MİSTİK KURTARICI JEANNE D’ARC
Peykam, Farisi, “Haber” ve “Ber” getiren, ulaştıran, ileten, İngilizcede “Messenger”, Arapçada “Resul”, Türkçede ise Kaşgarlı’nın Divan-ı Lugat-it Türk’ünde geçen “Sav” “haber” kelimesine “-cı” isimden isim yapan ek getirilirse “Savcı”, Türk Dil Kurumu’na göre ise “Peygamber” yahut “Resul” deniyordu.
Peygamberler Nebi ve Resul olarak ikiye ayrılmaktadır, kitap indirilenler Nebi, açıklayıcılar ise Resul olarak adlandırılır.
Tarih boyu çeşitli tarikatlar, içlerinden elçiler geldiğini iddia etseler de hemen hepsinin siyasi ve militarist amaçları vardı, egemenliği ele geçirmek için halk desteğini ele geçirmek istediler, kimi zaman da beklenmedik şekilde hiçbir gücü olmayanlar da ortaya çıkıveriyordu ve genelde bu, çok büyük toplumsal olaylar ertesindedir; veba gibi..
Girişimizi ön bilgiyle yapalım, o halde başlıyoruz.
“Toplumsal düzen, fal ve falcılık” (*) yazımız ile Veba’nın insanı kırdığı Orta Çağ’a yeniden gidelim…
Hizmetçi bulamıyorlardı, geriye kala kala “Macabre” adı verilen mezar kazıcıları kalmıştı. Hastalıktan kırılan soyluları gömen mezar kazıcıları, bir yandan çılgınca Dance Macabre şarkısı eşliğinde ölülerle dans ediyorlardı, bir yandan da kilise yanına derin çukurlara efendilerini gömüyorlardı.
Etik, ahlaki ve insani değerlerin tükenmiş olduğunu görüyoruz. Sadece mezar kazıcıları değil, topyekün sürü, çaresizlik içinde kadere diz çökmüş, dengesiz hareketleri ile ne yaptığını bilmez durumdaydı.
Sokaklarda şarkılar söyleniyorken bir yandan da bedenlerine kırbaçlı işkence yapıyorlardı.
Tanrı’ya adanan bedenler, içinden kanlar fışkırdıkça günahların kefaretini ödüyorlar, çoktan umutlarını kestikleri hayatlarının kalanında, bununla onlara öte dünyaya geçişte, Tanrı’nın şefaat etmesini istiyorlardı.
Kendi kendini parçalara ayırırken, Yaratıcının yarattığı bütünlüğe zarar vererek belki de müşriklik seviyesine iniyorlardı; yoldan çıkmışlardır.
Farkında olmadıkları, bilinç geliştiremedikleri, kontrolü tümüyle kaybettikleri kesindir, o halde çaresizlik dini, ilahi ve ilmi bilgiyi tümüyle kemiren, erdemi yok eden en etkili silahtır.
Deneyimlerden öğreniyoruz.
Üniversiteler hurafe, fal ve büyücülük işlerine düşkün tarikatlar haline gelmişti. Sorbonne (Paris Üniversitesi) ise çağın en gerici fakat kiliseye bağlı, Engizisyon mahkemelerinin kurulduğu yerdi; tarikatları, mistisizmi, falcılığı ve sahte elçileri sorguluyor ve alınan ifadeleri dinlemeden cezalandırıyordu, düşman ceza hukuku kuralları geçerlidir.
İşte Avrupa, bu anlamda her alanda büyük çöküş halindeydi.
Feodalite, derebeyler, kilise baskısı, cehalet ve veba Avrupa’yı topyekûn zayıflatarak savunmasız bırakmaktadır.
O tarihte İngiltere ve Fransa’da birbiriyle akraba iki dinasti, egemenlik savaşı veriyordu. Fransa Kralı Lui, bir erkek varis bırakmamıştı ve İngiltere’deki akrabaları ile taht yüzünden birbirine girmişlerdi.
İngiltere, askeri olarak güçlüydü ve savaş çoğunlukla Fransa topraklarında geçiyordu. Buna “Yüzyıl Savaşları” dediler.
Veba’da Rahip sınıfı yok olduğundan, okuma yazma oranı düşmüş, cehalet içinde kıvranan çaresiz sürü, mistikler, falcılar, rüya tabircilerin elinde kalmıştı.
İşte böyle bir anda Jeanne d'Arc (Jan Dark) adında bir köylü kızı ortaya çıkıverdi, okuma yazması yoktu, 1412 yılında doğmuştu ve Yüzyıl Savaşları 1338 yılında başlamıştı; Fransa, savaş nedeniyle perişan durumdaydı.
