günümüz toplumunun en önemli meselelerinden biri de söz verip yerine getirmemek yani ahdini bozmak...
Maalesef bu durum o kadar hafife alınıyor ki, kimse işi ciddiye almıyor...
Bir de bunu yaparken de pişkin pişkin “ne olacakmış” gibi hareketler yok mu? İnsanı daha fazla yaralıyor...
Halbuki yapamadığı için, sözünü yerine getiremediği için mazeretini belirterek özür dilese, helallik istese belki muhatabının üzüntüsü, öfkesi bir nebze de olsa hafifleyecek.
Aslında söz verdikten sonra mazeretler sıralamak çözüm değil. İnsanlar arasında itimat ve güvenme duyguları zedeleniyor...
Yarın bir iş için “söz"leşen insan, belirlenen saat ve yerde bulunmamakla, muhatabına karşı en büyük saygısızlığı yaparak, ehemmiyet vermediğini göstermiştir...
Rabbimiz kitabımız Kur'an-ı Kerim'de; “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsrâ sûresi, âyet 34) buyuruyor.
Evet söz vermekle bir mükellefiyetlik başlamış oluyor, onu muhakkak yapmamız gerekiyor… Ağzımızdan çıkan ya da ahdettiğimiz ne olursa olsun, basit gibi görülmemesi lazım...
Peygamber Efendimiz (SAV) de sözün yerine getirilmemesini münafıklık alameti olarak görüyor…
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Münâfığın alâmeti üçtür:
Konuşunca yalan söyler.
Söz verince sözünde durmaz.
Kendisine bir şey emanet edilince hiyanet eder.” (Buhârî, Müslim,Tirmizî)
Toplumuzda sözünde duran ve yalan söylemeyen kişiler, güven duyulan, itimat edilen kişilerdir, ahdini yerine getirenler itibar görür, emniyet edilir...
Herkes kendisine çeki-düzen vermeli, olayları öylesine geçiştirip gitmemeli...
Bakın İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy'un 'söz'e verdiği ehemmiyet şöyle ifade ediliyor:
“İnsanın mahiyeti, söylemek değil, sözünü tutmaktır" derdi. Sözüne kıymet vermeyenlere, sözünü tutmayanlara insan nazarıyla bakmazdı.
Bir gün üstad, Beylerbeyi'nde oturduğu zaman, Vaniköyü'nde ikâmet eden Fatih hocaya davetli.
O gün öğleden sonra, bir saat evvel müthiş yağmurlar, boralar her tarafı sel haline getirir.
11 vapurunda üstad çıkmayınca hava yüzünden gelemeyeceğini zanneder, biraz komşuya geçer. O sırada üstad, sırılsıklam kapıyı çalar.
Üstad, yaya olarak yola çıkmış, o yağmurda, o borada gelmiş.
Hoca'yı evde bulamayınca çok canı sıkılmış, hizmetçisinin o kadar ısrarlarına rağmen durmamış, gitmiş.
Ertesi gün Hoca, üstadı görür. Özür dilemek ister. Üstad başını çevirip onun sözünü dinlemez bile…
'Hoca, hoca' der, 'Bir söz ya ölüm, yahut ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse, ancak o vakit mazur görülebilir.' (Vakit gazetesi, 1 Eylül 2008)
Evet dostlar, ahdimizi yerine getirelim, yakınlarımızın, arkadaşlarımızın güvenini kaybetmeyelim...
Cemiyeti ayakta tutan, temel unsur "güven"dir, onu kaybedersek ayakta kalmak mümkün değil…
.
Osman Ovacıklı, dikGAZETE.com