HAKKI İNKÂR AHMAKLIĞIN TA KENDİSİDİR
Kâfir nedir, kâfir kimdir?
Kâfir hakikati örtendir, hakkı/hakikati gizleyendir.
İnkârcı kimdir?
Münkir, hakikati kabul etmeyendir, reddedendir.
Kâfir, hakikati bile bile gizler. Münkir, aklen yetersiz olduğu için hakikatin varlığını göremez.
Münkir, esasen bilgi ve zekâ bakımından yetersizdir. Bu yetersizlik dolayısıyla eğriyi doğrudan ayırt edemez, aynı zamanda, varlıklar ve nesneler hakkında doğru hükümler veremez. Bunlar arasındaki bağlantıyı kavrayamaz.
Kâfir, hepsini bilir ama yanlışta bilerek ısrar eder.
Biz şunu savunuyoruz: Yüce Allah'ın varlığı gün gibi aşikârdır, hiçbir şekilde reddedilmesine dair bir delil bulunamaz. Aksine bir düşünce savunulamaz.
Maddenin hareketi, cisimlerin birbirleriyle olan bağlantısı, birbirlerine tesiri, varlıkların, şaşmaz bir şekilde hareketi insan tarafından tasavvur edilemeyecek bir gücün açık belirtisidir.
Dolayısıyla gerçek akıl sahipleri bu bağlantıyı ayırt eder, bunun arkasındaki esas gücün kim olduğunu hakkıyla takdir eder.
Bugün fizik ve kuantum fiziğindeki gelişmeler, elementlerin yapısı, bunları meydana getiren atomlar, atom ve parçacık fiziğinde yapılan araştırmalar sonucunda insan bilgisi, yepyeni bir noktaya gelmiştir.
Kâinatı anlama ve sırlarına vakıf olmada yeni bir aşamaya geçmiştir.
Eski Yunan âlimlerinin söylediği şu idi; madde parçalanamaz bölünemez zannedilen en küçük parçacıklardan meydana gelmiştir. Bu parçacıklara da atom adı verilmektedir.
İlk çağlardaki bir âlimin eline bir avuç toprak alıp bunu bir çekiç vasıtasıyla parçalaması ya da havanda dövmesi sonucunda toz dediğimiz küçük parçacıklara bölünmektedir.
O zamanın âlimleri bu parçacıkların daha da ufalanmayacağı sonucuna varmışlardı.
Buna da atom adını vermişlerdi.
2000 sene boyunca insanlık, atomların bölünemeyeceğini zannetmişti.
Taneciklerden meydana gelmiş toprak yığını sanmıştı.
Daha 20. yüzyıl başlarına kadar bu yanlış bilgi devam etmiş hatta Dalton'un atom teorisi, maddenin atomlardan oluştuğunu ve bunların nihai olarak bölünmeyecek en küçük parçacıklardan meydana geldiğini savunuyordu.
Tıpkı Aristo’nun bütün kâinatın, dünyanın etrafında döndüğünü sanması gibi...
Parçacık fiziğindeki ilerlemeler, bunun böyle olmadığını ortaya çıkarttı.
Bir de bakıldı ki; atomlar merkezde bir çekirdek etrafında dönen elektronlar, çekirdeğin bünyesinde ağırlığı olan ve olmayan nötron, proton ve pozitronlardan meydana geliyor.
Ve bunlar arasında o derece büyük boşluklar var ki elektronlar, bu çekirdeğin etrafında dönerek bir kabuk meydana getiriyor ve bu kabuk, parçalanamaz zannettiğimiz atomları oluşturuyor.
Çekirdekteki parçacık sayısı arttıkça farklı farklı elementlere dönüşüyordu. Fiziki ve kimyevi özellikleri değişiyordu.
Uzun yıllar atomu meydana getiren bu parçacıkların nasıl bir şey olduğunu anlamak üzerine yoğunlaştık.
Aaa bir de baktık ki; bu parçacıklar da daha alt küçük parçacıklarından oluşuyor.
