Adına ne derseniz deyin, bazı yapıların fiillerine ve sözlerine baktığımızda Kur’an’dan asla referans alamadığını görüyoruz.
Tarihte belli misyonlar üstlenmiş, yararlılıklar göstermiş bazı tarikatların bugünkü halleri tam da böyle.
Yüzlerine İslam maskesi geçirmişler ama Tevhit inancından eser yok. Allah tasavvurları, Resul ve Nebi anlayışları, Meleklere, ahirete, kitaplara iman rükünlerinin Kur’an’dan referans almaları mümkün değil.
Şimdi yazacaklarım bazılarına ağır gelebilir ama gerçek bu.
Bugünkü tarikatların kahir ekseriyetinde inanç problemi var, şirk koşma gırla gidiyor. Hurafe ve bidatler bünyelerini kuşatmış. Masal anlatmaktan başka yaptıkları bir şey yok. Allah ile aldatmayı ise adeta ahlak edinmişler. Allah ve Resülullah hakkında uydurdukları rivayetlerle bol bol iftira atıyorlar.
Mürtleri, bütün tarikat şeyhlerinin istisnasız Allah (cc) ile aracısız görüştüğüne inanıyorlar. Resulullah (sav) ile görüşmeden, hatta yapacakları her işi istişare etmeden şeyhlerin iş yapmadığına ait iddialar bir inanç haline gelmiş.
Bunlara göre Allah, kâinatı yaratıp sonra detaya karışmamış. Artık kâinatı Gavslar, Kutuplar, üçler, yediler, kırklar yönetiyor.
Allah, şeyhleri özel olarak seçmiş ve bütün müritlerini kurtarma yetkisi vermiş. Şeyhler, bütün müritlerini cübbelerinin içine koymadan cennete gitmeyeceklerine dair garanti dağıtıyor., hatta Allah’a kafa tutuyor.
Gavslar, yüzyıllar önce ölse de tasarruflarının hala devam ettiğine inanılıyor. Darda kalan “Yetiş Ya Geylani” diyor, bin yıl önce vefat etmiş Abdulkadir Geylani, gelip imdat isteyen müritlerini kurtarıyor.
Şeyhler müritlerinden rabıta da alıyor. Hatta günahlarını bile affediyor. Tıpkı Hıristiyanlardaki gibi günah çıkarma ayinleri yapan şeyhler bile var. Kızdıkları müritleri oldu mu aforoz bile ediyorlar. Hatta müritler, şeyhleri hakkında bir şey söyleyenlere “Şeyhim seni çarpar!..” bile diyebiliyor.
Bu tür yapılarda Kur’an ve Resulden çok tarikat şeyhlerinin dedikleri birinci planda kabul ediliyor. Şeyh, Kur’an’a aykırı bir şey söylerse müritler “Şeyhim yanlış yapmaz. Böyle dediyse vardır bir hikmeti.” deyip şirki bile içselleştirebiliyor.
Şeyhler ahirette de müritlerini yalnız bırakmıyor. Hatta “Biri sorguya götürülürken Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım.” denirse sorgu melekleri o müridi bırakıyormuş! Resulullah (sav) kızına; “Kızım Fatıma, nefsini Allah’tan satın al. Babanın Resul olmasına güvenme.” derken bu şeyhler, müritlerine cenneti garanti ediyor.
Bu tür yapılarda Kur’an’da yer almayan birçok ibadet de var. Helal-haram konusunda Kur’an değil, şeylerin söyledikleri geçerli. Allah’ın bildirmediği, emretmediği ibadet, helal-haram uydurmak var.
Her gün namazlarda “Yalnız Senden yardım dileriz” denirken bu yapıya mensup olanlarda ölülerden, mezarlardan yardım isteme adeta iman esası haline gelmiş.
Kur’an hiç kimsenin hiç kimseye faydası olmadığı günde herkesin kendi hesabını kendisi vereceğini bildirirken o gün Allah’ın elinden müritlerini şefaatle kurtarmayı garanti eden şeyhler mevcut. Hatta “müritlerimi almadan cennete gitmem” diye “Allah’a kafa tutan” şeyler bile var.
