Animalizm'de ve Animizm’de; grup içerisinde "Alfa" diye tabir edilen "baskın" karakterdeki kurda meydan okuyan yalnız kurt, bu meydan okuma neticesinde ortaya çıkan mücadeleyi kaybettiğinde yalnızlaşır ve gruptan dışlanıp ötekileştirilerek, kendi kaderi ile ilgili olarak kendi kararlarını almaya mecbur bırakılır.
Kısacası kendi kaderine terk edilir.
Uluslararası ilişkilerde ve dış politikada, büyük ve güçlü ülkelerle ilişkileri gergin, komşu ülkelerle kavgalı ve kendi bölgesinde gözden düşen bir siyasi pozisyonda bulunan ülkeleri tanımlamak için kullanılan "Yalnız Kurt Sendromu" ve/veya "Değerli Yalnızlık" kavramları, siyasal ve konjonktürel bir durum ya da bu tür politik durumları tanımlamak için kullanılan bir simgedir.
Örneğin; Şamanizm'de "Kader ve Kıyamet" doktrini, bir kurt etrafında şekillendirilmiştir (Ateşin Efendisi).
Hayatın simgesi olan orman, bir gün yanarak yok olur ve bu yangından tek başına kurtulan kurt, bir tepeye çıkarak yangını ve dünyayı izler, alemi temaşa eder.
Bir süre sonra hayat döngüsünün tekerrür etmesiyle yanına gelen diğer hayvanlarla birlikte ava çıkar ve tam da bu noktada hayat, kaldığı yerden devam eder.
İsrail, büyük ve tarihsel bir travmanın yasını tamamlayamamış bir ülke olarak, Arap bölgesinde sıkışıp kalması nedeniyle genelde tahammül ve tolerans seviyesi düşük, bu nedenle tüm dış dünyayı kendine tehdit olarak gören, çoğu analiste göre de “yalnız kurt sendromu”nu yaşamaya devam eden bir devlettir.
Dolayısıyla yasını tamamlayamayan her örgüt gibi “yeni"ye ve “yeni olana” karşı gizli bir önyargıyla geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Şabak, Aman ve MOSSAD ve Şin Bet ile birlikte bu dört örgütünü güvenlik, soğuk savaş ve istihbarat konusunda bir enstrümanı kullanır gibi çok iyi kullanan İsrail, bugün özellikle operasyonel gücü yüksek tehlikeli bir güç olan MOSSAD eliyle dünyadaki itibarını korumaya çalışmaktadır.
MOSSAD'ın bu kadar güçlü ve caydırıcı olmasının asıl nedeni, geleneksel köklerine çok bağlı ve dindar olması olarak gösteriliyor. Bütün istihbarat kültürünü ve geleneğini Tevrat'tan ve Hz. Süleyman'ın öğretilerinden alan bu örgütün sloganı da "Yol göstereni olmayan ulus düşer. Danışmanı bol olan zafere gider." şeklindedir.
Psikolojik harp diğer adıyla "Asimetrik savaş" konusunda da başarılı olan MOSSAD'ın sadece Lohamah Psiglogit (The LAP) adı altında "psikolojik savaş", "propaganda" ve "karşı tarafa hatalı bilgiler verme" gibi görevleri olan bir birimi bulunmaktadır.
Resmi rakamlarla memur sayısı 1.000 civarında olan bu örgütün dünya çapında 35.000’den fazla ajanı ve bir o kadar da pasif, uyuyan, uyandırılmayı bekleyen Siyah/Beyaz/Arap olarak üçe ayrılan on binlerce haber kaynağı olduğundan bahsedilir.
Ama örgüt asıl gücünü "Katsa" adı verilen ve dünya genelinde 40'ı geçmeyen operasyonel özel kuvvetlerinden alır.
1960 yılında, 6 milyon Yahudi'nin ölümünden sorumlu olan önemli “SS” liderlerinden Adolf Eichmann'ı Arjantin'de bulan MOSSAD, İsrail'e getirilip sorgulanmasını sağladı ve 1962 yılında idama mahkûm edilen Eichmann, mahkeme kararıyla İsrail'de infaz edildi. Bu sırada MOSSAD'ın başında İsser Harel vardı.
Binyamin Netanyahu’nun başbakanlığı döneminde ise MOSSAD’ın bu kritik öneminin biraz pasifize edildiği söyleniyor.
