Kaynağa ulaşabilmek için, suyun izi takip edilir.
Akan su çok kaynaktan besleniyorsa, asıl kaynağa erişmek zaman alır.
İstanbul Havalimanına yapılan terörist saldırının izleri, Rus uçağının düşürülüş sırrında düğümlenmiş olduğundan, bu gizemin çözülmesi gereklilik arz eder.
Başbakanın siyasi sorumluluk gereği, Rus uçağını düşürme emrinin kendisinden çıktığını deklare etmesi, kamuoyuna ne açıklayıcı ne de doyurucu bilgi vermekte…
Rus uçağı düşürülmeden, kimlerle istişare edildiği bilinmiyor!
“ABD yahut onun güdümündeki NATO münasip bir dille Türkiye Cumhurbaşkanı’nı bu konuda cesaretlendirmiş veya manipüle etmiş olabilir mi!..” sorusu akla gelen ihtimal…
Bu soruların cevaplarını devletin üst kademesinin bilmesi, artık faydası olmayan; belki gelecekte aynı hataların önlenebilmesi bakımından anlamlaşır, gelecek planlamasında o hata faktörü bertaraf edilebilir.
Rus uçağı, Truva Atı etkisi yaratmış, Türkiye’nin elini ayağını bağlamakla kalmamış, söylemlerini en üst perdelere yükselterek, arkasında duramayacağı (“Gerekirse tekrar düşürürüz”) bol tehditler savurma noktasına getirmiştir.
Belki şu kırmızı çizgilerden de feragat etme, en azından sınırlama zamanı gelmiştir, çünkü sözünüzün arkasında duramadığınızda, hiç de hoş olmuyor!
Kendi sınırlarına çekilmek zorunda bırakılan Türkiye; kendi iç çatışmalarıyla daha fazla yalnızlaşmış; sınır ötesi harekâtlara da ara vermek zorunda bırakılmış.
Türkiye’nin, İncirlik Üssü’nü ödün vererek umduğu terörist baskınlarının hafiflemesi, netice vermemiş, sadece Kuzey Irak’a öfkesini hafifletmek için seferler düzenlemesine izin alabildiği görülür.
Bilindiği gibi; Rus uçakları daha önceleri de NATO hava sahasını defaatle ihlal etmiş, hatta tehdit boyutlarında manevralar yaptıkları halde, sadece inişe ya da yön değiştirmeye zorlanmışlardır.
Türkiye’ye yönelik açık bir tehdit içermeyen bir Rus uçağının düşürülmesinin nedenleri vatandaşlara izah edilmelidir.
İç politikada olduğu gibi dış siyasette de zaman zaman hataların yapılması mümkün; fakat bunların hata olduğu anlaşıldığında hükümet yetkililerinin halkın karşısına çıkarak itiraf etmeleri ve görevlerinden istifa etmeleri sadece etik davranış değil, aynı zamanda politika kurallarından biridir.
Aynı hataların tekrarlanmaması, müeyyidelerle sağlanabilir.
Türkiye’ye bu kadar (ekonomik-politik) zararlar veren bu hadisenin, şimdi barış sağlandığında, başarıymış gibi pazarlanması hiçbir yönüyle anlaşılabilir değil.
Çünkü Rusya’nın istediği şartlar değişmedi, 6 ay önce ne istiyorsa bugün onlar kabullenildi.
Bu kabullenmeler, Türkiyeli vatandaşların özgüvenlerini bir daha yaraladı…
Neden şimdi!
Neden şimdi, İsrail’le anlaşmaya varıldı, ne değişti?
Mavi Marmara, Davos çıkışı (one minute) ile paralellikler gösterir. İsyanın radikal bir şekilde dile getirilmesi yanı sıra, dünya kamuoyunun dikkatlerinin Filistin halkına yönlenmesi amaçlanmıştı. Diplomasi temayüllerine aykırı Davos çıkışı, herkesin gerçekte bildiği ve fakat çaresizce izlediği İsrail zulmü, dünyanın takip ettiği bir platformda en üst ses perdesinden haykırılması, diplomatik skandal olarak algılanırken, netice getirmeyen, sadece bazı yürekleri soğutan, (insani) takdir toplayan bir davranıştı. Olası yaptırımların göze alınmasına meşruiyetini sağlayan ise insani (ahlaki) değerler manzumesiydi. Ve Türkiye halkı büyük ölçüde bu bedeli ödemeyi kabullendi.
Mavi Marmara, Neo-Osmanlı rüyasının de facto çöküşüdür.
Bir ülke kendi gücünü yanlış ölçüyorsa, bu tahminin getirebileceği zarar/yarar hesaplamasında isabetli olabilmesi imkânsızlaşır.
Gerçek güç analizi, en doğru olana yönlendiren, rasyonel açıklanabilen ve sınanabilirlik kapasitesi gösteren tezlerden oluşur.
Bu analizde, gücün tatmin edebilecek ölçüde olmaması anlaşıldığı vakit, potansiyel güç kaynaklarına yönlendireceği için, onların enerjiye dönüştürülerek kullanımlı olmalarının önünü açar.
