SAĞCILAR AMERİKANCI
Bir konferansta konuşmacı olan Profesör, 1947 yılında yapılan ABD ile Türkiye arasında “Fulbright” anlaşmasından bahsederek, bunun ülkemize getirdiği zararları anlatmış ve bunun tek sorumlusu olarak da dönemin siyasi figürlerinden olan solcu İsmet İnönü’yü göstermişti.
Konferansın sonunda soru-cevap bölümü vardı. Söz alarak meseleyi anlatan profesöre değil, oturum başkanlığını yapan meşhur bir politikacıya şöyle bir soru sormuştum:
“Sayın başkan, madem adı zikredilen Fulbright anlaşması solcu İnönü tarafından getirildi. Bu anlaşma, ülkemiz için bu kadar zararlı ise, sizin de içinde bulunduğunuz parti de dâhil 1950 yılından beri iktidarda hep kendilerini sağcı olarak niteleyenler vardı. Neden bu zararlı anlaşmaya son vermediniz?”
Oturum başkanı soruya şaşırmıştı. O şaşkınlık içinde şöyle bir cevap verdi:
“İnan Selim kardeşim ben bu meseleyi yeni duydum!”
Bu kez de ben başkanın, “yeni duydum” cevabına şaşırmıştım. Çünkü soruyu sorduğum kişi, milliyetçi olarak bilinen bir partinin içinde vekillik, yöneticilik yapmıştı. Böyle bir anlaşmadan haberi olmaması mümkün değildi. Zaten verdiği cevap, sorumun cevabı da değildi.
Bu sebeple yeniden söz alarak söylediklerine şöyle itirazda bulundum:
“Bence öyle değil başkan. Ne yazık ki ülkemizdeki sağ partiler, hep Amerikancıdır. İktidar da olsalar Amerika istemediği müddetçe kaldıramamışlardır.”
Gerçekten ülkemizde 1950 yılından beri genel olarak aralardaki kısa dönem iktidar olan solcuları saymazsak kendilerine sağcı ve milliyetçi denilen partiler ya tek başlarına ya da koalisyon olarak iktidar olmuşlardır.
İşin ilginç tarafı, bu iktidarlar sırasında Amerika’nın aleyhine bir tane karar bulmak oldukça zordur. Hatta bu dönemde Amerika bizim “Stratejik müttefikimiz” sayılmış ve ülke politikalarında yol gösterici başat rol oynamıştır.
Bundan dolayı ufak tefek bazı istisnaları saymazsak genel olarak ülkemizde iktidar olan sağ hükümetler hep Amerikan politikalarına uygun hareket etmişlerdir.
Amerika ile 1974 Kıbrıs harekâtı sonrası yaşanan bazı menfi gelişmeler sonunda bize karşı konan ambargolara cevap olarak biz de ABD üslerinin kapatılmasına karar vermiştik. Ancak bu ambargo da ne yazık ki solcu Ecevit tarafından gerçekleştirilmiştir.
1980 darbesi, 1997 28 Şubat postmodern darbe girişimi ve sonrasında meydana gelen askeri hareketlerin de yine ABD’nin menfaatleri doğrultusunda kotarıldığı açıktır.
Amerika ne zaman kendi çıkarlarına zarar geleceğini anlamışsa hakarete geçmiş ve yerli uşaklarına darbe yaptırmıştır.
27 Aralık 1947 tarihinde imzalanan Fulbright anlaşması, Amerika ve diğer ülkeler arasında kültürler arası ilişkileri, kültürel diplomasiyi ve kültürler arası yetkinlikleri bilgi ve beceri alışverişi yoluyla geliştirmeyi amaçlayan ve Amerika tarafından organize edilen kültürel değişim politikalarından biri olarak bilinir.
Fulbright anlaşması ile oluşturulan komisyon o günden beri ülkemizdeki eğitim sistemini şekillendirmektedir.
Anlaşma gereği komisyonun başkanlığını Amerikan’ın Türkiye Büyükelçisi yapmaktadır.
Fulbright komisyonu, ilkokuldan İmam Hatip Liselerine kadar bütün eğitim müfredatlarını belirlemede yetkili bir kurumdur.
Bu anlaşma ile Türk Milli Eğitim sistemi altüst olmuş, millilik adına ne varsa yok edilmiş, ülkemizi parçalayacak alt yapıyı oluşturularak Türk milliyetçiliği fikir sistemi yok edilmek istenmiştir.