Buradaki fizik kanunları, kuantum yasalarına göre işliyordu.
Bu yasalar da sabit değildi.
Peki, bu parçacıkların kaynağı neydi, bu parçacıklar nasıl meydana geliyordu?
İşte parçacık fiziği üzerindeki yoğunlaşmadan sonra şu anlaşıldı ki; madde; dalgaların birbirlerine çarpmasıyla küçük kum tanelerine benzer, kuark adını verdiğimiz parçacıklardan oluşuyordu.
Bu kuarklar (1) her istikametten gelen sonsuz sayıdaki dalganın birbirine çarpmasıyla tümsek benzeri bir yapı oluşturuyor.
Bu yapıların birbirleriyle kaynaşması neticesinde kuark dediğimiz parçacıklar oluşuyor.
Kuarklar birbirleri ile birleşerek nötron, proton elektronlar oluşturuyor.
Bunlardan da atom oluşuyor.
Peki, maddenin kaynağı olan atom neden meydana geliyordu?
Her yönden esen rüzgâr gibi dalgaların birbirine çarpmasıyla kuarklar, kuarklardan atomlara, atomlardan elementlere ulaşan bir yapı oluşturuyor yani varlık âlemi başlıyordu.
O halde varlık âlemi neymiş?
Her noktadan her yönden esen sürekli dalga imiş!
Varlık âleminin başlangıç noktası nedir?
Dalga…
Radyo dalgası gibi yayılan bu dalga, verici istasyon olmadan mümkün olabilir mi?
Sürekli esebilir mi?
Bu dalgayı meydana getiren yokluk âlemi midir?
Yokluk âlemi, kendiliğinden sürekli esen bir dalga meydana getirebilir mi?
Gelen bu dalgalar, aşama aşama bir düzen meydana getirebilir mi?
Çünkü varlığı meydana getiren şey, her noktadan her yönden esen sonsuz sayıdaki dalga hareketidir.
Dalga hareketi bir üfleyen olmazsa ve üfürenin devamlı üfürmesi olmazsa olmaz.
Üfüren dalga olmazsa bu dalgalanma olmayacak ve madde meydana gelmeyecektir.
Şimdi bu üfürülme meselesini ele aldığımız zaman şunu görüyoruz.
Yani maddeyi meydana getiren dalga, her istikametten ve her noktadan birbirine çarparak kabarcıkları meydana getiriyor, onlar da maddeleri meydana getiriyor ve birbirini iterek sürekli genişliyor.
Yani maddenin var olma sürecini meydana getiren genişleme, mekân oluşturarak uzayı da meydana getiriyor, yani madde, kendi boşluğunu da meydana getirerek genişliyor.
Varlık, sürekli yaratılarak mekânını ve yerini genişletiyor, değiştiriyor.
Bu var olma fiili süreklidir.
Mekân, sürekli var edilerek genişletiliyorsa onu var eden zat mekânın dışındadır.
Dolayısıyla mekânı ve yeri olmayan bir zat tarafından bu var etme süreci, sonsuz sayıda tekrarlanmaktadır.
Buradan anlıyoruz ki; o yaratıcının kendisinin bir mekânı yoktur ve O, mekândan münezzehtir.
O, bütün mekânların dışındadır.
Mekânları sürekli var ederek yaratmaktadır.
O’nun yaratması durduğu an, yani kâinatı meydana getiren dalga kesildiği andan itibaren kâinat, kendi içerisinde çökerek dökülür. Çünkü O, sürekli var edendir. Çünkü O, yarattıklarına benzemeyendir.
Dolayısıyla maddenin kadim olmadığını, sürekli yaratıldığını, yaratılanların, dalga adını verdiğimiz hiçlikten oluştuğunu, o yüce zatın, hiçbir zaman yarattıklarına benzemeyeceğini anlamış bulunuyoruz.
O’nun, sürekli dalga göndererek yarattığı kâinatın, madde ve mekânını mütemadiyen ayakta tuttuğunu, O ezeli ve ebedi olmazsa kâinatın mümkün olamayacağını, bütün bu kâinatın dışında kalarak yarattığını ilmen görmüş bulunuyoruz.
