Gandi’ye ‘Batı uygarlığı’ hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, ‘İyi bir fikir olabilirdi’ demişti. Bizimki de o hesap, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından muhalefetin seçimi kazanması ‘iyi bir fikir’ olabilirdi. Ama ardından, ciddi bir muhasebe yapmaktan kaçınmak pek iyi bir fikir değil.
CHP cenahında, mızıkçılık öne çıkarken, İYİ Parti cenahında belli ki yenilgiyi CHP’ye yıkmak hâkim görüş haline gelmiş durumda.
Seçimlerin adil koşullarda olmadığını ileri sürmek aslında bir durum tespiti, zaten, hâlihazırda siyaset, adil koşullarda yapılamadığı için, Türkiye’nin demokratikleşmesinin zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Ama, siyaset, mevcut koşullarda yarışmayı göze almayı gerektiriyor.
Nitekim, kimse kusura bakmasın ama AK Parti de adil olmayan koşullarda yarışmış ve iktidara gelmişti. Dahası 2008 yılında kapatma davası ile yargı darbesine maruz kalma tehlikesi atlattı.
Diğer taraftan, mevcut koşulların oluşmasında, yani otoriter bir rejimin inşa sürecinde muhalefet siyasetlerinin sorumluluğunu da hatırlamak lazım.
CHP’nin siyasi dokunulmazlığın kaldırılması lehinde oy verdikten sonra, iktidar partisi ve liderinin özellikle de Kürt siyasal alanını ‘mayınlı tarla’ya çevirmesinin önü açılmış oldu. Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı’nın genel oy ile seçilmesi kararının desteklenmesi, başkanlık sisteminin ilk adımı oldu.
Buna ek olarak, liberal sol kesim de yargı bağımsızlığına karşı olduğu besbelli olan 2010 Yargı Reformu’na destek vermiş idi ve geldiğimiz nokta ortada.
“Bu aşamalarda itiraz etmeyenlerin şimdi itiraz etmeye hakkı yok” demek istemiyorum, ama sığ siyasi değerlendirmelere dayalı siyasi öngörüsüzlüğün bizi ne hâle getirdiğini hatırlamakta fayda var. Zira, hâlihazırda ortalara saçılan sığ toplumsal ve siyasal analiz ve ezberlerde ısrar etmek de geleceğimizi karartacak diye korkuyorum.
Sığ değerlendirme ve onun devamında siyasi öngörüsüzlüklerden neyi mi kastediyorum?
Mesela, dünya alt üst olmuşken ‘AB perspektifi’ ve ABD ittifakı peşine düşmek.
İç politikada, mesela ‘tencere iktidar götürür’ gibi ucuz bir lafa, siyasi bilgelik atfedip peşinden gitmek.
Mesela, ‘milliyetçilik prim yapıyor’ diye, ‘vatanseverliğin milliyetçilik olmadığını’ anlatmak yerine milliyetçiliğe rehin düşmek.
Mesela, AK Parti’nin toplumsal desteğini ‘muhafazakârlık’/ ’muhafazakâr seçmen’ mitine bağlayıp, muhafazakarlık/ dindarlık yarıştırmaya kalkmak. Bir yandan bunu yaparken, diğer yandan din/dindarlık konusuna katı önyargılar çerçevesinde bakmakta ısrar etmek.
Mesela, Taliban rejimi ile AK Parti yönetimi arasında bağ kurarak inandırıcılık zaafı yaratmak.
Mesela, iktidar partisinin kadın politikalarına dair sorunlara hakkaniyet çerçevesinde işaret etmek yerine, onu ‘kadın düşmanı’ ilan etmenin anlamsızlığı.
Mesela, mesela, mesela…
Sadece muhalefetin CHP kanadından söz etmiyorum, sağ kanadın çoğunluğunu temsil eden İYİ Parti’nin Kürt meselesi konusunda, iktidar ittifakı içinde yer alan MHP’den farklı bir görüş ve tutum üretememesine rağmen kendini Türkiye’de demokratikleşmenin aktörü olarak takdim etmesi.
Alevilik konusunda tereddütlerinin, iktidar partisinin Alevi karşıtı propagandasını güçlendirmesi.
Kısacası, iktidar ittifakına karşı siyaseti, benzer bir zihniyet çerçevesinde örgütlemeye çalışması.
HDP ve Kürt siyasetine gelince, o ayrıca bir yazının konusu olmayı hak ediyor.
Şimdilik sadece, “zamanında en ufak bir eleştiriye tahammülü olmayanların, baş eleştirmen kesildiğini söyleyeyim, gerisini siz anlayın” demeyeceğim. Çünkü, sadece bu konuda değil, genel olarak, zamanında işe yarayabilecek yüzleşme ve sorgulamaların iş işten geçtikten sonra yapılmasının verdiği zarar gözlerden kaçıyor.
Oysa, iş işten geçtikten sonra seslendirilenler, siyasi kayıpların sorumluluğundan kurtulmanın yolu olmaktan başka işe yaramıyor.
Her şeye ve tüm zaaflarına rağmen, farklı siyasi görüşlerin temsilcilerini buluşturan Millet İttifakı ve HDP’nin desteği, toplumsal barış ve demokratik siyasetin siyasal uzlaşma ile mümkün olacağını ifade etmesi açısından iyi fikirdi.
Maalesef öyle görünüyor ama umarım, seçim yenilgisi ardından yapılan muhasebelerde ilk kurban bu fikir olmaz.
Millet İttifakı devam etmeyebilir, ancak bu anlayış, bir biçimde canlı tutulmalı diye düşünüyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com