Yirmi yıldır Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni olarak gençlere verdiğim bir öğüt vardır:
Zor bir durumla karşı karşıya kaldığınızda, karar vermek için kendinize lütfen şu soruyu sorun;
"Peygamber Efendimiz benim yerimde olsa ne yapardı, ne söylerdi?"
Ardından eklerim, daha Peygamber olmadan mahallesindeki hamile kadınlar doğum yapınca, kapılarına gidip "Eğer kızınız olduysa sakın toprağa gömmeyin" diyen, Peygamberliği sırasında da "Kim bir kötülük görürse ona eliyle müdahale etsin; gücü yetmezse sözle, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin ki bu imanın en zayıfıdır" diye öğüt veren, sosyal sorumluluk sahibi Peygamberimizin duyarlılığını anlatmak için...
Muhtemelen Kadir Şeker'in Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni de ona anlattı bunları. Ve belki O da kendine bir an sordu, gecenin karanlığında ıssız bir parkta kamelyayı yumruklayan bağırıp çağıran bir adamla ağlayan bir kadını görünce:
"Acaba Peygamber Efendimiz şimdi benim yerimde olsa ne yapardı?" dedi içinden belki de...
Sonra da öğretmeninin verdiği örnekler geldi aklına Peygamberin hayatından, kim bilir...
Geçip gidemedi.
“Gün boyu kütüphanede yorulan zihnimi ve bedenimi dinlendireyim, bir an önce evime gideyim, annemin sofrasına kurulup yemeğimi yiyip duşumu alıp uyuyayım, bana ne!..” diyemedi...
Sonrası malum...
Aynı günlerde, şu haberler düştü gazetelerin üçüncü sayfasına:
- Ankara’da 15 yaşında bir erkek çocuğu, sarhoş babasının annesini dövüp silahla tehdit ettiğini görünce, annesini ölmekten, babasını katil olmaktan kurtarmaya çalışırken baba katili oldu.
-Bir baba, 17 yaşındaki kızını “erkek arkadaşı var” diye öldürdü…
Hep diyorum; bu ataerkil zihniyet, kadın-erkek demeden, herkesi mutsuz ediyor, ötesi; katil / maktul ediyor.
Zihin kodlarımızın değişme zamanı gelmedi mi?
Kastettiğim ataerkillik hem Allah'ın kadınlar için 'Dövün' dediğini iddia eden ve dinden beslenen hem de 17 yaşında oğlu yaparsa 'erkek adam' , kızı yaparsa 'yüz karası' gören kültürden beslenen zihniyet...
Evde dayak yese “beyanı esas” deyip eleştirilen, parkta dayak yese müdahale edeni "Katilden kahraman çıkardılar" diyen zihniyetin değişmesi lazım...
“Kadir Şeker olayı” birçok açıdan incelenmeye değer.
Eğer bu olayda ölen kadın olsaydı, bazıları şunları yazardı:
"Aşkı uğruna üç çocuğunu boynu bükük bırakıp -ki bu adam 19 suçtan sabıkalı- kış günü, akşamın bir vakti, sarhoş sevgilisiyle görüşmüş, nişanlı olsalar ailelerinin yanında görüşürlerdi, parkta buluşan kadının hiç mi suçu yok?"
Ölen erkek olduğu için bunlar hiç dile gelmiyor...
Adil ve tarafsız olmak gerekiyor.
Burada en iyi niyetli ve hakkaniyetli kişi, katil oldu.
Niyeti iyi, hiç tanımadığı zor durumda bir insanı kurtarmak gibi bir niyet...
Biri, üç çocuğunu nefsi için terk etmiş, diğeri bir sürü suçtan sabıkalı herkese açık yerde kamu alanında olay çıkaran bir sarhoş.
En iyi niyetli de üniversite sınavına hazırlanan kütüphaneden çıkmış yorgun stresli biri...
Sarhoş, içki içmenin ve kamusal alanda olay çıkarmanın bedelini ödedi.
Diğeri, üç çocuğunu böyle bir adam için boynu bükük koymanın…
Kadir de merhametinin...
Konu adalete intikal etti.
En doğru karar verilir inşallah.
Fakat şunu demeden de geçemeyeceğim:
"Arkadaşıyla zemheride akşamın karanlığında parkta dayak yiyenleri kurtarmasın kimse...
Ne halleri varsa görsünler... Sonra kurtardığınız kişi ifade değiştirir olan size olur" dedirten kişinin de vebali büyük.
*
Bir kış günü, oğlumla sinemaya gittik…
Büyük bir “AVM”nin içinde bulunan sinema salonunun önünde filmin zamanını beklerken iki grup genç, birbirine saldırmaya başladı, tekme tokat hatta uçan tekmeler ve bağırış çağırış eşliğinde.
Birden herkes olduğu yerde durdu, iki saniye önce devasa uğultulu ve hareketli olan koridor, sanki film karesinin sessiz ve ağır çekimi gibi bir hareketsizliğe ve sessizliğe büründü.
