15 Temmuz darbe ve ihânet teşebbüsündeki direnişten, salgın tedbirlerine uymaya, şehid cenâzelerine katılımdan, Libya Harekâtı’na halk desteğine, İslâmi duyarlılığımızdan, Târihî hassasiyetlerimize değin Milletimizin ciddi bir duygu, inanç ve düşünce birliği olduğu görülmektedir.
Genel olarak Milli meselelerde duruşları yakın olup Milli Cephe diyebileceğimiz, ortak hassâsiyetler etrafında bir araya gelecek insanımızın oranı yüzde 67-75 aralığındadır aslında.
Düşünün, Ayasofya’da Fetih Süresi okunmasına kimler karşı bu ülkede?
Düşünün, “Zulüm 1453’te başladı” diyenler hangi parti ile birlikte?
Düşünün, Gezi Parkı’ndaki mâsum başlayan eylemleri, yabancı istihbarat servisleri ile “3. Boğaz Köprüsü”nden, kanal projesine birçok büyük projeyi durdurma pazarlığı ile vandallığa ve kalkışmaya dönüşmesine kimler sebep oldu?
Düşünün, terörle mücadelemizi demokrasi, insan hakları vs. diye kimler sulandırmaya çalışıyor?
Kimler Avrupa ve Batı’dan gelen Türkiye düşmanı milletvekili, STK temsilcisi, büyükelçilerle beraber oluyor, onları alıp, netâmeli alanlar oluşturup oraları gezdiriyor?
Düşünün, hangi siyasi partinin mensupları domuz yediğinden, Ermeni katliamı yapıldığından, teröriste selâm göndermeye, ezan ve duâya “minarelerdeki anırma” diye bahsediyor?
15 Temmuz öncesi, FETÖ kurumlarının önünde FETÖ’cülerle beraber polisimizin karşısına dikilenler kimlerdi?
Düşünün aynı kişiler FETÖ’ye destek veriyor, savcımızı işkence ile odasında öldüren teröristlere destek veriyor, PKK’lıların cenâze ve tâziyelerine gidiyor.
Düşünün, “Libya’da ne işimiz var?” diyen insanlar halkımızın yüzde kaçıdır?
Şimdi soru şu?
Yukarıdaki alenî düşmanlığa vurgu yaptığım birkaç konuda dahi halkın tepkisi nasıldır?
En az yüzde 70-75’i birlikte hareket eder ve düşünür değil mi?
Peki, bu yüzde, blok olarak seçim sandığına neden yansımıyor?
Neden, daha dindar görünümlü siyasi teşekkül, STK ve cemaat yapılarının bir kısmı, Ayasofya’da Fetih Süresi okunmasına dahî tepki gösteriyor?
Bu nasıl bir aldatma ki, bu kesimler hassâsiyeti yüksek insanımızın bir kısmının aklına ipotek koyabiliyor, FETÖ örneğinde olduğu gibi onları mankurtlaştırabiliyor?
STK, tarîkât, cemaat yapılarının çoğunda sistemli bir körlük, muhâkeme yeteneğini imhâ, mensuplarına tahakküm gibi, fıtrat, insaf ve İslâm dışı uygulamalar yapılıyor?
Diyanet, Milli Eğitim ve YÖK bu yapılara karşı gerçek çözümde, kâmil İmân, akıl, ahlâk ve amel-i sâlih noktasında birlikte çözüm üretmiyor ve sunmuyor.
Tam tersi, sürekli taviz vererek, “kazanmaya çalışalım” derken, FETÖ tarzı yeni yapıları, Azîz Milletimizin başına belâ edip, Millî Gücümüzü zayıflatıyoruz?
Devletimizin en üstten halkımızı kucaklayıcı, halkımızın taleplerini karşılayarak gayri milli hiçbir yapının kucağına evlâdının düşmesine izin vermeyecek imkânları el birliği ile sağlaması gerekmez mi?