Bu yapılarda bir de ahlak dışı bazı inanışlar var ki insan yazarken utanıyor. Güya şeyhler, müritlerinin her halini gözetliyormuş. Hatta meşhur bir şeyh, “Bir mürşit, müridinin yatakta hangi yöne gittiğini göremiyorsa gitsin bir köyde çobanlık yapsın.” diyebiliyor. Yani bu yapılardaki müritler, şeyhlerinin evli müritlerinin yatak odasını bile dikizlediğine inanıyorlar.
Bazıları da bir erkeğin hanımı ile cinsel münasebette bulunurken hanımının Salih bir kimseyi düşünmesi halinde çocuğun da Salih kişi olacağını söyleyebiliyor. Bu tür ahlaksızlığa inanan şeyhler ve bunlara inanan müritleri neredeyse bütün tarikatlarda var. Hatta son dönemlerde yakalanan bazı şeyhlerin kadın-erkek ayrımı yapmadan bütün müritleri ile cinsel ilişkiye girdiğini ve bunun adının tarikatlarda “Badeleme” olarak adet olduğunu söyleyenler bile çıktı. Mahkemeye düşen böyle bir şeyhin müritleri, bu cinsel birleşmeye tarikatta belli mesafeler almak için kendi istekleriyle girdiklerini ve şeyhlerinden şikâyetçi olmadıklarını söylediler. Şeyh, müritlerine cinsel ilişki ile hâşâ “Muhammedin nurunu” aşılıyormuş.
Kuşadalı İbrahim’in deyimiyle gün gelip de kimi tekke ve tarikatların kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü, Kur’an’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce törenin, gösterinin din adına bu tarikatlarda uygulandığı da ayrı bir gerçektir.
Elini öptüren bir şeyhin bir yandan, “Elimi öpen cennete girer. Öptürmezsem müritlerimden cenneti esirgemiş olurum.” diye ilan ederken diğer yandan 12 yaşındaki küçük bir kıza tacizi ortaya çıkıyor.
Tasavvuf “Züht mesleği” yani dünyadan elini eteğini çekme mesleği iken bugünkü şeyhler Karun gibi zengin ve Firavun gibi bir hayat yaşıyorlar. Sadece kendileri değil, etraflarındaki bütün eş, dost, akrabaları da en lüks biçimde bir hayat sürüyor. Yaptıkları hiçbir iş de yok. Güya sözde, Resulullah yolunda olduklarını iddia ederken ve Resuller kendi el emekleri ile geçinirken bunlar müritlerini Allah ile aldatarak büyük servetler ediniyorlar. Bu çerçevede din ticareti yapıp cahillerin sırtından elde edilen servetler, oteller, kaplıcalar, fabrikalar gırla gidiyor. Çoğu da kayıt dışı, hiçbir vergi vermeden bu paraları topluyorlar. Siyasiler ise üç-beş oy uğruna bu soygunlara göz yumuyorlar.
“Yanmaz kefen” satanından, “Resulullah’ı rüyada gösteren terlik”e, Peygamberin saçının suyunu satmaktan her türlü din istismarına açık bu yapıların, devlet tarafından kontrolü de yapılmıyor. Bazı şeyhlerin kitaplarını veya eşyaları bir eve konulursa o evde yangın çıkmayacağına dair garanti verenler bile var.
Bu tiplere göre “Yetiş ya Rab” dersen soyulursun ama bir şeyh olan Hasan Harakani’nin ismini söylersen asla soyulmazsın. Bunu, yüzleri kızarmadan televizyon kanallarına çıkıp ballandıra ballandıra anlatanlar, güya kendilerini bir de “Ehl-i Sünnet” olarak lanse ediyorlar.
Yani bu yapılarda nereden bakarsak bakalım, din ticaretinden cinsel istismara, yolsuzluktan Allah ile aldatmaya kadar her türlü İslam dışı fiiller var ve bu yapıların başındakiler bunlara göz yumuyor.
“Gâvur icadı” diye mikrofon kullanmayan şeyhler, dışarı çıkınca gâvurun Mercedes arabasına binip, gâvurun yaptığı telefonla kurdukları şirketleri yönetiyor.
Gelen müritlere dağıtılan çorbanın şifalı ve tılsımlı olduğunu söyleyerek müritlerini işletenler bile mevcut. Kurulan tezgâhlarda müritlere her türlü dünyalık eşya satarak Karun gibi zenginleşiyorlar. Sattıkları kitaplar, dergiler ile milleti adeta sömürüyorlar. Cennetten arsa satanlar da az değil.
