Kanuni’den Hürrem’e:
“Ey benim gülüm, gülen yüzüm, ‘Sultanım, Padişahım Hürrem’.
Ey ayrılık acısıyla günümü geceye, gecemi gam ve kedere boğan beni pür perişan eden Hürrem… Ey ay ışığında yıkanmış saçının kokusuna hasret kaldığım beni biçare, aciz kılan yedi iklimin Hürrem.
‘Bir daha görmek nasip ola mı alemde seni, eşiğine bari bir kez yüzümü sürsem fazlasını istemem’ demişsin.
Yeri ve göğü yaradan rabbim şahidim olsun ki, benim de bundan gayrı bir dileğim yoktur. Bana inanmaz isen Muhibbi’ye kulak ver...”
*
Devlet-i Âli’nin “Yükseliş Dönemi”ne ve dünya tarihine damga vurmuş, Osmanlı Tahtının İstanbul’daki ‘Kale’si “Sûr-i Sultâni” de denilen Topkapı Sarayı nice fermanlara, entrikalara ve bilinen bilinmeyen daha kim bilir nelere yuva olmuştur.
Yaklaşık 380 yıl boyunca Hanedan’a mesken olan, Şehr-i İstanbul ile dünyaya her yönden hakim ve sur duvarları ile çevrili bu saraydan taşan hikayeler de şiirlere, şarkılara, romanlara filmlere konu olmuştur; işte o hikayelerden biri, bugüne kadar hala efsanesini sürdüren “Muhteşem” bir aşk hikayesini de beraberindeki şiirlerle birlikte o duvarların çok ötesine geçirmiştir.
Batılıların “Muhteşem Süleyman” dediği Osmanlı’nın onuncu, İstanbul’daki dördüncü padişahı ve seksen dokuzuncu “İslam Halifesi” Kanuni Sultan Süleyman, hakkındaki birçok hikayenin yanı sıra dillere destan ‘bir aşkın kölesi’ olarak da bilinir.
“Hürrem Haseki Sultan” olarak hayatını noktalayan ve Ortodoks bir papazın kızıyken, Saray Haremine getirilmiş Rus köle, cariye, biçare Alexandra. Neşesiyle padişahı aşkına düşüren; Süleyman’ının hayatı, hasılı, ömrü, güzeller şahı sultanı.
Alexandra, saraya getirildiğinde henüz toy bir kızdı. Yalnız, rivayetlere göre, zekası ve güzelliğiyle ön plana çıkıp, padişahı çabucak etkilemiştir.
Kısa süre içinde Sultan Süleyman’ı aşk çemberine almayı başarmıştır. Onun “cadı, büyücü” olduğunu söyleyenler vardır. Gerçi büyücü de olsa nafile, büyüyü yapan memnun, büyülenen memnun.
Çok geçmeden padişah ona “yüzümüzü güldüren, neşe ve ışık saçan” anlamına gelen ‘Hürrem’ adını verdi.
Ve o gün Alexandra öldü, Hürrem Haseki doğdu. Böylece “Hürrem’in yüzyılı” başladı...
Hürrem, ilk şehzadesini kucağına almasıyla saraydaki yerini sağlamlaştırdı. Bu onun attığı büyük ve önemli bir adımdı. Zira onu kıskanan, çekemeyen ve saraydan gitmesini isteyen çok sayıda düşmanı vardı.
Tabii ki bir şehzadeyle yetinmedi; bir daha doğurdu, bir daha doğurdu… Hanedana beş şehzade ve Kanuni’nin yegane çiçeğini, ay yüzlü Sultan’ı, Mihrimah Sultan’ı bağışladı.
Böylece Hürrem, “Gözde Sultan” olmakla kalmayıp Haseki Sultan makamına kadar yükselmiştir.
O zamanlar mübarek Mekke ve Medine’ye hayır göndermek istiyordu Hürrem; ancak Osmanlı’nın Valide Sultan’ı Hafsa Sultan, bunun uygun olmadığını; onun bir ‘köle’ olduğunu ve “kölelerin böyle hayırlarda bulunamayacağını” savunarak onu aşağıladı.
Hürrem Sultan, bunun altında elbet ki kalmadı.
Kanuni’ye bu isteğini ve isteğinin gerçekleşmesine mani olan ‘kölelik sıfatı’nın canını ne kadar sıktığından bahsetti.
Padişah, gönlüne nakşolmuş resim gibi sevgilisinin gülen yüzünün düşmesini istemediğinden ve hayırlı bir işe kalkışan “ay suretli Sultan”ının hevesini de kıramayacağından ötürü onu azat etti.
Artık hür bir Hanım Sultan olarak tarihteki yerini alacaktır Hürrem Haseki...
Gecelerinin aydınlığı olan Sultan’ından vazgeçemeyen padişah, Hürrem Sultan’ı zevceliğe kabul ederek, Saray-ı Hümayun’a “Rus bir köle” olarak gelen ‘biçare’ Alexandra’yı Osmanlı İmparatorluğu’nda bir “padişahla nikâhlanan ilk ve tek kadın” olarak, yani Hürrem Haseki olarak taçlandırıyor.
Bu nikâha gönlü olmayan ve bu acıya daha fazla dayanamayan Hafsa Valide Sultan kısa bir süre sonra hastalanıp kahrından ötürü hayata gözlerini yumuyor. Valide Sultan’ın ömrünün nihayete ermesiyle haremi yönetmek de sarayı yönetmek de dünyayı yönetmek de Hürrem Sultan’a kalıyor.
Hürrem Sultan; “Kanuni Sultan Süleyman’ın tek kadını” olarak geçiyor tarihi kayıtlara. Sultan Süleyman, Hürrem’den sonra hiçbir kadının yüzüne bakmamış, yatağını da kalbi gibi önce kölesi, sonra cariyesi daha sonra da “nikâhlı zevcesi Hürrem Sultan”a mühürlemiştir.
Hürrem’in de Kanuni’den aşağı kalır yanı yoktu tabii.
Dünya çapında muhteşem bir üne kavuşan Hürrem Sultan; her ne kadar artık azat edilmiş nikahlı bir kadın olsa da “kulun, kölen, kıymetsiz, bahtsız, talihsiz, kimsesiz cariyen Hürrem” diyerek bitirmiştir her sözünü.
-Sultan Süleyman’ın mektupları Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir-
Padişah da olsan bu dünyaya, bir cariyeye “kul ettirir” seni aşk ve yüzyılda bir denk gelir böyle sevda.
Fazla kelama gerek yok; Kanuni’nin yani Muhibbi’nin bir şiiriyle bitirelim:
“Aşığız, dünyada bir gül bahçesi isteriz,
Karşısında şevk ile aşk ile bülbülü inler isteriz,
Ey can tabibi bir ilaç sun dudağının şarabından,
Hastayız ayrılık gecesinde derdimize derman isteriz,
Ey zahit senin cennetini sanma talibiz,
Çöp bile saymaz, aşk bahçesinde sevgiliyi isteriz,
Aşkın sırrını ifşa etti gönül, mansur gibi,
Onun zülfinin darında asılmak isteriz…”
.
Hülya Ayhan, dikGAZETE.com