Uluslararası rekabette birçok konunun iç içe geçmiş olmasından dolayı anlatımlarımız uzun bir yazı ve çok dağınık konular olarak algılanabilir belki. Fakat sabırla okunmasını rica ederek başlayalım.
“Gerginliğin yaşandığı bölgelerde, gerginlik yaşayan tarafların üstünlüğü öncelikli pozisyondadır” diyerek gelişmeleri okumaya başlayalım isterseniz.
Her bölgesel gerginlik bir strateji üzerine oturtulmak zorundadır.
Hal böyle olunca…
- Rusya’nın gerginlik stratejisi, rakibin içine Truva atı yerleştirmek üzerine kurgulanırken…
- ABD’nin gerginlik stratejisi, rakibinin etrafına duvarlar örmek üzerine kurgulanmaktadır…
- Türkiye’nin stratejisi, jeostratejik konumu gereği ticaret akışının merkez üssü olma yönünde planlamalar yapıldığı için açık kapı ve serbestiyet stratejisi üzerine kurgulanmaktadır…
- İngiltere’nin stratejisi, küresel projeler üreterek ticaretin başlangıç noktası ve son tüketim noktası arasında bulunan geçiş güzergahındaki bölgeleri rekabet içerisine sokarak kendisini daima ticaretin merkezinde tutmak üzere kurgulanmaktadır…
- Çin’in stratejisi, başlangıç aşamasında üretimini ve pazarlamasını rakipsiz kılacak şekilde global pazarda ürün fiyat değerlerini uluslararası pazarın çok altında tutarak ilişkiler geliştirmek, bu sayede ekonomik güç kazanmak ve kazandığı güç sayesinde atılım yaparak kurmuş olduğu ilişkileri kendi kontrolü altına almak üzere kurgulanmıştır…
Tüm bu stratejileri masaya yatırdığımızda ise karşımıza çıkan resimde, önceki dönemlerde bölgesel paylaşımlar küçük ölçeklerde yapılırken, günümüzde biriken sermaye ve teknolojik alt yapının yüksek ölçeklere ulaşması neticesinde, küresel bir planlamanın ve paylaşımın (kontrol altına almak) başlatıldığını görmekteyiz.
Gelelim; Rusya ve ABD’nin gerginlik yaşadığı süreç sırasında Avrupa kıtasının yeniden şekillendirilmesi konusuna…
Avrupa kıtası, ekonomik ve sosyo kültürel birikimleri sayesinde açılım yapma ve çember genişletme arifesine geldiğini kendi ordusunu kurmak istediğini ilan ederek, tabir yerindeyse güç merkezlerine meydan okumuştur.
Her kesim, kendi sınırları içerisinde hâkim olmayı ve kendi sınırları dışında kalan bölgelerde ise nüfuz etmeyi istemektedir.
Bu aşamada kilit nokta ve güç merkezlerinin çatışma alanı olarak ortaya çıkan İran ve Irak coğrafyasının ticari geçiş güzergahı üzerinde olması, ayrıca yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin iştahları kabartması hasebi ile en riskli bölgeler olarak önümüzde durmaktadırlar.
“Avrupa’nın lokomotifi” olarak görülen “Almanya’nın İran ve Irak ile olan siyasi ve ekonomik ilişkileri, İran veya Irak’ta şayet sıcak bir çatışma çıkarsa sekteye uğrayacaktır” öngörüsü şimdilik hakim görünmektedir.
Bundan dolayı Avrupa’yı besleyen hammadde ve enerji arzında eksilme söz konusu olursa da Avrupa’nın şekillendirilmesi, ABD ve Rusya’nın eli ile hız kazanarak ilerleme kaydedecektir.
Bu durumu öngören “Avrupa, Japonya hamlesini başlatmış ve kendisine yeni yollar açmanın telaşı içerisine girmiştir” de diyebiliriz.
Tam bir oyun içinde oyun ve kurulan çemberleri yarma hamleleri değil mi!?.
Siz ne dersiniz.?
Daha önceki makalelerimizde “Ey Amerikan ambargosu!.. Sen nelere kadirsin!..” diyerek, Amerika’nın İran’a uyguladığı ambargonun global ölçekteki ticari dağılımı paylaştırma hamlesi olduğunu anlatmaya çalışmıştık.
İran’a uygulanan ambargo sayesinde zaman ve güç kazanan uzakdoğu bölgesinin, bir üst aşamaya geçerek Avrupa’ya ulaşmak için yaptığı açılımlarını ve hamlelerini zayıflatmak ve izole edebilmek için öncelikle İran ile olan ilişkilerini zayıflatmak için enerji ve hammadde konusunda sorunlar yaşatabilmek adına çeşitli senaryolar, Batı kampında masaya yatırılmıştır olarak okunması gerekmektedir.
Ardından Çin’in Avrupa kıtasına sunduğu tüketim ürünlerinin de azaltılması sayesinde Çin’in AB ile kurduğu ticari ilişkilerin zayıflatılması için Avrupa kıtasında oluşması ihtimal olan Batı ve Uzakdoğu gerginliğinin sinir uçları soğutulmak istenmektedir.