Jeanne, azizeleri rüyasında gördüğünü, onunla konuştuklarını ve gaipten seslerin, ülkesini, Fransa’yı, İngilizlerden kurtaracak kişinin o olduğunu söylediğini çevresine anlatıyordu.
Sanrılar aşırı etkiliydi...
Sadece o değil, etrafındakiler de aynı sesi duyduklarını ve kurtarıcı olarak onun gönderildiğini iddia etmekteydi.
Jeanne çok hırslıydı, mutlaka kralı bulmak gerektiğini düşünüyordu, aracılar koydu, mistikler ona yardımcı olacaktı. Kendisi de bir mistik olan ve falcılara, kâhinlere inanan Kral 7. Charles aradığını bulmuştu. Birbirlerini ikna etmede hiç zorlanmadılar.
Kehanetlerle günlerini geçiren Kral Charles, onu orduların başına getirmekte hiç şüphe duymadı.
Orleans kenti kuşatma altındaydı, Jeanne halkın ve ordunun güvenini kazanıyordu ve Orleans’ı kurtarıyordu. Böylece “Orleans Bakiresi” unvanını alacaktı. Milliyetçilik duyguları uyanıp artışa geçiyor, Fransızlar ise büyük moralle yükselişe geçiyordu.
Sevinç kısa sürecekti; Jeanne, 1431 yılında İngilizler tarafından yakalanacaktı…
Engizisyon mahkemesi, Sorbonne, onu bizzat kendisi yargılamak istedi ve kabul ettirdi, mahkemeye çıkarıldı, din ve ahlak gerekçeleri ile sorguya çekildi, ifadesinden geri adım atmadı, “Je m’attends a Notre Seigneur” diyordu, “Efendimizi (Rabbimizi) bekliyorum” duasını yineliyordu.
Engizisyon mahkemesi müebbet verdi; ancak cezaevinde giysilerini değiştirmiyor ve erkek elbisesi giyiyordu…
Ahlaksızlık ve hayasızlıkla suçlandı, imansız veya mürted şeklinde damgalandı, dinden çıkmıştı, Jeanne ise verilecek her cezaya razıydı ve yine tekrar ediyordu “Efendimizi (Rabbimizi) bekliyorum”.
Tarihçilerin bir kısmı onu bir sapkın, bir kısmı deli, bir kısmı ise kahraman olarak gördü.
30 Mayıs 1431 günü Rouen kentinde büyük bir kalabalığın önünde diri diri yakılarak öldürüldü.
Yanarken titremediği, ayakta yandığı kaydediliyor.
Fransızlar onu hiç unutmadı, 19 yaşında genç bir kız, Fransa’da milliyetçilik duygularını ateşleyerek, halkı tutsaklıktan kurtarıyordu. 1436’da Paris, İngilizlerden alınıyordu ve nihayet 1453’te Yüzyıl Savaşları sona erdi. Ölümünden 490 yıl sonra öldürme kararını veren aynı kilise tarafından Azize ilan edilmişti.
Jeanne, kutsal metinleri ne açıklayan ne de herhangi bir kutsal kitap gönderilenlerdendir. Nebi ya da resül değildir, onu yücelten Avrupalı tarihçiler ise onun misyonunun Feodalite’nin kırılmasına, milliyetçilik akımının oluşmasına, Veba sonrası siyasi ortamın toparlanmasına ve Yüzyıl Savaşları’nın bitmesine sebep olmuş olması olduğunu belirtmişlerdir.
Tarihe en büyük katkısı ise daha sonra yayılacak olan milliyetçilik kavramının temelini atacak olması ve ulus devletlerin kurulmasının harcı olan milliyetçilik kavramının kurucusu olmasıdır.
Bu bağlamda ona, “sayılan, değerli ve çok sevilen” demek olan “Azize” kelimesini kullanmaları kanımızca bir ölçüde isabetlidir.
Jeanne bir ‘mistik’ti, hepsi budur.
Anadolu’da da Jeanne öncesi ve sonrası Kâhin yahut Rüya Tabircisi olarak kendini nitelendiren, ‘Elçi’ olduğunu öne sürerek ilk komün isyanını patlatan mistikler yahut elçilik ima eden çeşitli Hurufiler de ortaya çıkmıştı.
Bunları da başka zaman anlatalım.
Saygılarımla.
.
Av. Mustafa Çelik, dikGAZETE.com
(*) Toplumsal düzen, fal ve falcılık
https://www.dikgazete.com/yazi/toplumsal-duzen-fal-ve-falcilik-5849.html
Mustafa Çelik 1 yıl önce
Taner BAYKAL 1 yıl önce