İnsanlık tarihi, ekonomide, bilimde, siyasette ve sanatta, elde ettikleri başarılar ile iz bırakan örnek insanlarla dolu. Hatta bu isimlerin içinde yeri doldurulamayanlar olarak tanımlanabilecek kişiler var. Çünkü onlar iz bırakmakla kalmamış, kendilerinden sonra, onların yaptıklarının ve başardıklarının seviyesine erişebilen çıkmadığı için yeri doldurulamayanlar olarak kabul görmüşlerdir.
Hem iz bırakanlara hem yeri doldurulamayanlara bizim tarihimizden verilebilecek örneklerin çokluğu tartışılmaz. Ve bununla da haklı bir gurur duyabiliriz. Fakat asıl meselemiz onların yerini neden dolduramadığımız ve veya iz bırakanların yanına bırakılan yeni izlerin neden az olduğudur.
Bu sıra dışı insanların ortak noktalarına kısaca değinmek gerekirse; hemen hepsi, olumlu düşünme becerisini geliştirmiş, bir vizyonu olan, özgüvenleri güçlü, risk alarak, sorumluluk alarak ve inisiyatif kullanarak harekete geçen kişiler.
Zamanını iyi yönetmek, değişimi iyi gözlemlemek, geleceği öngörmek ve kurgulamak gibi onları sıra dışı yapan beceriler geliştirmişler.
Zamanlarının önemli bir kısmını gündelik konularla, kısır çekişmelerle, magazinsel olayları takip ile değil vizyonlarını, hedeflerini, amaçlarını gerçekleştirmeye yarayacak işlere ayırmışlar ve yapamayacaklarına değil yapabileceklerine odaklanmışlar.
Bu insanlar da bizim gibi zaman hırsızlarına teslim olup kısır çekişmelerle ve magazinsel olaylarla vakit öldürselerdi, bunca başarılı işler gerçekleşemez, bunca keşif ve buluş yapılamaz, bunca sanat eseri üretilemez ve bunca kitap yazılamazdı.
Gazali’nin 53 yıllık ömründe yazdığı yüzlerce kitabı, bu asırda bu teknolojide bizim bırakın yazmayı, okumaya ömrümüz yetmiyor. (“Zaman Hırsızları Altın Çağını Yaşıyor” başlıklı yazımda bu hırsızlara ayrıntılı bir şekilde değinmiştim.)
Bütün bunların yanında kanaatimce en önemli ortak noktaları şudur ki; Bunların büyük çoğunluğu değerleri olan ve önem sırasında ilk sıraya bu değerleri koyan kişiler.
Konuyu bu aşamada hepimizi ilgilendiren çalışma hayatı kapsamında ele almak istiyorum.
İş hayatındaki başarılı yöneticilere ve başarılı kurumların yönetimlerine baktığımızda onların sadece kurallarla sınırlı kalmayıp yönetim sürecinde mutlaka değerleri de en az kurallar kadar önemsediğini görürüz.
Ülkemizde “bireysel ve kurumsal yönetimde kalite” deyince ilk akla gelen isimlerden olan ve özel olsun kamu olsun bir çok önemli kurumda yöneticilik ve danışmanlık yapan Dr. Yılmaz Argüden, “Geleceği Şekillendirmek” isimli kitabında, en etkin, en sonuç alıcı yönetim tarzının kurallar kadar değerleri de öne çıkartan yönetim tarzı olduğunu söylüyor. Ve ekliyor:
“Çünkü tek başına kural koymak ve değerlerle beslenmeyen bu kurallarla iyi bir yönetim sağlamak mümkün değildir. Ne zaman bir yolsuzluk ortaya çıksa, o yolsuzluğun tekrarlanmaması için bir dizi kural koyulur.
Sonunda o kadar kural birikir ki, bunlar kendi içlerinde birbiri ile çelişmeye başlarlar. Yalnızca kurallara dayalı yönetim, inisiyatifi ortadan kaldırır. Böyle olunca da bu gün git yarın gel kültürü gelişir.
Kurallara uymayanlar cezalandırıldığı ve uyanlar da ödüllendirilmediği için iş yapmamak tercih edilir. Kuralları mutlaklaştıran bu tarz, yönetimin tıkanmasına, işleyişin felce uğramasına neden olur.
Değerler düşüncelere, düşünceler söylemlere, söylemler eylemlere uygun olduğunda bu durum önlenebilir.”