Karşı mağazalardan bütün müşteriler ve görevliler dışarı çıktı ve yaptıkları sadece durup izlemek oldu.
Ben, serde öğretmenlik de olunca bir an kendimi, nöbet günümde gibi hissedip, -bu arada ‘OHAL’deyiz ve AVM girişinde sıkı kontroller yapılıyor; aklımdan hızlıca “nasılsa bunların üzerinde tehlikeli birşeyler de yoktur” diye düşünerek- iki grubun arasına girdim ve “Ne yapıyorsunuz siz?” dedim.
Gençler durdu, sanki bunu diyecek birini bekler gibi, hiç bir şey demediler.
Dedim ki iki gruptan da ayırmaya çalışan akıllı uslu görünen arkadaşlarına; "Bakın, ‘OHAL’deyiz. Aklınızı başınıza alın. Güvenlik gelmeden alın arkadaşlarınızı götürün…”
İki grubu, ters istikamette gönderdim. Ama sokakta olsa asla bunu göze alamazdım, hele bu olaydan sonra hiç alamam.
Dediğim o ki kadın-erkek değil, bundan sonra kimse kimsenin öfkesine yenik düşmemesi için hakkı ve sabrı tavsiye edemeyeceği bir zamana doğru gidiyoruz..
Ayrıca, çocuklarını bırakıp, evliyken başka bir adamla ya da kadınla birlikte yaşayan tüm anne babalar -hadi zinadan yargılanmıyor- “kötü ebeveyn olma suçu” ile çok ağır bir şekilde cezalandırılsın.
Kötü anne-baba olmanın hiç mi cezası yok?
Küçükken, bu terk edilme travması yaşatılan çocuklar, geleceğin potansiyel suçlusu.
*
Bir öğretmen olarak ebeveynlere yine şu örnekleri vermek isterim:
İlkokul 2. sınıfta Dilara diye bir öğrencim vardı.
Çok şen-şakrak, cıvıl cıvıl bir kızdı.
Birgün derste suratı son derece asıktı.
İlerleyen dakikalarda başını masaya koydu.
“Ne oldu canım” dedim.
Başladı ağlamaya…
Cümlelerini hiç unutmuyorum; “Zamanında evlenmişler. Şimdi durmadan kavga ediyorlar.
Hafta sonu yine kavga ettiler. Annem dedi ki, yarın çocukları okula gönderip ben de evden gideceğim.
Ya şimdi gittiyse...
Eve gidince bulamazsam…"
Nasıl ağlıyor ama...
Aldım rehberliğe götürdüm.
Rehber öğretmen, ev telefonunu aradı, cevap yok.
Ağlaması daha da arttı; “Bakın işte gitmiş annem!..”
Ben derse geçtim.
Rehber öğretmen ilgilenmeye devam etti.
**
“Matbaa sınıfı”nda yoklama alıyordum bir gün.
Bir öğrencim, iki haftadır gelmiyor.
“Bilgisi olan var mı arkadaşı hakkında” diye sordum.
Öğrendiklerim çok üzdü beni.
Anne-babası ayrılmış, sonra ikisi de evlenmiş, yeni düzenlerinde öz oğullarına yer yok.
Babaannesiyle yaşıyorken, o da rahatsızlanıyor, yoğun bakımda, beyin ölmüş, kalp makinaya bağlı.
Çocuk hastanede, babaannesinin ölüm haberini bekliyor.
Telefon numarasını aldım.
Numaramı verdim arkadaşına; “Bir şeye ihtiyacı olursa arayabilir” dedim.
Gençler hakkında konuşurken insaflı olmak lazım.
Merhamet, adalet ve vicdan yoksunu ebeveynlerden sorulmalı sorulması gereken hesap...
*
Bizden çok değil, birkaç kuşak evvel dedelerimiz, eşlerini takdim ederken "ailem" kelimesini kullanırdı.
Buram buram ‘kavvamlık' tüten bir ocak, ev, yuva hissettiren bir kapsayıcılık...
Kadın eşittir: AİLEM...
Aslında bu şu demek: Ben evlilikte sadece kendime gönül huzuru bulacağım bir eş değil, çocuklarıma anne - baba da seçmiş oluyorum.
Gün geliyor, eşler artık birbirlerine “gurretul ayn” -göz aydınlığı- olmaktan çıkabiliyor. Ama anne - baba olmak, evlat olmak, ebedî bir sıfat artık.
Allah bize boşansak da nasıl anne - babalık yaptığımızı soracaktır.
İnanın;
anne-babayı kötüleyen, çocuklarını silah olarak kullanan ebeveynlerden…
Zulme dur demeyen hukukçulardan…
Bunları görüp susan herkesten…
Masum yavrularımız, şimdi olmasa da mahşerde hesap soracaktır.
*
Sorumluluk sahibi olanların sorunlu ilan edilmemesi temennisiyle…
.
Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com
Muallim 5 yıl önce
mustafa Demirtaş 5 yıl önce
Zeynep ARSLAN 5 yıl önce
Perihan Taylı 5 yıl önce
Nurten canbasoğlu 5 yıl önce