Abdestini alarak sıradan bir insan gibi çıkmıştı evinden.
Sahabeye imamlık yapacak, sabah namazını kıldıracaktı.
Nereden bilecekti ki “Mihrap Şehidi” olacağını!?.
Ta ki “Ebu Lülü” denen münafığın hançeri sırtına saplanana kadar…
Parçalanan bağırsaklarından sicim gibi akan kanlar, sevgilisine kavuşmayı müjdelerken ona, hemen evine taşındı, Hattab'ın oğlu Hazreti Ömer!
Bizim tabirimizle "koma" halinde yatarken evinde, ölüp ölmediğini anlayamadı sahabe.
Onu defalarca “Ey Ömer!.. Emir’ul Mü’minin!..” diyerek uyandırmaya çalıştılar.
Ama hiçbir tepki vermeden tam 2 buçuk gün yaşadı bu halde. Sonunda Ensar'dan biri geldi ve onun bu halini seyrettikten sonra; “Ömer, namaz vakti geldi!” deyin dedi.
Bunu işiten İbn Abbas, Hazreti Ömer'in kulağına eğilerek; “Ey Emir’ul Mü’minin!.. Namaz…” dedi.
Bunun üzerine gözlerini aralayıp;
“Namazı bitirdiniz mi?” diye sordu ashaba.
Çünkü onun aklı hançerlendiği namazında kalmıştı, bitirememişti ki!
“Namazı olmayan İslam; İslam değildir; ben burada günlerdir namazsız nasıl yaşadım?” diyerek o haliyle teyemmüm aldı.
Namaza durduğunda, parçalanmış bedeninden kanlar bardaktan akar gibi akıyordu.
Ama o YARIM BIRAKTIĞI SABAH NAMAZINI TAMAMLADI!
Son nefesini vermek üzereyken oğlunun dizinde olan başını toprağa koyarak;
“Vay bana!.. Vay beni, Allah affetmezse benim halim nice olur!.. Rabbim bu başımı toprakta görsün, beni bu hal üzere tevazuda görsün” deyip, yüzü toprakta, Rabbi Rahman’a kavuştu…
Emir’ul Mü’minin, o heybetli ve celalli Ömer bin Hattab RadıyAllahu anh!
Koma halindeyken namazını tamamlamanın derdindeydi!
“Başım toprakta öleyim, Rabbim beni bu halde görsün ki affolunmama vesile olsun” dedi..
Oturup, muhasebemizi yapalım şimdi kardeşler.
Daha yaşarken “cennet ile müjdelenen” Hazreti Ömer, son nefesinde yüzünü oğlunun dizinden alıp, toprağa koyuyor ki; “Rabbim benim acziyetimi görsün, belki affıma vesile olur!”
Ahh, bir de bizim aldanışlarımıza bak!
Haftalardır yüreğim yana yana ne mücadeleler verdim hepiniz şahit oldunuz.
Ne için? Kimin için?
Bu din, bu ashab neyimize yetmedi bizim?
Ki, “Instagram” gönderileri altında, kendimize "İnşirah" arar olduk!
Bir Ömer bin Hattab'a bak, birde “Instagram”da “evet” yazınca kendisine bereket, şans, huzur gibi hisler yükleneceğini sanan Müslümanlar’ın haline bak!
Bir bağırsaklarından sicim gibi kanlar akarken son namazını tamamlamanın derdinde olan Ömer bin Hattab'a bak; bir de başına gelen imtihanların günahını atalarına yükleyen, her akşam ne idüğü belirsiz daha kendi nefsiyle başa çıkamamış insanların yazdığı sayılar adedince zikir çekip, bir de vaktini onların belirlediği bir namazı kılınca her şeyin yoluna gireceğini ümit eden insanların ALDANIŞLARINA BAK!
Bir koma halindeyken “namaz” kelamını işitip, kendine gelen Ömer bin Hattab'a bak, bir de abuk-sabuk sayıları bardağa, bilekliğe, oraya buraya kodlayınca şifa bulacağını, huzura ereceğini sananların kandırılışlarına bak!
Ben aslında bize bu bidatleri sunan ve diniyle oynayanlardan ziyade; aldanıp gidenlere kızıyorum.
Biz akşama kadar sadece “sade olun, seküler bir hayat yaşamayın” diye bağırırken ağzımızdan her çıkanı binlerce kez sorgulayıp; bunlara gözü kapalı koşan insanlara kızıyorum.
Ne vaad ediyorlar?
- Huzur, şans, dertlerden kurtulma, istediğini geri getirme, istidrac rüyaları, duanı kabul ettirme, aniden gelen bir müjde!
Bu mudur yani!
Size böyle bir hayatı kim vaad etti?
Rabbiniz vaad etti mi?
Size, “bu dünyada cennet gibi bir hayat yaşayacaksınız” mı dedi Peygamber?
Ne umuyoruz sahi!..
Dünya bu, bu kadar burası, kim dertsiz?
Kim çekmemiş?
Kim sorunsuz?
Kaldı ki geçmişte çekilenlerle bugün çekilenler bir mi?
Maşite annemiz, Firavun’un kazanında, kızgın yağlara atılırken evladları bilmiyor muydu bu sayı sekanslarını, bilmem ne enerjilerini, bunların din adına yaptığı ritüelleri bilmiyor muydu; biri söylesin bana!
Yunus Aleyhisselam, balığın karnında kaldığında ne yaptı “La ilahe illa ente subhaneke, inni kuntu minezzalimin” diye Rabbine dua etmekten başka?
