Soğuk Savaş’ın bitişi ile, burjuva demokrasisi veya liberal demokrasi tarihin kazananı ilan edildi.
Kimsenin aklına “sosyalizm adına yaşanan deneyimler felaketle sonuçlandı da liberal demokrasi adına yaşanan deneyimlerin başı göğe mi erdi?” sorusu gelmedi.
Sosyalizm ütopyasının çöküşü fikrine dört elle sarıldılar, ama onca rezalete rağmen hâlâ kimse “liberal demokrasi” ütopyasının çöküşünden söz etmiyor.
Aslında siyasete soldan bakanlar açısından liberal demokrasi, hiçbir zaman ütopya olmadı. Doğrusu, sosyalizm adına kurulan rejimlerin sonu otoriterlikle bitti, sosyalizm adına yürütülen fikirler, demokrasi kavramına gereken önemi vermediler.
Demokrasi ve özgürlükler kavramlarını, toptan “burjuva demokrasisi” diye yabana atmak iyi bir fikir değildi, ama ona bakarsanız demokrasi idealini “liberal demokrasi”den ibaret saymak da iyi fikir değildi.
Hâl böyleyken, özellikle Soğuk Savaş’ın bitişi ile, burjuva demokrasisi veya liberal demokrasi tarihin kazananı ilan edildi.
Kimsenin aklına “sosyalizm adına yaşanan deneyimler felaketle sonuçlandı da liberal demokrasi adına yaşanan deneyimlerin başı göğe mi erdi?” sorusu gelmedi.
Tabii ki, sol bir demokrasi fikrine hiç kafa yorulmadı değil, ama bu alanda büyük anlatılar, evrensel değerlerden uzak durma adına titizlenilirken, liberal demokrasi, yeni adıyla “neo-liberal demokrasi” tanımı ön aldı.
O kadar ki, gelişmiş Batı ülkelerinde yaşanan demokrasi deneyimine “yetmez ama evet” dendi, pek çok durumda ‘yetmez’ unutuldu, ‘evet’ kaldı.
Popüler düzeyde ne zaman konu açılsa, -kapitalizme itiraz (biraz da ayıp olmasın diye) baki kalmak kaydıyla- gelişmiş Batı demokrasileri deneyimi, Batı dışında kalan dünya, bir türlü dikiş tutturamadığı için bu örneklere kıyasla övgüye mazhar sayıldı.
Öyle veya böyle Batı burjuva devrimleri, özgürlükler açısından tabii ki kazanım sayılmalıydı; ama maliyetleri göz ardı edildi.
Onca kolonyalizm çalışmasına rağmen, gelişmiş Batı demokrasisinin finansmanının kolonyalizm ve emperyalizm olduğunu söylemek ayıp hâle geldi.
Geçin dünyaya ödetilen bedeli, Batı ülkelerinde ödenen bedeller de adeta unutuldu.
Tüm bunları, “zaten Batı’da da demokrasi yok, bizde de olmasa ne olur, vazcayalım bu fikirden” demek için hatırlatmıyorum. Tam tersine, olmayan bir şeye varlık atfedip, son ütopya olan ‘demokrasi’ fikriyatının toptan çökmesinin önüne geçelim diye söylüyorum.
Nitekim, olmayan bir şeye varlık atfedildiğinde nihayetinde ikna ediciliği zedeleniyor, bu fikir toptan itibar kaybediyor.
Özellikle son on yıldır, “eyvah otoriter popülizm yükseliyor” diye ah vah edenlerin anlaması gereken bu. Ama bu bir anlama, dinleme meselesi değil, her ne pahasına olursa olsun, “liberal demokrasiler”e toz kondurmamak meselesi.
Adamlar, Ukrayna’dan başlayarak, “liberal demokrasiler otoritaryanizmle mücadele ediyor” diye neredeyse üçüncü dünya savaşı çıkaracaklar, hâlâ bu masalı doğru dürüst sorgulayan yok.
Liberal demokrasiler cephesinin Polonya, Hindistan, Suudi Arabistan gibi üyeleri kapsaması bir yana, “otoritaryanizmle savaşıyoruz” diye, militarizm almış başını gitmiş, aldıran yok.
Dahası, “sol düşünür” denilen zevzek Zizek, “pasifizm çare değil” diye keramet yumurtluyor.
İngiltere’de “Johnson, pandemide evinde parti yaptı” diye kıyamet kopuyor, ama mesela Maliye Bakanı Sunak’ın eşinin vergi ödemediğinin ortaya çıkması gibi asıl skandallar gölgede kalıyor, dahası Sunak, Muhafazakârların yeni lider adayları arasında sayılıyor.
Joe Biden’ın oğlu Ukrayna’da türlü işler çevirmiş, rüşvet almış, ama babasının başkan olması ve de Ukrayna’da düpedüz Rusya ile savaşa girişmiş olması sorun olmuyor.
Biden artık önündeki notu okuyamaz hâle gelince ve de Ukrayna meselesini eline yüzüne bulaştırdıktan sonra, seks skandalı ortaya çıkıyor.
“Ne demokrasiler sevdik zaten yoktular” durumu, siyasi bir melankoli de değil, insanları demokrasiden, özgürlüklerden soğutacak noktada tehlikeli bir hâl aldı.
Bunlar, tatil rehaveti içinde ertelediğim daha uzun ölçekli bir yazının bir bölümü; Biden rezaleti patlayınca, dayanamadım, bu kadarını sizinle paylaşmak istedim.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com