Kız Kulesi adasına ilk olarak MÖ 5. yüzyılda gümrük denetleme kurulmuş. 12. yüzyılda kule eklenmiş ve Sarayburnu'ndan zincir çekilerek boğaz kontrol altına alınmış.
Fetih sonrası tören noktası yapılmış. Yıllar içinde fener eklenmiş, gaz deposu, radar, siyanür deposu derken; 1992'de Belediye Meclisi, siyanürü Tuzla'ya taşıtmış.
Ve nihayet şairlerin ele geçirmesiyle, 1992'de ‘Şiir Cumhuriyeti' olarak romantizme küçük bir adım atabilmiş.
Yangınları, depremleri hiç saymadık bile... Gelen geçen kafasına göre tepe tepe kullanmış.
Efsaneye hiç benzemiyor değil mi? Kızkalesi için de aynısı anlatılır. Benzer bütün yapılarda hikaye aynı.
İnsanlar, inanılmaz hikayeler anlatmayı ve dinlemeyi çok sevince hızla yayılır da...
Bu efsanelin de mutlaka bir hikayesi vardır. Yüzyıllar içinde kulaktan kulağa nasıl geliyorsa.
Bir tur 'kulaktan kulağa' oyununda tutturamıyoruz çoğunlukla yani..
Yeterince anlatılırsa, çoğu inanmaya da başlar.
Son yıllarda apaçık yaşananlardan sonra, hiçbir öğretilmişten emin olamıyoruz.
Hatta "Israrla ezberletilmiş ise, kesin şuursuz bir yargı veya yalandır" diyorsak, dedirtene bak artık.
TARİHÇENİN SONU:
Resmi sitesinden alıntı Kız Kulesi tarihçesi bunlarla sona eriyor:
- 1994 yılında Ulaştırma Bakanlığından Deniz Kuvvetleri Komutanlığına devredildi.
Sonuncuda ne tarih ne kurum adı:
- Kapsamlı restorasyon ardından turistik amaçlı olarak özel bir tesise kiralanmıştır.
Bu kadarcık. Sonrası da yok.
Kulağa ne kadar masum geliyor değil mi?
O kurum şu kurum gezinirken, ne oldu da böyle oldu?
Kim vermiş bu kararı?
Tarihimizde 'sıradan' bir olay, doğru.
49 YILLIK KULLANIM TAHSİSİ…
1995'de Turizm Bakanlığı tarafından 49 yıllığına Hamoğlu Holding'e kiraya tahsis edilmiş.
Göze çarpan bir haber: "İhaleyi Hamoğlu Holding kazandı."
“Yap-işlet-devret” furyası da vardı o dönemde değil mi? Sonuçları ortada.
ASIL HİKAYE BURADA BAŞLIYOR!..
ESASINDA; Milletin memleketi, denizi, sahili, malı, koyu, ormanı, dağı, taşı, suyunu, neyi var neyi yok hepsini, kar amaçlı özel kullanıma tahsis etmek ne arkadaş?!
Bu ne ara normalleşmiş?
Akıl almaz bir durum!
Düşün, birkaç yıl önce Allah'ın koy manzarasında piknik yapıyorsun; Birden bire; "Gecesi 150 bin!"
Sonra da millet: "Yok bu çökmüş, yok aslında şu ona çökmüş!..” diye tartışmakta bir de baktım.
Yahu hepsi birden milletin haklarına çökmüş, ne yersiniz birbirinizi?!
Çok ilginç ya! Aşırı doz ilginç!
Emekçi olarak vergini, sigortanı peşin peşin veriyorsun; Sosyal devlet, lakin bedelsiz hizmet ne, tavandan ücretlendirme çoğu.
Hatta milletin nefesine açık havada dahi maske zorlayacak; Günlük 5 adet maskeyi vermese de olacak.
İnsanlar, leş maskeleri cebinde gezdirip kullandılar. Petrol atığı, pislik, kendi beden atığını soludular. Ne için? Sağlık için.
Oksijen ne ki değil mi?
Bu konu, hayatımda gördüğüm en büyük kitlesel delilik olarak hanemde ilk sırada. Ondandır hakkıyla uzatıyorum. Ben unutsam, tarih unutmayacak.
Yazılanları silseler, delilleri yok etseler, ne yapsalar bu veballe yüzleşecekler.
Yeni doğanların bilincinde hatırlanacak hepsi. Bunu yapanların yakasını bırakmayacak. Hakkıyla. Hangi kılıkta, nerede nasıl karşılaşırsa karşılaşsın. Şuraya yazıyorum bunu.
Yetmiyor, ne yapsak yetmiyor!