Emperyalist bir zihniyet taşıyan Amerika yönetimi Fulbright tipi değişik anlaşmalarla sadece ülkemizi değil, sömürmek istediği birçok ülkede de bu türden uygulamalar gerçekleştirmişlerdir.
Fulbright anlaşmasının en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesi olmuştur.
Ne yazık ki bütün bunlar güya yardım adı altında gerçekleşmiş, Amerika, yaptığı bu anlaşmalarla kendini adeta bir iyilik meleği olarak göstermesini bilmiştir.
Sözde bu anlaşma ile geleceğin “Türk” yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika’ya Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlileri götürülmüş, “eğitilerek(!..)” geri yollanmıştır.
Hâlbuki açık biçimde yapılan ülkemizde yetişen zeki insanların seçilerek Amerika’ya götürülmesi ve orada onların menfaatleri doğrultusunda istihdam edilmesidir.
Açık biçimde ifade etmek gerekirse bir “Beyin göçü” projesidir ve Amerika, bunu çok başarılı şekilde 1950 yılından bugüne kadar sürdürmüş ve hala da sürdürmektedir.
Amerika, kendi menfaatleri doğrultusunda kotardığı böyle bir projenin masraflarını da ne yazık ki yine bize ödettirmiştir.
Bu gerçek, sözü edilen Fulbright anlaşmanın birinci maddesinde şöyledir:
“Türkiye’de ‘Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’ adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır.”
Sözde “Stratejik ortağımız” olan Amerika, dün kültür ve yardım adı atında ne kadar milli meselemiz varsa yok etmek için çalışmışsa ne yazık ki bugün de ne kadar düşmanımız olan terör örgütü varsa hepsini beslemekte, Irak ve Suriye’deki terör örgütlerine binlerce tır dolusu silah vererek bize karşı kullanmaktadır.
Emperyalist politikalar taşıyan ve tarihi sömürgecilikle, katliamla dolu olan Amerika’nın kurdurduğu Fulbright komisyonunun 5. Maddesi ise komisyonun kimlerden meydana geleceğini belirlemektedir:
“Komisyon; dördü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Dördü de ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.”
Sömürgeci bir zihniyet taşıyan Amerikalıların milli eğitim sistemimize ilgileri günümüze dek hiç eksilmemiştir.
Ne yazık ki Amerika hala bu anlaşmayla, Milli Eğitim Bakanlığı’nda personel politikalarından ders programlarına, pek çok konuda stratejik kararlar önerebilmektedir.
Bunu gerçekleştiren “Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon da mevcuttur.
Bu komisyonun başında Amerikan Büyükelçisi oturmaktadır.
Bugün de o kadar taviz verdiğimize göre bu şartlar muhtemelen aynı şekilde, belki de daha da ağır şekilde devam etmektedir.
Aradan yetmiş küsur yıl geçti…
Türkiye, eğitiminin kılcal damarlarına giren ABD-Türkiye kültür anlaşması, bugün hala yürürlüktedir ve hiçbir hükümetin bunu kaldırma gibi bir projesi veya çalışması da yoktur.
Amerika kurulduğundan beri emperyalist sömürgeci bir zihniyetle ülkelere yaklaşmıştır.
Bu yaklaşım ülkemize yönelikte aynısıyla devam etmiştir.
Amerika ile aramızda yaptığımız hiçbir anlaşma bizim menfaatlerimi hedeflememektedir.
Amerika’nın Türkiye’ye yönelik, kâğıt üzerinde güzel görünen ama aslında her biri sömürülmemizin kapılarını aralayan anlaşmalar sadece eğitim alanında yapılmamıştır.
1947 yılında “Truman Doktrini” ile ABD’den askeri yardım anlaşması, 1948 yılında ekonomik alanda yapılan Marshall Planı ve Eğitim alanında yapılan Fulbright Antlaşması, Amerika’nın ülkemizi her alanda sömürmesi için gerçekleştirdiği projelerdir.
Talim Terbiye Kurulu’nun üstünde görev yapmakta olan Fulbright Eğitim Komisyonu hala göreve devam ediyor.
Amerika yapılan anlaşmalarla ne kadar milli ve yerli değerimiz varsa onu yok etmenin peşine düştüler. Türk Milli Eğitim sistemini baştan aşağı değiştirerek ezberci bir zihniyeti hortlattılar.
