Teknolojik gelişmeler birçok iletişim aracını hayatımızdan çıkardı ve yerine yenilerini getirdi. Bunlardan biri olmaya aday iletişim araçlarından birisi de “Mektup” oldu. Oysa başlangıcı binlerce yıl öncesine dayanıyor.
Önce haberleşme amaçlı kullanılmış, sonra duyguların iletişimi için. Ayrıca bilimin, sanatın ve edebiyatın çok kullandığı, bilgi aktarımlarının, hikayelerin, romanların yazıldığı bir yöntem bu.
Yakın geçmişte duyguların en iyi ifade edildiği araçtı mektuplar. Yazılmasına en çok da hasretin sebep olduğu bu mektupları, özellikle İ.Ö. (internetten önce) bu duyguları yaşamış olanlarımız hatırlayacaklardır.
Bilimde, siyasette ve askeri alanda önemli kişilerin ya da edebi alanda şair ve yazarların birbirlerine yazdığı, tarihte iz bırakan çok ilginç mektuplar var.
“İmkanın sınırlarını görmek için imkansızı denemek” başlıklı yazımın yorumlar kısmında, Akşemsettin Hazretlerinin yazdığı bir mektubu hatırlatmıştı bir okuyucum. İstanbul kuşatma altında iken Bizans’a yiyecek ve yardım getiren gemiler, Osmanlı donanmasını atlatarak Haliç’e geçerler. Bunu bir yenilgi gibi göstermeye çalışan iç ve dış düşmanlarına karşı motivasyonunu kaybetmemesi için, Sultan Mehmet’e yazdığı bir mektuptur bu. Aslı Topkapı Sarayı Arşivinde korunmaktadır.
Tarihe iz bırakmış mektuplar içinde Adnan Menderes’in kendisi hakkında idam kararı alanlara yazdığı ve “Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi ellerin idaresinde olduğunu biliyorum” diye başlayan mektubu oldukça hüzünlüdür.
Hürrem Sultan’ın ömrü seferlerde geçen Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı sevgi ve özlem dolu mektup ise oldukça duygulu..
Einstein, Atatürk’e yazdığı ünlü mektubunda, 40 bilim insanı ile beraber gelip Türkiye’de çalışmak için izin istiyor ve diyor ki: “Bu bilim insanları Almanya da yürürlükte olan yasalar nedeni ile mesleklerini icra edememektedirler.”
Leonardo Da Vinci’nin Sultan II. Bayezid’e, Galata Köprüsü Projesinde görev almayı talep ettiği mektup da iz bırakanlardan. (daha fazla mektup için bakınız fikriyat.com)
Asıl değinmek istediğim mektup ise 150 yıl önce, eğitime çok önem veren Amerika Başkanı Abraham Lincoln tarafından oğlunun öğretmenine yazılmış.
7’den 77’ye hepimizi ilgilendiren ve bu yüzden tamamına yer verdiğim bu mektuptaki her satırın çok önemli olduğu kanaatindeyim ve dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum:
Oğlumun öğretmenine,
Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği sessiz zamanlar da tanı.
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.. Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona. Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik dikilip savaşmasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır. Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım. O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum…
Bu etkileyici mektup, nasıl bir insan olmamız gerektiğini ve çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiğini de çok güzel özetliyor.
Daha da önemlisi “erdemler”in öğretilmesi ve öğrenilmesi için üstün bir teknoloji gerekmediğini de gösteriyor.
“Bu zamanda mektup mu kaldı, mailler, mesajlar, görüntülü telefonlar ile anında iletişim kurabiliyorken buna ne gerek var” diyenler de haklılar.
Fakat uzmanlar, günümüzdeki tüm imkanlara rağmen, el yazısı ile mektup ve veya günlük yazmayı şiddetle tavsiye ediyorlar. Bazen bir terapi olarak, bazen de beynin fonksiyonlarını arttıran, hafızayı sağlamlaştıran, öğrenmeyi ve anlamayı arttıran etkisi nedeni ile tavsiye ediyorlar.
Elbette ki; “eskiye dönelim ve yine mektupla haberleşelim” diyemeyiz. Fakat aşırı teknoloji kullanımının, insanların birbirini ziyaret ederek yüz yüze görüşmesini bile gereksiz hale getiriyor olması, sizce de insani değerlerimize sahip çıkmamız gerektiğini göstermiyor mu?
Aksi taktirde Abraham Lincoln’ün oğlunun öğrenmesini istediği şeyleri ne öğretmek, ne öğrenmek, ne de uygulamak yakın gelecekte mümkün olmayacak. (Önemli Not: Göz temasının gerçekleşmemesi nedeni ile görüntülü görüşmek, yüz yüze görüşmek anlamına gelmiyor.)
Gelin bu hafta tarihe bir iz bırakalım ve rutinin dışına çıkarak, en az bir kişiye el yazımızla mektup yazalım.
Gerçek duygu ve düşüncelerimizi ifade edelim fakat özenle seçelim kelimelerimizi, bol bol yazalım nedense bir türlü söyleyemediğimiz güzel sözlerimizi. Zarfa koyup, kendi evimizin adresine de olsa postalayalım.
Mektubun başında selam edip, hal hatır sormayı, sonunda ise “küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim” demeyi de unutmayalım.
Sizi “saçmalamakla” itham edecek bir yakınınız çıkarsa, tavsiyem şudur:
“Eğer yapabilirseniz, herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalışın ona. Ve uluyan insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğretin.”
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com
Mehmet Zeki AKTAŞ 2 yıl önce
Feridun 3 yıl önce
Fikret GÜNEŞ 3 yıl önce
anu 3 yıl önce
Nazan 3 yıl önce
İkinci Bir Dost 3 yıl önce
Bir Dost 3 yıl önce
Yıldıray Yıldız 3 yıl önce
Selçuk Kadıoğlu 3 yıl önce
Mümin 3 yıl önce
Cumhur Karasu 3 yıl önce
Selma Köroğlu 3 yıl önce
Rahmi 3 yıl önce
Alican 3 yıl önce
Nurullah Şahin 3 yıl önce
Abdurrahman Keskin 3 yıl önce
Ahmet Reşat SAKARYA 3 yıl önce
Timur 3 yıl önce
Fatih TUNCA 3 yıl önce
Nigar özel 3 yıl önce
Mesut İsen 3 yıl önce