Bu yapılarda Kur’an yok, tevhit inancı yok ama bol bol şirk, hurafe, hikâye, masal var. Uçan mürşitler, hücresinde otururken Çeçenistan’da savaşan şeyhler, menzilde otururken Hint okyanusundaki bir gemideki müridini görüp, onun üzerinde tasarruf ettiğini iddia edenler da var.
Allah, Kur’an’da; “Onların çoğu (araya bir aracı koyup) müşrik olmadan Allah’a güven duymazlar.” (Yusuf, 106), “Allah katında canlıların en kötüsü, aklını kullanmayarak sağırlık ve dilsizlik edenlerdir.” (Enfal, 22) derken, bu yapılarda her türlü şirk alenen işleniyor. Allah ile bir kulun aracısız bir türlü buluşmasına hiç fırsat vermiyorlar. Müritlerin aklını kullanmasına asla müsaade edilmiyor.
“Mürit, şeyhin elinde ölü yıkayıcının elindeki ölü gibi olmalıdır.” diyerek insanların iradelerine ipotek konuluyor.
Ölen şeyhlerin kabirleri kutsanıp, mübarek mekânlar olarak ilan edilirken yerine ya oğullarından biri ya damatlar koltuğa konuyor. Şeyhlerin hanımları, kızları ve oğulları ise kutsal olduğundan diğer müritlerin onlara köle olması isteniyor. Hatta günümüzde Karun gibi zengin meşhur bir şeyh; “Gavsın çocuklarına itaat farzdır. Biz onların köleleri olacağız. Ayaklarını öpeceğiz.” diye bunu dinin bir emriymiş gibi telkin ediyor.
Bu yapılarda gavsların, kutupların, şeyhlerin kerametleri ise alabildiğine çok! Şeyhler binlerce keramet gösterip müritlerini kötülüklerden koruyormuş.
Anadolu’da “Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” diye bir atasözü var ama müritlerin uçurmasına ihtiyaç duymadan devamlı uçan şeyhler var.
Bu kerametler arasında hayvanları, insanları diriltenlerden, depremleri kovanlara, denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenlerden; aynı anda birçok yerde görünenlere (Abdallar), Peygamber’den 500 bin sene önce Kur’an’ı, Levh-i mahfuzda okuduğunu iddia edenlerden Peygamberlerden üstün olduklarını ileri sürmeye kadar adeta yok yok.
Bir bakışıyla binlerce insanı imana getiren, hatta çişiyle bir papazı bile imana getiren “Gavslar” var.
Gaybı ve kalplerde olanı sadece Allah bilmesine rağmen bu şeyhler, gaipten haber verip, müritlerinin kalplerini okuyorlar! Namaz kılarken şeyhinin resmini secde yerine koyup, secde edenleri gördüğümde, “Ya siz Allah yerine şeyhe secde ediyorsunuz.” dediğimde “Yok biz şeyhe rabıta yaparak oradan Allah’a çıkıyoruz. Şeyh bizimle Allah arasında aracı!..” dediklerine bizzat şahit oldum. Hâlbuki Allah (cc) Kur’an’da bakın ne buyuruyor:
“Haberin olsun, halis din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başkalarını evliyalar edinerek “Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz.” diyenlere gelince, Allah tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah yalancı, inkârcı kişiyi doğru yola iletmez. (Zümer, 3)
Müritlere göre, şeyhlerin bütünü sanki Süpermen. Nefesiyle ve tükürüğü ile kötürüm insanları iyileştirenler ise Anadolu’da çok yaygın. Şeyhlerin bütünü Allah dostu, evliya imiş. Sanki müritlerinin elinde “Evliya Ölçer” alet var.
İslam’da ölçü, takva sahibi Müslüman iken tarikatlar kendi şeyhlerini evliya ilan ediyor. Evliya “Allah dostu” demekmiş; Müslüman olup da “Allah dostu” olmayan birinin varlığını İslam, kabul eder mi?
Evine gelen misafire hanımını ikram etme ahlaksızlığının bir tarikat adabı olduğunu ileri süren tarikat kitapları, tam anlamıyla bozuk itikat, hurafe ve masallarla örülmüş.