İlkokuldan üniversiteye kadar ders kitapları, Batı merkezli kurgu tarih bilgileriyle gençlerimizin beynini yıkamayı amaç edindiler.
Bu yapılan sözde anlaşmalarla okullarımıza ABD’den sadece süt tozu gelmedi.
Yıllardır milletten gizlenen Fulbright antlaşmasıyla ABD, Türkiye’ye uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altında çok sayıda ajan getirerek menfaatleri doğrultusunda kullanacak yerlere yerleştirdiler.
Marshall Planı adı altında yapılan anlaşmalarla verilen paralar karşılığında ağır anlaşmaları da beraberinde getirdiler.
Uçak yapan bir ülke konumunda iken uçak ve silah fabrikalarını kapattırarak bizi başkalarına muhtaç hale getirdiler. Uçak fabrikası kuran Nuri Demirağ’ın fabrikaları engellendi ve iflasa sürüklendi. Uçak fabrikaları marangoz atölyesine ve soba üreten fabrikalara çevrildi.
Amerika bugün sözde ülkemizle stratejik ortak ama ne hikmetse ortağının yıllardır zor durumda bırakan terör örgütleriyle dostluk yaşıyor.
Sözde stratejik ortağımız Amerika bugün Suriye’de, Irak’ta, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin milli çıkarlarını tehlikeye, güvenliğini de riske atan politika ve stratejiler izliyor.
Başta da belirtiğim gibi “Fulbright” anlaşması kurulduğu günden beri Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyı oluşturan ve Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan bir anlaşmadır ve hala devam etmektedir.
Ülkesini seven herkese çağrıda bulunarak ülkemize böyle zarar veren bir anlaşmanın derhal sonlandırılması gerekmektedir.
Bugün Talim Terbiye Kurulu’nun üstünde görev yapmakta olan Fulbright anlaşmasının ortadan kaldırılmasını istiyoruz ama ne yazık ki bunu gerçekleştirecek siyasi iradenin henüz mevcut olmadığını görüyoruz.
Çünkü hala iktidarda “sağcılar” vardır ve bu sağcıların Amerika aleyhine ve zararına olacak bir harekette bulunmaları şimdilik zor görünmektedir.
Burada zihinlerimize “Sağcılık nedir?” diye bir soru gelebilir.
Sağın tek bir tanımı yoktur.
Farklı toplumlara, tarihi dönemlere, siyasi sistemlere ve ideolojilere göre bu tarifler değişmektedir.
Liberal demokrasilerde siyasi sağ genellikle sosyalizme ve sosyal demokrasiye karşıdır ve muhafazakâr, dindar, siyasal İslamcı, Hristiyan demokrat, klasik liberal ve milliyetçi partilerin yanı sıra aşırı sağcı faşist grupları da içerir.
Sağcılık, toplumsal hiyerarşiyi ve sosyal eşitsizliği kabul eden, destekleyen siyasal duruş veya etkinlik olarak da tanımlanabilir.
Sağ ve sol kavramları, Fransız Devrimi (1789-1799) zamanında, ayrı görüşteki siyasetçilerin Fransız parlamentosunun sağında veya solunda oturmalarından esinlenilerek oluşturulmuştur.
Fransa’da orijinal sağ; hiyerarşiyi, geleneği ve muhafazakârlığı destekleyen siyasetçileri kapsardı.
İngilizce konuşan ülkelerde sağ ve sol kavramlarının siyasette kullanımı, 20. yüzyılda başlamıştır.
Bu yüzden sağcılığın anlamı; toplumlara, tarihi dönemlere ve siyasal düzenlere ve ideolojilere göre değişiklik göstermiştir.
Sağ kavramı aslen gelenekçileri tanımlamak için kullanılmasına rağmen zaman içinde; liberal muhafazakârları, klasik liberalleri, muhafazakârları, Hıristiyan demokratları, siyasal İslamcıları ve çeşitli milliyetçileri de tanımlamada kullanılarak biraz daha çeşitlilik kazanmıştır.
Bugün uygulandığı ülkelerde sağcılığın siyasal yelpazesi, merkez sağdan aşırı sağa kadar uzanır.
“Fulbright” anlaşmasının yapıldığı 1950 yıllarından beri iktidarda hep sağ partiler olmuştur ama ne yazık ki ne kadar milli meselemiz varsa yok etmek için yapılan bu tür anlaşmalara kimse dokunamamaktadır.
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com
enver 1 yıl önce