USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Sanatın vicdanı, sessizliğin yükü

Sanatın vicdanı, sessizliğin yükü
26-03-2025

-Eser: Erdoğan Paksoy - Karanlığın İçinde Bir Mum Yak, Işık Olsun…

Sanatın Vicdanı, Sessizliğin Yükü

Bir ülkenin kalp atışlarını ölçmek istiyorsanız, sokaklarına değil; şarkılarına, oyunlarına, şiirlerine, romanlarına, resimlerine bakın. Çünkü kimi zaman en gür ses, bir gitar teliyle, bir perde aralığından ya da defter kenarına düşen bir dizeyle gelir. Bazen bir genç, susturulduğu meydanda değil; evinin küçük balkonunda bir ezgiyle anlatır derdini. Çünkü sözcükler engellenebilir, adımlar durdurulabilir ama sanat, yön tayin etmez; aksine yönünü kaybedene pusula olur.

Bu topraklarda sanatçı, sadece üretmez; ülke tarihini, ortaya koyduğu eserlere taşır. Ve bu tarih zaman zaman karanlıkla, zaman zaman da umutla yoğrulur.

Sanat için sanat” mı, “toplum için sanat” mı diye hala süregelen tartışmalar başını alıp giderken, entelektüel kesime dahil olan, sevgili sanatçıların da topluma doğrudan veya dolaylı bir ayna olması, topluma ışık tutması gerektiğini düşünüyorum. Bir sanatçı, sadece kendi için üretiyor olsa bile, ürettiği eser, toplumun o esnada yaşanmakta olan süreçlerinden bağımsız olamayacağı için her halükârda o toplumun bir yansıması olacaktır. Nihayetinde, benim gözümde, sanat için yapılan sanatın bile bir noktada topluma hizmet etmesi kaçınılmazdır.

Bugünlerde şehirlerin kalbi başka türlü atıyor. Birbirini hiç tanımayan insanlar bir meydanda aynı sese ve ritime kulak kesiliyor. Saraçhane’de binlerce adım, tek bir vicdanın sesiymişçesine yankılanıyor. Diğer yandan, o cümbüşün arasında, üniversite kampüslerinde, gençlerin hayalleriyle birlikte yere düşen çantalarından yayılan o sessizlik, çaresizliğin, yardıma muhtaçlığın ama vazgeçmeyişin sessizliği… İşte, o sessizlik çok tanıdık. Çünkü bu coğrafya, karanlığı sessizlikle, umudu sesle tanır.

Ve ne tuhaftır ki, kelimelerden korkulur hale geldiğinde, bir şarkının, bir film karesinin veya bir resimin çok şey anlattığı görülür. Tam da bu yüzden, sanatçının susması yalnızca kendi sesiyle, kendi korkularıyla ilgili değildir. O susarsa; onunla birlikte binlerce hikâye, yüzlerce düş susar ve belki de bir halkın en haklı cümlesi eksik kalır. Gerçek bir sanatçının sessiz kalma hakkı yoktur. Sanatın kendisi, adı üzerinde, bir dışavurumdur.

Rahmetli Barış Manço, milyonları birleştirmişti. Bir programda söylediği türkü, dağ köylerindeki çocuklarla Avrupa’daki işçilerin evlerinde aynı anda dinlenmişti, halkın ortak sesi olmuştu. Genco Erkal, bir delinin güncesinden ülkenin akıl sağlığını anlamamızı sağlamıştı. Sezen Aksu, sadece bir aşkı değil; aşkın sınır tanımayan hallerini cesurca dillendirmişti. Zülfü Livaneli’nin melodileri bazen bir meydanda, bazen bir hücrede aldığımız nefes olmuştu.

Sanatın ne siyaseti olur ne de partisi ama vicdanı olur. Bugün, o vicdanın sınandığı günlerdeyiz. Sokak ortasında genç bir kadının yere itilmesi, bir öğrencinin ters kelepçeyle susturulması… Bunların hangi satıra, hangi nota aralığına sığabileceğini bilmiyorum. Ama biliyorum ki, bir yerlerde biri bunu bir oyuna, bir romana, bir enstalasyona dönüştürecek. Çünkü sanatçı, unutmaz ve unutturmaz.

Hiçbir şarkı, doğrudan verdiği mesajı bağırmaz ama kulakta izini bırakır. Hiçbir oyun, açıkça çağrı yapmaz ama zihinde yer eder, düşündürür. Hiçbir resim, slogan atmaz ama odaklandığı duyguyu haykırır. O yüzden korkulan, çoğu zaman bir besteci veya ressam değil; onun notasına sinmiş, tuvaline gizlenmiş hakikattir.

Bugünlerde, herkesin her şeyi duyduğu ama çoğu kimsenin ses etmediği bir çağdayız. İşte bu yüzden sanatçının susması, bir tercihten çok bir yoksunluktur. Gerçek anlamda sanatçı olmak ile icraatçı olmak aynı şeyler değildir. Bu durumda, halkın da dönüp ünlü olanla, gerçek sanatçı arasındaki ayrımı bilinçli bir şekilde yapması gerekir. Bir insan, sahip olduğu entelektüel birikimi veya gücü, statüyü bireysel çıkarlarının dışında kullanmaktan kaçınıyor ve toplumsal olaylara tepkisiz kalmayı tercih ediyorsa, sahip olduğu ünü veya konumu hak etmiyor demektir. Gerçek sanatçıların ise halk ile arasına köprü kurmadığını, halkın bizzat içinde olduklarını, olamadıkları yerde de sanatlarıyla düşüncelerini ifade edecek bir yol aradıklarını zaten görüyoruz.

Sanatçı tarafsız olamaz. Muhakkak bir şeylerden, bazı renklerden, bazı akımlardan, bazı ressamlardan, bazı ideolojilerden taraftır. Kendi yeteneği, eğitimi ve tecrübesiyle bu taraflılıkları birleştirerek karmaşık ve çok renkli, çok sesli ürünler ortaya koyabilir. Ama kendisine sorduğunuzda bir konumu, bir duruşu, bir tarzı, onu özgün kılan bir özelliği muhakkak vardır.

Bana kalırsa, sanatın ve sanatçının şu anki görevi kimseye karşı olmak değil ama bir şeylerin yanında olmak: İnsan onurunun, ifade özgürlüğünün, barışın ve adaletin. Bazen de sadece “iyi olan”ın…

Yeter ki, susmasınlar.

.

Eylül Aşkın, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?