Yönetmenliğini Steven Spielberg'in üstlendiği 2005, ABD yapımı ‘Munich’ filmi, örgütün dış operasyonlarını anlatan kült yapımlardan biridir.
Ayrıca dünyaca ünlü polisiye yazarı Gordon Thomas’ın “Gideon's Spies” kitabı, da MOSSAD ile ilgili önemli hikayeler içeriyor.
Gordon Thomas’ın “Gideon's Spies” kitabında anlatılan meşhur bir hikâyeye göre; 1995 yılının Ekim ayında ılık bir öğle üzerinde, MOSSAD'ın dahili güvenlik birimi Autahat Paylut Medienit'in (APM) bir teknisyeni, Tel Aviv'in Pinsker Sokağı'ndaki bir dairede dinleme cihazları bulmak için portatif tarama cihazını kullanıyordu.
Bu daire, MOSSAD'ın şehirde sahibi olduğu çok sayıdaki hücre evlerinden biriydi.
Yapılan tarama, kısa süre sonra orada yapılacak toplantının hassasiyetini gösteriyordu.
Dairenin elektronik açıdan temiz olduğuna karar verince, teknisyen oradan ayrıldı.
Dairedeki mobilyalar bit pazarından alınmış gibiydi; hiçbir şey birbirine uymuyordu.
Duvarlarda birkaç ucuz çerçevede asılmış resimler, turistlerin İsrail'de ziyaret etmeyi sevdikleri yerleri gösteriyordu.
Her odada rehberde bulunmayan hatlara bağlanmış birer telefon vardı.
Mutfakta, alışılmış ev aletleri yerine bir bilgisayar ve modem, bir kâğıt biçici, bir faks ve fırının olması gereken yerde de bir kasa vardır.
Hücre evleri genellikle MOSSAD'ın şehir dışındaki casus okulunun öğrencilerinin sokak tekniklerini öğrenirken kaldıkları yerlerdi:
Birini nasıl izleyeceklerini ya da kendilerini izleyenleri nasıl atlatacaklarını; mektup kutularına nasıl bomba yerleştireceklerini ya da gazete içine gizlenmiş bilgileri birbirlerine nasıl aktaracaklarını buralarda öğrenirlerdi.
Tel Aviv, gün ve geceler boyunca uzman eğitmenlerin gözetimi altında okul sahasına dönerdi.
Hücre evlerinde de dersler devam ederdi:
Hedef bir ülkeye giden bir Katsa’ya talimat vermeyi, özel mürekkeple mektupları yazmayı veya önceden belirlenmiş sıklıklarda kısa patlamalar halinde aktarılacak bilgiler yaratmak için bilgisayar kullanmayı bu evlerde öğrenirlerdi.
Bitmek tükenmek bilmez gibi görünen eğitimin en önemli parçalarından biri, masum ve hiçbir şeyden haberi olmayan insanlarla ilişkiye girmeyi öğrenmekti.
Son yirmi beş yıldır, dünyanın her yanında “Katsa” olarak çalışmış olan Yaakov Cohen, başarısının bir sırrının bu derslerde öğrendiği şeyler olduğuna inanıyordu:
"Herkes ve her şey bir araç olarak kullanılabilir. İnsanlara yalan söyleyebilirim, çünkü onlarla ilişkilerimde gerçeğin yeri yoktur.
Önemli olan tek şey, onları İsrail'in çıkarları için kullanmaktır.
Daha başlangıçtan itibaren bir prensibi çok iyi öğrendim: MOSSAD ve İsrail için doğru olanı yap!"
Bu anlayışla yaşamayı başaramayanlar, kendilerini çabucak servisin dışında buluveriyorlardı.
MOSSAD'ın en iyi ajanlarından biri olan David Kimche, bu konuda şunları söylemektedir:
"Birçoğunun çağrıldığını sandığı ve birkaçının seçildiği eski ve doğru bir hikayedir.
O açıdan biraz Katolik Kilisesi'ne benzeriz.
İçeride kalanlar, hayatları boyunca onlarla birlikte yaşayacak bağlar geliştirirler.
‘Bana yardım edersen sana yardım ederim,' prensibiyle yaşarız.