Dolayısıyla O’nun cevheri; yoklukla, yoktan var edilenle asla mukayese edilemeyecek bir cevherdir.
Yüce Allah'ın, yarattıklarına benzememe sıfatı, yoklukla mukayese edilememezlik niteliğinden gelmektedir.
Maddenin özünü oluşturan sonsuz ve sınırsız sayıdaki dalga, kesintiye uğradığı andan itibaren varlık âlemi yok olur. Zahiri âlem ortadan kalkar.
Varlık âleminin varoluşu, onu yaratanın başlangıcının ve sonunun olmamasından kaynaklanmaktadır.
Varlık âleminin yaratılma fiziği gösteriyor ki; şayet başka tanrılar olsa, başka müdahale eden varlıklar olsa, kâinatı meydana getiren dalga yapımına çeşitli yönlerden müdahale olur ve varlık âlemi mümkün olmaz.
O olmazsa varlık olmaz.
Varlığın varlığı tamamen O’nun iradesine ve O’nun kudretine bağlıdır.
O, sonsuz kuvvet ve kudret sahibidir.
Zamandan ve mekândan münezzehtir, yarattıklarına benzemeyendir.
İlk yaratıldığı andan itibaren kâinatın kaç milyar ışık yılı mesafesine kadar genişlediğini anlamakta büyük bir acizlik içerisinde bulunuyoruz.
O’nun, “kâinat, yani yer ve gök hepsi bir aradaydı onu birbirinden ayırdık, sürekli genişletiyoruz” demesinden sonra anladık ki gerçekten kâinat genişliyor.
Göğe başımızı kaldırıp, baktığımız zaman bulut şeklinde görünen yıldızların yıldız olmadığını onların Samanyolu gibi başka samanyolları olduklarını anladık.
Bugünkü ölçümlere göre kâinatın yarıçapının 46 milyar ışık yılı olduğunu ve O’nun bize bildirdiği “Rabbinin yarattıklarını sayamazsınız” ayetinin tecellisi olarak 8 trilyon tane Samanyolu olduğunu tahmin ediyoruz.
Her samanyolunda 100 milyar ile 1 trilyon arası yıldız olduğunu, her yıldızın yörüngesinde yüzlerce gezegen döndüğünü öğrenmiş bulunuyoruz.
Dolayısıyla bu yaratılanları saymamızın mümkün olmadığını anlamış bulunuyoruz.
Uzayın en derin yerlerinde ne olduğunu, ışık ve sinyallerinin zayıflayarak bize kadar gelmediğini nereye kadar uzandığını bilmediğimizi görüyoruz.
Yıldız ve gezegenlerin sayısını matematik bilgimize göre sayamayacağımız kadar bir acizlik içerisinde bulunuyoruz.
Hatta kendi güneş sistemimizin çekim alanı içinde bulunan gezegen sayısını, kimin hangi yörüngede döndüğünü bile bilmiyoruz.
Onları yaratan zatın, bütün bunları saniye sekmeden bir düzen içinde döndürdüğünü/gezdirdiğini gözlerimizle görüyoruz.
Kendimizi ve aczimizi görmeden şımarıp duruyoruz.
Kâinatta, Dünyamızın bir nokta büyüklüğünde bile olmadığını açıkça görüyoruz.
Biz de bu varlık âleminde, karınca kadar bile bir yer işgal etmiyoruz.
Bugün ben, gençlerimizin kâinatın yüce yaratıcısını idrak edememesinden derin bir üzüntü duyuyorum.
Neden ateist, deist oluyorlar?
Neden gençlerimize Yüce Allah'ın sonsuz kudretini, atom fiziğinden başlayarak izah etmiyoruz.
Neden onların yüce Allah'ı görür gibi inanmasına hizmet etmiyoruz?
Neden gençlerimize hakikat ilmini öğretmiyoruz?