Bu tespiti ise “Avrupa’nın eksen kayması, Amerika’yı tedirgin etti” başlıklı makalemizde anlatmaya gayret etmiştik.
Şayet bu durum başarılamaz ise “ABD ve ÇİN arasındaki çatışma, Ortadoğudan Avrupa kıtasına taşınmış olacaktır” diye okumak elzemdir.
Ve eğer gelişmeler bu şekilde gerçekleşirse, Avrupa’nın şekillendirilmesine Çin’de ortak olmuş olacaktır diyebiliriz.
Yanisi;
Çember genişleten Batı (NATO) bir anda kendisini Uzakdoğu’nun genişlettiği çemberin içerisinde bulacaktır şeklinde okuma da yapılabilir…
ABD’nin İran üzerinde kurguladığı Ambargo sayesinde Çin ile güçlü ilişkiler kuran İran, kendi etki alanlarını genişletmek isterken, Çin’in de kendisi ile birlikte coğrafyada zemin bulmasına olanak sağlaması sonucunda çok daha büyük bir ateşin fitilini yakmış olduğunun ne kadar farkında bilinmez ama her halükârda bu durum sayesinde, kendisini büyük bir ateş çemberinin içerisinde bulacağı kuvvetle muhtemeldir diyebiliriz.
İran ile kurduğu karşılıklı çıkar ilişkileri sayesinde destek bulan Ermenistan’ın NATO ektisi altına girmesindense, Türkiye’nin etkisi altında kalmasını yeğleyen Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan’ın 44 gün boyunca savaşmasına sessiz kalmış ve tabir yerindeyse “Azerbaycan ve Türkiye’nin tarafında kalmayı tercih etmiştir” diyebiliriz.
Bir koldan Ermenistan’ı İran’dan kopartmayı planlayan Batı ittifakı diğer kuşatma planını devreye sokarak Ukrayna üzerinden çember genişletmeye çalışırken, Rusya ve ABD kendi ortak çıkarları için Avrupa’nın şekillendirilmesi konusunu da bu gelişmeler ışığında masaya yatırmışlardır.
Bu demek oluyor ki;
Rusya ve ABD, her ne kadar rakip olarak görünseler de Uzakdoğudan gelen gücü dengeleyebilmek adına ortak hareket etmek zorundadırlar. Aksi taktirde Ortadoğu ve Avrupa’da üçüncü (Çin - İngiltere - Hindistan üçlüsü) bir ortağın da kendisine zemin bulması hiç de uzak bir ihtimal değildir olarak görmek elzemdir.
Sonuç;
Uzakdoğu ittifakı, paylaşımda söz sahibi olabilmek için gerginlik sahasını Avrupa kıtasına taşımak isterken, ABD, Rusya, İsrail ve Türkiye’nin eşgüdümlü şekilde çalışarak kontrol edilebilir bir denklem kurabilmeleri, Ortadoğu veya Avrupa kıtasının ateş topuna dönüşmesini engelleyecek, genişletilmiş bir ortaklık stratejisi olarak görüldüğü kanaati hakimdir diyebiliriz.
Son Söz;
Ticaretin sınır tanımaz kuralları, artık sadece ülkelerin değil, coğrafyaların şekillenmesini ve daha geniş alanları kapsayan nüfuz etme mücadelelerinin doğmasını tetiklemektedir.
Çağımızı ve uluslararası ilişkilerdeki gelişmeleri bu şekilde okumayı başarabilenler, kısa vadeli ve küçük hesapların yapılmaması gerektiğini er ya da geç öğrenmek zorunda kalacaklardır.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı’ndan sonra yapılan antlaşmalara rağmen gasp edilen haklarını, başta Musul Vilayeti olmak üzere geri almak gibi bir sorumluluğu omuzlarında yüklü bir şekilde beklemektedir.
Dip Not;
Türkiye Cumhuriyeti devletinin rotasına çok önemli katkıları olan değerli bir büyüğümün konu ile ilgili görüşleri de aşağıda eklenmiştir;
Putin, SSCB dönemi coğrafyasına adım adım varmak istiyor. Öncelikle ilk zayıf halkaları bitirmek istiyor. NATO da genişlemek istiyor ve Rusya’nın genişlemesini arzulamıyor. Bu çerçevede mücadele sürerken, NATO ülkeleri, kendi menfaat çizgilerinde bir bütünlük içerisinde bulunmuyorlar.
Bu, ABD’nin giderek dünya hakimiyetindeki gücünün azalması anlamını da taşıyor.
Eğer Rusya, Ukrayna’yı işgal eder ve NATO, güçlü bir tepki veremezse, Türkiye de masa başında kaybettiklerini Musul dahil elde etmeyi düşünmeli, şimdiden bu yönde planlama yapmalıdır.
Saygılarımla.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
https://www.dikgazete.com/yazi/ey-amerikan-ambargosu-sen-nelere-kadirsin-makale,1346.html-1346.html