Bu zaâfiyet, Milletin İstikbâli, Devletin Bekâsı için halkımızın destekleyeceği tedbirlerle giderilmelidir.
Yatırımlar sürmektedir.
Üretimin arttırılması, madencilik, tarımda makineleşme ve büyük çiftlikler oluşturma, enerji kaynaklarını çoğaltma, çevre coğrafyadan daha ucuz enerji ve akaryakıt, doğal gaz temini, Azerbaycan’la yaptığımız rafineri gibi karşılıklı bağımlılığı da artıracak yatırımlar yapılmalıdır.
Libya’daki duruşumuz bu yönü ile çok değerlidir; devam etmelidir.
Libya ve Akdeniz, ABD, Avrupa ve İngiltere’nin, hatta İran’ın İsrail ve Şiî eksenli stratejik planlarını boşa çıkartmıştır.
“Libya’da ne işimiz var?” diyenler, bilinçle söylüyorsa bilin ki ihânetle, aldanmışlık, idrâksizlik arasındadır. Esas olan bu aldanmışlığın halka gösterilmesidir.
Devlet, uluslararası menfaatlerimiz gereği, buradaki kazanımlarımızı söyleyemese dahî STK ve sosyal guruplar aracılığı ile halka bilgi ulaştırılabilir.
28 Şubat Süreci’nde BÇG ve o zaman kurulan “Bilgi Destek Grubu” bir ara, toplumu nasıl bir kafa karışıklığı içinde bırakmıştı.
Bu manada müspet çalışma grupları oluşturulmalıdır.
Tekrar söylüyorum, Cumhurbaşkanlığı’nda “Medeniyet Değerleri Merkezi” (Psikolojik Harp/Harekât Merkezi), MGK bünyesinde “Medeniyet Değerleri Enstitüsü” (Psikolojik Harp/Harekât Enstitüsü) acilen kurulmalıdır.
Bilgiyi ve algıyı yönetmek bir Milli Güvenlik sorunudur.
Terörle mücâdele ve İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun şahsî gayretleri iç içe geçmiştir. Halkımızın desteği tamdır.
Şu anda devletimizin kurumsal kimliğine TSK ve İçişleri unsuru Jandarma ve Emniyetimizin birlikte uyum içinde çalışmaları büyük katkı sağlamaktadır.
TSK’nin, şanlı ordumuzun modernleşmesi, silah, araç, teçhîzat, mühimmattaki modernizasyon ve dışa bağımlılığın bitmesi ordumuzun askeri harekâtına doğrudan etki ederken, halkımızın mâneviyâtına da katkı sağlamaktadır.
Canlı tutulmalıdır.
Baykar Gurubu’n, İHA, SİHA ve diğer çalışmalarını Cumhurbaşkanımızla akrabalığını kullanıp boğmaya çalışan ihânetin, birlikte yaptığı boğma ve sosyal baskının çirkinliği halka anlatılmalıdır.
Teknolojinin Millileşmesi ve hamlelerimizi ilk başlatan Necmettin Erbakan’a, 28 Şubat ve öncesinde yapılan düşmanlığın sâdece zihniyetinden dolayı olmadığı, kendisine düşmanlık yapanların arkasındaki ihânet, şimdi yaptığımız modern teknoloji gösterilerek anlatılmalıdır.
Düşünün, bu hamleler 20 yıl önce başlasaydı, neler olurdu? Teröre bu kadar şehid verir miydik?
En büyük hastalığımız ise dedikodu ve iftiradır.
Birileri rüşvetten bahsediyor, şımarıklıktan bahsediyor.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Ülkenin Milli zemini ile hareket edenler, hatta AK Parti ve MHP teşkilât mensuplarından kişiler dahî âlet oluyor.
“Nerede var? Gidelim uyaralım!” diyoruz.
“Eeee duyduk işte!..” diyor.
Böyle gevşeklik olur mu?
Duyduysan gıybet ve sûi-zân yerine ilgilisine iletsene!
Sonra CİMER var.
Yaz oraya!..