İbrahim Aleyhisselam değil miydi ateşe atılırken ona gelen Cebrail Aleyhisselam'a; “Senden bir şey istemem, Rabbim benim bu halimi görüyor; HasbunAllah ve ni'mel vekil” diyerek yanan ateşleri bile ettiği tevekkül ile serin ve selamet kıldıran?
Hastalık mı?
Eyyüb Aleyhisselam'dan daha mı hasta bedenimiz?
Evimizden mi sürüldük dağ başlarına?
Peki “O” ne yaptı bu durumda?
Sayılar mı yazdı içtiği bardağa; suçu kendinden evvelki atalarına mı attı; ne yaptı!
“Rabbi, inni messeniyed'durru ve ente erhamur’rahimin" diye Rabbine dua edip sabretmekten başka?
Peki ya Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem? Hangi bir hadisesini yazıp misallendireyim?
Bu din simsarlarının bildiklerini, haşa kendisi bilmiyor muydu ki Uhud'da kırıldı dişi?
Karnına bağladığı taşlara sayı sekansları yazmadığı için mi bir arpa ekmeği ile doyamadı ömrü boyunca?
Peki hangi atasından bir günah yüklenmişti ki boynuna, deve işkembeleri atıldı üzerine, Taif'te taşlandı, evladlarını gömdü; söylesenize hangi günahın bedelini yaşadı?
Hiç mi utanmıyoruz bu işleri yaparken Rabbimizden?
Bunlar Kur’an'ı oyuncak ederlerken nefislerine, ayetleri kırpıp kırpıp “Şurda şunu demek istedi… Burada bunu demek istedi!..” diye Allah adına dahi konuşmaktan korkmazlarken, bu ayeti iyice sarın sinenize ki, aldanmayasınız.
Sımsıkı tutunasınız!
“(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet'e gireceğinizi mi sandınız?! Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki nihâyet peygamber ve beraberindeki müminler, 'Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?' demişlerdi. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214)
Sabır ne güzel bir nimettir.
Bize düşen sabırla, namazla, gelen imtihanı en güzel şekilde şirke, bid’ate, günaha, isyana bulaşmadan uğurlamaktır.
Çünkü Allah'ın vaadi haktır!
Kalbimize, Allah'a güvenmeyi öğreteceğiz.
Çünkü veren de mahrum eden de, kaza ve kaderin sahibi de yalnızca O'dur!
Allah'ın ilminde olan nedir bilemeyiz ama şunu biliriz ki onun ilminden başımıza ne gelmişse, Vallahi “Olanda hayır vardır”.
Bugün, Allah’a, alçakça “senden, hayırlısını istemiyoruz!..” diye dua eden ve ettirenler neyi amaçlamaktadır?
Efendimiz, biricik karısı Aişe annemize öğrettiği ve kendisi de sıklıkla ettiği duasına;
“Allah’ım! Senden istenen şeylerin hayırlısını, duanın hayırlısını, kurtuluşun hayırlısını, işlerin hayırlısını, sevabın hayırlısını, hayatın hayırlısını, ölümün hayırlısını istiyorum” diye başlarken bu hadsizler, binlerce kişiye “senden, hayırlısını istemiyoruz!” diye dua ettirdi ve bir Allah'ın kulu çıkıp da bunu aylarca sorgulamadı ya!
Her önüne gelenin ritüel dağıttığı, oyuncak etmeye çalıştığı güzel dinimizin elbette muhafızları var, kıyamete kadar olacaktır da.
Ancak kıymetli kardeşlerim; şunu iyi bilmeliyiz ki başımıza her ne gelirse gelsin;
Kaderimize yazılanı dert etmeyeceğiz.
İçimizi boş yere huzursuz edip, gelmemiş gelecek için bugünümüzü mahvetmeyeceğiz. Çünkü takdir edilen muhakkak olacak ve bu süreçte Mevlamız bize yardım edecek!
Sabır verecek, merhamet edecek!
Musibet anında Rabbine teslim olan selamet bulur.
Üzüldüğümüz mevzulara değmez asla, bu yorgunluk, bu telaş, bu stres; belki 5 dakika sonra bitecek bir hayat için mi?
Kanaat et, Vallahi kanaatte olan selamet bulur.
.
Yağmur (Mirzayeva) İbiç, dikGAZETE.com
“Bana ne benden? Ben sahibi olan bir kul iken..”
(Sahibine bağlı olanın, her ihtiyacı görülür.)
Seyyid Muhammed Ibni Alevi El Maliki
***
- YA TERORİSTSİN, YA FETÖCÜ!..
Ortada bize zorla dayatılan, hiçbir şekilde mantığa uymayan ve bedelini canımızla ödediğimiz gerçekler var.
Maske, mesafe, aşılar, verilen ve hakikaten yan etkileri koronaya rahmet okutan ilaçlar vs vs. Avrupa ve Amerika'da insanlar kişisel olarak bu durumu kabul etmeyip; bu dayatmalara karşı ayaklanabiliyorlar.
Protesto edebiliyorlar, maskeleri çıkarıp direnebiliyorlar.
Ve sadece "sivil itaatsizlik, ya da uyumsuz" vs olarak adlandırılıyorlar.
Bizde ise bırakın iki kişi yanyana gelip maske atmasını, şuraya maskenin ya da ilaçların zararlarını yazdığın anda;
- YA TERORİSTSİN, YA FETÖCÜ!
“Ne alakası var kardeşim?” diyemiyorsun işte.