Neden öğrendiğimiz fizik ve kimya bilgisini hakikat ilminin ifadesinde kullanmıyoruz?
Eğer gençlerimize hakikati öğretmezsek ağır bir sorumluluk içerisinde kalacağımız ve ahirette de bunun hesabını veremeyeceğimizi neden düşünmüyoruz?
Allah'ın zatı ve varlığı, derinlemesine düşündüğünüz zaman güneş gibi açıktır ve kesindir.
O’nu görmek, gören gözlerin işidir, aklen görenlerin kabiliyetidir.
O’nu görmek, yüksek aklın marifetidir.
Ahmaklar asla gözlerinin haricindeki organlarla göremezler, yokluktan (yani sürekli yaratılan) meydana gelen organlarla O’nu görmenin imkânsız olduğunu anlayamazlar.
Esas görgünün, akılla görmek olduğunu, asıl görmenin ve hüküm yürütmenin, aklen mümkün alacağını düşünemezler.
Varlığı aklen görmek hakikat ilmidir.
Aklen görmek, matematik analizinde ihtisaslaşmak gibidir, çarpım tablosunu ezberlemeyen, çıkarma-toplama bilmeyen bir matematikçinin binom formülünü kavraması mümkün değildir.
İnkâr, bilgi ve akıl yetersizliğinin en açık delilidir.
İnkâr, bilgi yetersizliğinden kaynaklanırsa düzeltilebilir, akıl eksikliğinden kaynaklanırsa asla düzeltilemez.
Bilgi eksikliğinden kaynaklanan inkârı düzeltmeye mecburuz.
Akıl eksikliğinden ve kibirden kaynaklanan inkârı düzeltemeyiz.
Bu nedenle ahmaklığın en açık belirtisi hakkı inkârdır. İnkâr da cezasız değildir!
YARATICININ VARLIĞI’NIN FİZİK KURALLARINA GÖRE AŞİKÂRLIĞI
Parçacık fiziği kuarkların deniz kumu gibi sınırsız sayıda çok ve hiçbiri birbirine benzemeyen parçacıktan meydana geldiğini gösterdi. Yukarıdaki tablo, Wikipedi’adan alınmıştır. Dalgaların çarpışması sonucu olan sınırsız çeşitlilikte atom altı parçacıkları göstermektedir.
Patlama, aşağıdaki resimlerdeki gibidir.
Bu patlamaların, art arda ve sınırsız sayıda tekrar ederek devam ettiğini düşünelim; Bu patlamalar, aşağıda ve yukarıda gösterilen patlama misali gibi dalgalar tarafından gerçekleştirildiğini görüyoruz.
Karşılıklı patlamaların, birbirini söndürme ve tesirini azaltma etkisi vardır. Patlayan cisim, etrafa dağılır, yayılır.
Kâinat, bir patlama sonucunda genişlemekte ve etrafa doğru yayılmakta dağılmaktadır.
Günümüzde astronomi, büyük patlamayı kesinlikle ispatlamıştır. Hatta büyük patlamanın fon radyasyonun yayılımı TV’lerimizde her zaman izlenebilmektedir.
Sinyal ve dalga, sınırsız noktadan değişik şiddetlerde çıkarak birbirine yapışmakta, maddenin aslı olan atom altı parçacıkları meydana getirmektedir.
Dalganın temsili yayılma şeması…
Radyo dalgalarının, merkezden çevreye doğru çıkışı ve genişlemesi, aşağıdaki resimde sonsuz noktadan fırlayan dalgaların birbirine çarpması ve yapışması sonucu madde zerrelerinin oluşması (yani atom altı parçacıkların doğuşu)…
Şimdi şu soruyu sormak hakkımızdır: Bir istasyon olmadan, bir elektrik akımı olmadan dalga yayımı mümkün mü?
Dalganın olması için onun sürekli sıkılması lazımdır. Denizin devamlı çalkalanması lazımdır. Bu da yaratan olmadan mümkün değildir.
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Atomalt%C4%B1_par%C3%A7ac%C4%B1k