Gıybet ve sûi-zândan kurtulmalı, siyasi teşekküllerde aktif görev almalı, faaliyetlerine katkı sağlamalı, gidip ziyaret etmeli ve destek olmalıyız.
Gelelim, Cumhur İttifâkı’na…
“İttifâk Metni”ni herkes okumalı ve okutmalıdır.
Tüm Milli gayretlerin başında Lider olarak, Recep Tayyip Erdoğan’ı görmek şarttır.
Neden mi?
Şahsının en az yüzde 35 oyu vardır.
Halkımızın teveccühü büyüktür.
Yüzde 35 ve üzeri halk desteği zaten başlı başına istikrar demektir.
“Siyasal İslâmcı” demek istemiyorum, ama başka türlü de kolay tarif edemiyorum, hasbî ama duygusal bir tabandan geliyor olmasına, FETÖ ihânetinin aldatma ve dayatmalarına, klasik radikal lâik kesimlerin devlet içindeki 27 Nisan e-muhtırası gibi baskılarına, kendi taşıdığı bazı insanların sırt çevirip, gayretlerini baltalamasına rağmen, MHP ve Ülkücü Hareketi de yanına alarak Milli Yürüyüşün öncüsü olmayı başarmış, dünyada da etkin bir liderdir.
Recep Tayyip Erdoğan, tüm Türk Dünyası’nda tanınmakta ve sevilmektedir.
R. Tayyip ERDOĞAN, tüm İslâm Dünyası’nda ümit olarak beklenmektedir. Osmanlı dâhil, Türk Milleti’nin İslam Dünyası’ndaki itibarını arttırmıştır. Milletimizin ve devletimizin öncülüğünü kabul ettirmiştir.
R. Tayyip ERDOĞAN, sömürülen tüm dünya halklarınca saygı duyulan şahsına duâ edilen bir adamdır.
R. Tayyip ERDOĞAN’a emperyalizm düşmandır. FETÖ ile yaptıkları banka, MİT Tırları, 17-25 Aralık Operasyonları en son 15 Temmuz Kalkışması tamâmen O’nu ve Azîz Milletimizi hedef almıştır.
R. Tayyip ERDOĞAN’a ülkemizdeki işbirlikçiler düşmandır.
Düşünsenize, “RTE gitsin, kim gelirse gelsin!” cümlesi, nasıl bir sorumsuzluk ve husûmettir?
Bu kadar her şey ortada iken biz, Milli olduğunu düşünen insanlar neden bu yüzde 67-75 aralığındaki potansiyel gücü sandıkta arkamızda toplayamıyoruz?
Soru bu?
Neden?
Gelin bu soruya cevap arayalım.
Halka ulaşmamıza engel olan âmiller nelerdir?
Algı operasyonlarına engel olup, algıyı biz nasıl yönetmeliyiz?
Yapay ayrışma ve ötekileştirme ile toplumu bölmeye çalışanların tamâmı karşı görünmemekte, bir kısmı, daha hassas, daha bilinçli pozlarda vurmaktadır bizlere.
Bu şarlatanlıklar da halka gösterilmelidir.
Dış güçlerin istihbarat servisleri ve yerli işbirlikçilerinin deşifresi, toplum vicdânına kötülüklerinin en uygun şekliyle arz edilmesi için neler yapılmalıdır?
Gelin derdimiz bu olsun.
Dağdaki Mehmetçiğimize, dünyanın birçok ülkesindeki devlet görevlilerine, fabrikada üreten işçi Hasan’a, üreten işadamına, sermaye sahibine, tüyü bitmemiş yetime… destek, moral, güven ve güç kaynağı olabilmenin, Milli düşünen insanımızı bir araya getirebilmenin hesabını yapalım.
Korkulu rüyalar görmek istemiyorsak, Milli Birlik ve Beraberliğin somut sonucu seçim sandığındadır.
Şimdiden en az yüzde 60-65 hedeflenmelidir. Bu yalnızca siyasilerin değil, hepimizin görevidir.
.
Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-