Bazı tarikatlardaki sazlar, sözler, müzikler, dönmeler ise tamamıyla örflerden kaynaklanan kültürel kalıntılardan başka bir şey değilken bunlar dinin bir esasıymış gibi lanse ediliyor. Hatta birçok tarikatta bunlar tarikatın iman esası olarak ilan ediliyor.
Bazı tarikatlarda ise insanları çile adı altında zorla aç bırakıp, Hint fakirleri gibi olmadık işkenceler yapıyorlar. Birbirine şiş geçirenler ise her yıl yüzlerce insanın yaralanmasına ve hatta bazen ölmesine sebep oluyorlar.
İslam’ın kitabı Kur’an’da ve Kur’an’ın pratikteki uygulayıcısı Resulullah’ın hayatında bu tür safsataları, batıl itikat ve hareketleri görmek asla mümkün değildir.
Bazı tarikatlarda şeyhe mutlak itaat söz konusu olduğu için şeyh, bir müridine “git babanı, oğlunu kurban et” dese, müritler hiç çekinmeden bunu yerine getirebiliyor. İstanbul’da meşhur bir şeyh, kendilerine iltimas geçmediği için Üsküdar müftüsünü infaz edip yargılandıkları, tarihe not olarak düşülmüştür.
Neredeyse bütün tarikat ve cemaatler tıpkı Hıristiyanlar gibi Mehdi ve Mesih bekler. Hâlbuki ne Mehdi’nin gelmesi ne de Hz. İsa’nın yeniden dünyaya gelmesine ne Kur’an ne de sahih sünnet asla müsaade etmemektedir. Ne yazık ki neredeyse bütün tarikatlar kendi şeyhlerini ya Mehdi ya da Mesih olarak görmektedir.
Bu çerçevede şeyhlerini Mesih olarak gören FETÖ denen iblisi yapının 15 Temmuz 2016 tarihinde darbeye teşebbüs ederek 251 insanımızı şehit ettiği asla unutulmamalıdır. Bugünkü tarikat ve cemaatlerin kahır ekseriyetinin FETÖ denen iblisi yapıdan asla bir farkı yoktur. Ellerine geçecek bir fırsatta FETÖ’den daha kıyıcı olduklarına tarihteki Mehdilik hareketleri misal olarak durmaktadır.
“Pakistan’ın Mehmet Akif’i” şeyhini putlaştıranlara haklı olarak “Şeyhperestlik” adını takmıştır. Çünkü tarikatlar “Bu işte Allah ne buyuruyor, Kur’an bize nasıl yol gösteriyor.” demek yerine “Şeyhim ne derse ona uyarım, Bize 50 ayet de getirseniz bir şeyhlerimizin dediklerini kabul ederiz.” diyebiliyorlar.
Tarikatlarda en geçerli sloganlardan biri, “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” sözüdür. Bu sözü, bazı uydurma sözleri hadis diye lanse ederek desteklemeye çalışmaları, tarikatları tam anlamıyla komik duruma düşürmektedir. “Şeyhi olmayanın şeyhi Şeytan ise sizin şeyhin şeyhi kim?” diye sorduğumda “Bizim şeyhin şeyhi yok” cevabını verenlere “O zaman sizin şeyhin şeyhi Şeytandır” dediğimizde apışıp kalıyorlar.
Resulullah’ın hayatında olmayan, Sahabe ve tabiinin döneminde görülmeyen tarikatların ilk temelinin atılması miladi 760 yıllarına dayanır. Yani Resülullah’ın vefatından 130 yıl sonraya.
Şeyhe bağlılığı hâşâ Allah’a bağlılıkla bir tutan bu itikadı bozuk yapılar ne yazık ki bugün ülkemizde çok yaygın. Devletimiz ve gelen hükümetler ise küçük hesaplar, oy pazarlıkları sebebiyle bunlara dur demiyor.
Bu tür yapılar, kontrol altına alınmazsa ellerine geçirdikleri ilk fırsatta devleti yıkmak için harekete geçeceklerinden asla şüphem yoktur. Bu tür yapılar, bugün din düşmanlarından daha çok İslam’a zarar vermektedir. Kur’an şuuruna ve Tevhit hakikatine ermiş her Müslümanın bu tür zararlı yapılarla mücadele etmeleri günümüzde büyük cihattır. Çünkü tehlike içten gelmektedir ve FETÖ gibi bunların yüzlerinde de ne yazık ki İslam maskesi vardır.
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com