Çok güçlü, oyun kuran/bozan konumunda olduğunuzu pompaladığınızda, buna inanarak bazı eylemler yapanların verecekleri sınav, hüsrana dönüşebilir.
Gizli/açık yapılan telkinler netice verdi, Mavi Marmara isyanını içine gömemeyen rebellerle dolu yola çıktı. Sivil amaçlar içeren bu misyonun öncelikli, hatta tek hedefi ablukayı delmek, dünya kamuoyunun dikkatlerini bu zulme yöneltmekti.
İsrail’in hışmına uğrayan bu insanlar, İsrail’in daha deniz sahasına girmeden, dünyaya açık kameralar karşısında hunharca katledildiler. Sivil savunmadan, sivil direniş göstermeleri tabii ki tartışılabilir, bu netice önceden hesaplanmış olmalı idi ve T.C. bu geminin bu şartlar altında yola çıkmasına engel olmalıydı.
Bu yolculuğun bu şekilde sonlanması, savaş nedenidir!
Türkiye Cumhuriyeti’nin gücü ve imkânları, savaş ilan etmeye kâfi gelmediği anlaşıldığından bu adım atılmamış görünüyor. Zaten savaşacak olan asker de, hükümetten oldukça bağımsız izlenimi verdiğinden, parantez açılmış, İsrail’e şartlar dayatılmış, sorun sürüncemeye alınmıştı.
Şimdi, barış sağlandığında birilerinin kalkıp, “diyet helal/haram” tartışmaları açmaları, konuyu başka mecralara çekme, saptırma, çarpıtma niyetinden kaynaklanır.
Mevzu, İsrail Askerlerini mahkeme önüne çıkartarak, hadisenin hiç olmazsa geçiştirilmemesi…
Konu, İsrail’in yapmış olduklarını afişe etme, gündemden düşürmeme…
Gaye, dağıtılacağı şüpheli adaletin de, kayıt düşülerek tescillenmesi, arşivlenmesi…
Yoksa oradan alınacak üç-beş Dolar, burada hayırseverler tarafından rahatlıkla karşılanabilirdi…
İsrail, taviz vermeden konumunu koruması, şartların yerine gelmemesine rağmen varılan anlaşma, ne anlama gelir?
Geçiştirilen belli belirsiz bir özür, tüm yargı yollarını tıkayan ödeme (hukuki anlamda tazminat anlamına gelir mi?) ve ablukanın “hafiflemesi”…
Bu anlaşma 6 yıl önce de yapılamaz mıydı?
Hayatını kaybedenlerin hesabını sorma hakkını gasp eden bu anlaşma, devlet denen aygıtın bir gerekliliği olsa gerek(!)
“Her barış, savaşa yeğdir” mantıki ölçüsü elbet desteklenmelidir. Ancak bu, soru sormamızı engellemez.
Neden aniden, hangi sebepten ülkenin Cumhurbaşkanı, geçmişinde o kadar dik duruş sergilemişken televizyonların karşısına çıkarak (diplomatik jargonla) özür diliyor!
Bu tanımlayamadığımız güç, hangi şantaj yahut hangi tehditle ödün vermeye zorluyor; bizzat Türkiye Cumhurbaşkanını kameralar karşısına dikip, anlaşmaları tasdik ettirebiliyor; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının anlaşmayı onayladığını dünyaya ilan etmesine rağmen.
Yahut o güç, Türkiye’den daha başka ödünler istiyor da, Cumhurbaşkanı bunu mu önlemeye çalışıyor!
Anlaşılması zor bir başka konu ise Fetullah Gülen’in tespitinin Cumhurbaşkanı tarafından gecikmeli olarak harfiyen tasdik edilmesi olayıdır...
Böylelikle, İsrail, Davos’un bedelini misliyle ödetmiş görünüyor. Kendi özgüvenimizi yeniden kazanabilmek için bir 100 yıla daha ihtiyaç duyabiliriz.
Otoriteyi kabul etmemizin bu kadar zaman alması, Dışişleri’nde işini bilenlerin eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir mi(!)
Yapılan İsrail ve Rusya anlaşmaları neticesinde beklentilerimiz terörün de “hafiflemesi” yönündeydi, fakat görünen o ki: Ödenmesi gereken çok daha büyük bedeller var!
Bize bedel ödetmek isteyenler, Rus uçağını düşürmemize dolaylı ya da direkt müsebbip olanlardır, onların tuzağına düştüğümüzü itiraf etmemiz gerekir.
Halkın oyları ile meşrulaşan iktidar pazarlığa otururken halkın onayını neden almaz, verilen oylar gerekçe gösterilerek kişisel düşünceleri halkın düşünceleriymiş gibi empoze etme oyunundan vazgeçme zamanı ne zaman gelecektir?
İsrail’in Batı’dan bağımsız hareket alanı sınırlı olduğundan, terörün teşvikçileri kimler?
Rusya, açık tehdit olmaktan çıktığına göre, terörün komutası kimde?
Hangi kapalı kapılar ardında, hangi pazarlıklar yapılıyor, bunu bilmek hakkımız!
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com