Son ahvalde bir de içine doğduğun, en tabii haklarına göz dikilmiş. Canın isterse parasını basarsın. Gelirin yetmiyorsa da senin sorunun. Varoluş haklarından mahrum kalman veya zerre hazzetmediğin işlere zorlanman kimseyi ilgilendirmiyor.
NEFES gibi temel varoluş HAKkı, temel yaşam kaynağı HAKkına para saydıranların hiçbirinden zerre beklentim yok artık.
Gölge etmeyin başka ihsan istemez.
İnanılır gibi değil.
Birkaç yıl kendi beden atığı karbondioksiti soluttular millete!
OKSİJENLE YAŞAYABİLEN VARLIKLAR BUNLAR!
Elden ne gelir; Allah, böyle yaratmış hani!
Buna dahi gıkın çıkmaz ise, hatta gestoposu kesilirsen HAK soranların,
Minaren de uçar, kılıfı da böyle.
Kılıfa dahi gerek duyulmuyor artık.
Her kesimin nabzına da her yönden danışıklı dövüşler sardırıyor ki; Nereye bakacağını şaşırmışken, ne yapacağını da şaşır ve şaşırt...
YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI:
Hukuk mücadelesi sonucu, restorasyon bittikten sonra (!) yürütme 'durdurulmuş'. Kararda, onaya uygun olmadığı gerekçesi ile aslına döndürülmesi istenmiş hatta.
Sonraki haberlere bakarsan; "Aslına uygun olarak restore edilen Kız Kulesi, Hamoğlu Holding işletmesinde açıldı" ifadeleri hep...
HAK SAHİBİ…
Hamoğlu da mağdur edebiyatı yapmış adeta: "Devlete 18 milyar verdim, 'restorasyona' 3 milyon Dolar harcadım! Bittim. Bu iş bir an önce çözülmeli!"
Sonra ne olmuş da olay 'tatlıya bağlanmış', işletme nasıl "Aslına uygun restore edildi." ifadeleriyle açılmış, bunu bulamadım.
Bir tek defa düğüne gitmiştim. "Mekanın adı satar nasılsa" zihniyetinden kurtulamayan vizyonsuzlar, bu işlere zaten hiç girişmesin.
Bir ara, kardeşiyle 50 milyonluk gerilim, kardeşin araya başkalarını koyması. Haciz haberleri. 'Haciz' de bu miktara karşılık bir günlük tahsilat gibi anlatılmış sanki.
Ardı kopuk...
ESAS HAK SAHİBİ milletin de bunlardan haberi yok;
AHMET HAMOĞLU KİMDİ?
90'lı yılları bilenler bilir. Anlatan da ısrarla vurgulayarak dönemi yaşamayanlara anlatıyor bakarsan.
'Turizm' sıfatı olan “büyük ligde”kiler, büyük ihtimal kumarhane işletmecisi. Kumarhaneleri de mafya ayağı olmayan kimseye yedirmezler malum.
Ahmet Hamoğlu, o dönem “Türkiye'nin 50 zengini” arasına girmiş. BJK yöneticiliği yapmış bir 'iş adamı'.
'Turizm' sektörü çalışanları pek toz kondurmazmış da;
Tuğla fabrikasında ilkel şartlarda işçi çalıştırılmasıyla haber olması;
'Civangate' skandalında konuşulması.
"Peker ile Çakıcı'yı barıştıran kim?" başlıklı haberde anılması;
Ve benzeri, adının geçtiği çoğu eski haber başlıklarına tıklayınca, kendi casino sitesi çıkıyor. Nasıl müthiş çözüm değil mi?
Geçen yıl Peker'in iddiası akabinde; Haraç değil, ihtiyacı olan arkadaşa yardım için verdiğini beyan etmiş. Tanınmış iş adamı sıfatıyla, mafya liderleri ve bazı ağır toplarla görüşmesi kadar normal bir durum olamazmış...
Ahmet Hamoğlu, bu yılın Mayıs ayında Hırvatistan'da 'düşme' sonucu kaldırıldığı hastanede kurtulamamış. İlginç.
- Hırvatistan'da ne işi varmış peki?
Her nasılsa, 2000 yılında Hırvatistan'da kumarhane işletmesine girişmiş. Hırvatça bilenler değişik kaynaklar da bulabilir belki.
2002'de Türkiye'de haber yapılmış: "A. Hamoğlu, Türkiye'deki kumar tutkunlarına Hırvatistan'da casino açtı..."
Hizmette sınır yok, yeter ki bağımlılar kudurmasın. Hayırsever.
Gözde bir yermiş burası. Etrafta kaynayan o kadar sert mafyaya rağmen...
Yerel bir mafya tarafı ile işbirliği yapmadan olur mu hiç?