Hayatınız için insanlara güvenmeyi öğrenirsiniz. Bundan daha büyük bir güven olmaz."
Hücre evlerine gelen erkek ve kadınlar, bir sonraki aşamaya geçene kadar, bu felsefe hepsinin zihinlerine kazındı.
Onlar artık görevlere ayrılan veya rapor vermek üzere dönen ‘katsalar’dı.
Kısa süreyle deniz aşırı bölgelerde görev yaptıklarından, onlara "sıçrayanlar" denirdi; dolayısıyla hücre evlerine kaçınılmaz bir şekilde "sıçrama tahtası" denebilirdi.
Son olarak, hücre evleri bir muhbirle buluşma ya da bir ajan olarak görevlendirilmesi muhtemel potansiyel bir hedefi sorgulama yeriydi.
Sayıları hakkındaki tek açıklama, eski bir MOSSAD yetkilisi Victor Ostrovsky'den gelmişti.
1991 yılında şöyle diyordu:
"Bütün dünyada yaklaşık 35 bin Katsa var. Bunlardan 20 bini görevde ve 15 bini de uyur durumda.
Arap ajanlara 'Siyah' ve Arap olmayan ajanlara 'Beyaz' denir.
'Uyarıcı ajanlar,' savaş hazırlıklarına karşı uyarıda bulunan stratejik ajanlardı:
Bir Suriye hastanesinde, büyük miktarda yeni bir uyuşturucu sevkiyatını haber veren bir doktor; savaş gemilerinde artan hareketliliği fark eden bir liman işçisi gibi."
Bu ajanlardan bazıları, o Ekim gününde dinleme cihazlarına karşı tarama yapılan o hücre evlerine benzer yerlerde ilk talimatlarını alırlardı.
Aynı ilerleyen saatlerde, İsrail istihbarat dünyasında görevli üst düzey bir grup yetkili, Başbakan Yitzhak Rabin'in tam onayıyla, bir suikasti planlamak üzere o dairede toplanacaktı.
Göreve geldikten sonraki üç yıl içinde, Rabin, terörist saldırılarında kurban gidenlerin giderek artan sayıdaki cenazelerine katılmıştı; her seferinde tabutların arkasında yürümüş, yetişkin adamların hüngür hüngür ağlayışlarını izlemişti.
Her ölümle kendi gönlünde bir cenaze yaşamıştı.
Bu, Rabin'in intikamının hissedildiği ilk sefer değildi; Rabin'in kendisi de birkaç kez intikam faaliyetlerine katılmıştı.
Bunlardan en önemlisi, Yaser Arafat'ın sağ kolu, bütün Arap dünyasında ve MOSSAD'ın Honeywell bilgisayarlarında Ebu Cihad, yani “Kutsal Savaşın Sesi” olarak tanınan Halil El Vezir idi.
1988 yılında Pinsker sokağındaki aynı evde Ebu Cihad'ın ölmesi gerektiğine karar verildiğinde Rabin, İsrail Savunma Bakanı idi.
MOSSAD ajanları, iki ay boyunca Ebu Cihad'ın Tunus'un biraz dışındaki Sidi Bou Said bölgesindeki villasını yoğun gözlem altına almışlardı.
Ulaşım yolları, giriş noktaları, çitlerin tipi ve yüksekliği, pencereler, kapılar, kilitler, savunma sistemleri, Ebu Cihad'ın korumalarının izlediği yollar; her şey izlenmiş, kaydedilmiş ve tekrar tekrar kontrol edilmişti.
Ebu Cihad'ın karısını çocuklarıyla izlerken, onlarla birlikte alışverişe çıkarken ve kuaföre giderken izlemişlerdi.
Kocasıyla yaptığı telefon görüşmelerini dinlemiş, yatak odalarına dinleme cihazları yerleştirmiş, mahrem ilişkilerini izlemişlerdi.
Bir odanın diğerine olan uzaklığını hesaplamış, komşuların neler yaptığını, ne zaman evde olduklarını öğrenmiş, villaya gelip giden araçların markalarını, renklerini ve plaka numaralarını kaydetmişlerdi.
Meir Amit'in bir suikast için yıllar önce belirlediği kural, hala zihinlerdeydi:
"Hedefin gibi düşün ve ancak tetiği çekerken o olmayı bırak!”
.
Halil Emrah Macit, dikGAZETE.com