Başarılı çalışanlara baktığımızda ise onlar, değerleri ile örtüşen bir çalışma ortamında mutlu olabiliyor ve performanslarını üst düzeye çıkarabiliyorlar. Aksi taktirde sonuç mutsuzluk ve düşük performans oluyor.
Yazdığı yüzlerce makale ve onlarca kitapla, kendini geliştirmek isteyen insanlara ve dünyayı daha yaşanılır bir yer yapmak isteyen herkese ilham olan ünlü pazarlama ve yönetim gurusu Peter Drucker, “21.Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları” isimli kitabının “Bir Değer Çatışmasında Ne Yapılmalıdır” başlıklı bölümünde, başarı ile yapılsa bile değerleri ile uyuşmadığında o yaptığı şeyin uzun dönemde o kişiye katkısının olmayacağını ve bu işin hayatını adamaya değecek bir şey olmayacağını belirtiyor ve kendisi ile ilgili bir örnek veriyor:
“Ben de yıllar önce, yaptığım işle, değerlerim arasında karar vermek zorunda kaldım. Büyük Buhran yıllarında Londra’da genç bir yatırım bankacısı olarak çok iyiydim. Ancak kendimde aktif yöneticisi olarak bir gelişme görmedim.
Anladım ki benim değerlerim paradan ziyade insanlardır. Mezarlıktaki en zengin adam olmanın öğrenilecek bir tarafını göremedim. Param yoktu, Büyük Buhran dönemiydi ve işim de yoktu.
Yine de ayrıldım. İyi yapmışım. Diğer bir deyişle doğrular en büyük test olmalıdır.”
2005 yılında vefat eden Peter Drucker’ın mezarlıktaki en zengin adam olmayı değil, değerlerini tercih etmesi, paradan çok insanlara değer vermesi, onun dünyanın en zengin insanları listesinde değil fakat dünyanın en etkin ve ilham veren insanları listesinde olmasını sağladı.
İşleri doğru yapmaktan ziyade doğru işleri yapmanın önemine değindiği bir makalesinin bile onlarca kitaba ilham olduğu belirtiliyor.
2000’li yıllarda çok satan bir çok kitaba konu olan İnovasyon, vizyon, misyon, kurumsal sorumluluk, delegasyon, etkili karar alma, bilgi toplumu ve bilgi işçileri gibi kavramlar ilk kez onun tarafından gündeme getirilmiştir.
Bıraktığı izlere bakılırsa yerinin doldurulamayacağını tahmin etmek zor değil. Üstelik artık gerçek ve anlamlı olanın yerini, sanal ve maddi olanın aldığı bir dönem başladı. Mezarlıktaki en zengin adam olmayı tercih edenler çoğunlukta.
Aslında kazandığımızı zannederken kaybediyoruz.
Şair İbrahim Tenekeci bu durumu çok güzel ifade ediyor:
“Çok kazanmak bereket anlamına gelmez. Bazen kazandıkça kaybederiz. Yetmemesi bundandır. Şu modern dönemde, ne pahasına olursa olsun kazanmak tembihleniyor. Değerlerimizi ve dostlarımızı, yani kendimizi kaybettikten sonra dünyayı kazansak ne olur?”
Ne dersiniz;
- Çalıştığımız kurumda değerlerin bir değeri var mı?
- Ve bizim değerlerimizle, yaptığımız iş ne kadar örtüşüyor?
- Arkamızda güzel izler bırakmak konusunda bir fikrimiz ya da böyle bir derdimiz var mı?
İstisnaların dışında, cevaplarımızın çok müspet olmayacağını düşünüyorum.
Üstelik mezarlıktaki en zengin adam olmak da artık bir seçenek değil.
Bu yüzden zararın neresinden dönsek kârdır düsturu ile değerlerimize ivedilikle yeniden sahip çıkmakta fayda olacağı kanaatindeyim.
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com
Feridun 2 yıl önce
Nazan 3 yıl önce
Ahmet Reşat SAKARYA 3 yıl önce
Selma Köroğlu 3 yıl önce
Nuh 3 yıl önce
anu 3 yıl önce
Fatih TUNCA 3 yıl önce
Yıldıray Yıldız 3 yıl önce
Cumhur Karasu 3 yıl önce
Selda Erkan 3 yıl önce
Emeğinize sağlık teşekkürler
Mehmet Zeki AKTAŞ 3 yıl önce
Abdurrahman Keskin 3 yıl önce
Arda Kalan 3 yıl önce
Arda Kalan 3 yıl önce
Mehmet 3 yıl önce
Mesut İsen 3 yıl önce
Nigar Özel 3 yıl önce