Söylendiğine göre mafya ortağıyla da yıllardır itilaf halindeyken, yirmi yıl orada var olabilmesi dahi mucizevi aslında.
Kimmiş bu sahi?
Ve o koşullarda onca yıl bir şey olmamış da, bu yıl ayağı tökezlemiş ve düşüvermiş!
Kaç kişi adını duymuştu?
Ve 90'lı yıllarda, Kız Kulesi tam 49 yıllığına gerçekte de Hamoğlu Holding'e mi tahsis edilmişti acaba?
27 YIL SONRA TAHSİSİN SONU…
Hamoğlu'nun ölümü ardından, Haziran'da bir haber:
Devlet Kız Kulesine el koydu!
Yeniden (!) aslına uygun (!) restorasyon (!) yapılınca işletme yine açılacakmış!
Kız Kulesi’ni artık Kültür ve Turizm Bakanlığı mı işletecek, yoksa yepisyeni 'işletmecisini' çoktan buldu mu?
Değilse, resmi sitede neden halen bu ifade duruyor? Tarih ve isimler de belirtilmeyince ayrıca düşündürücü.
"Turizm amaçlı olarak özel bir tesise kiralanmıştır."
İşletmecisini jet hızıyla bulduysa, Kız Kulesi’nin koluna bu defa kim girmiş dersiniz?
Bu kadar özgün bir mekanı devlet işletmiyorsa, özelini mafyadan kim korumuş, koruyacak acaba?
Tüm bu yok hükmündeki acayip rekonstrüksiyon çalışmaları, bu şanslı için mi?
Alanı genişlesin, imkanı genişlesin, sefasını sürsün diye mi?
Başa mı döndük?
Olayları takip eden var mı?
Şu 49 yıllık anlaşma nasıl çözülmüş, hukuk nasıl aşılmış bilmiyoruz.
'El kondu' ifadesi ayrı bir ilginç.
Öte yandan;
Demek ki mümkünmüş!
Tam da; "Aynı müthiş performansı, milletlerarası Akkuyu ve dsö andlaşmalarının feshi için de bekliyoruz." diye heveslenecekken;
O da ne?!
Pufff!
YOK ARTIK!
**
Bizim memlekette bir meczup vardı. 'Adı' Heykelci.
İşi gücü, çamur karıştırıp heykel yapmaktı. Su bulamazsa toprağı idrarıyla karıştırırdı.
Başka bir alemin insanıydı sanki.
Deli desen değil, akıllı desen belli değil...
Yemek, giysi, ne ihtiyacı varsa ahali bakardı. Sonradan “ortadan kayboldu” dediler. Orada burada gördüğünü söyleyenler çıkardı bazen.
Yakın tarihte bir antikacıya gitmiştik. Ortak dostun verdiği rahatlıkla sohbete daldık. Bir de baktım, bizim Heykelci'yi anlatılıyor;
Yaptığı heykeller her türlü testten geçermiş.
Bunları 'tarihi eser' diye satanlar, Heykelci'yi allı pullu kandırıp, mutlu mesut yaşadığı yurdundan alıp götürmüşler.
Özgürce yaşadığı, heykellerini yaptığı, tüm ahalinin sevgiyle baktığı yuvadan...
Söylediğine göre, sonunda hastalanmış ve hastanede yapayalnız vefat etmiş.
Heykelleri hep zaten yaparmış da; Ne yaptılarsa sırrını bir türlü söyletememişler.
İşin tuhafı, bunu anneme söyleyince: "Biz başında saatlerce izlerdik çocukken." diye nasıl yaptığını bir bir anlattı. Bitkinin beynelmilel adını bilmiyor sadece.
Adamlar işi gücü bırakmış. Yıllarca uydurma hikayeler eşliğinde her türlü garantiyi de verip 'tarihi eser' diye heykellerini satmışlar. Sayesinde çok zengin olmuşlar.
Bölge de müsait. Dağ-taş tarihi eser. 'Bilinen' tarihi MÖ 5 bine uzanır. Ve çok hareketli bir liman kenti. Sürekli el değiştirmiş. Ezberde tutmak dahi zor. O kadar karışık. İşlerine gelmiştir.
Gerçekte araştıran da pek yok zaten. Liyakatli geçinenler dahil, söylentiler kafi çoğuna...
Hey gidi koca Heykelci!
Dahi-mahi dememişler, ne harcamışlar seni de!
Çocuktum gerçi de, hepimiz adına üzgünüm; Göremediğimiz, araştırmadığımız için affola.
Değerinin hakkını vermeyenler utansın.
**
Bu da diyemediklerime gelsin;
YOK ARTIK!
.
Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com