7. MADDE
Elektrik kesintileri ve yüksek faturalar nükleer santral tartışmalarını gündeme getirmiş.
Asıl mesele, elektrik veya çevre de değil;
Bildiğin MEMLEKET MESELESİ esasında.
“Birkaç çatlak çevreciye pabuç bırakmayız.” Kimlere neler bıraktığını da bir bilseydi keşke...
Kim gerçekte ne, hangi zanda, kime neye hizmette, orası bilinmez de;
Ezberden: "Kalkınmamıza katlanamıyorsunuz hainler! Bizim de olsun, neyimiz eksik!" diyene iki çift lafım var.
Ortada sana ait bir santral yok!
Ha şunu bileydin önce!
Antlaşmaya istinaden santralin yüzde 100'ü Rusların. Yüzde 51'i onlarda kalmak kaydıyla kalan hisseler satılabilirmiş.
Yıllarca üretimin yarısını tavan fiyattan satın almayı taahhüt etmişiz. Kalanını da dilediği gibi satar.
Bilmem kaç yıldan erken olmamak kaydıyla, bir ara, bize de cironun da değil, beyan ettikleri kar payının yüzde yirmisini vereceklermiş-miş.
Daha erken olamaz ama ne kadar geç onu da bilmiyoruz. Bu da yatırımlarını gani gani çıkarmalarını veya keyiflerini bekleyecek sanki.
Madem böyle; Kendi memleketlerinde ürettiklerini alsaydık ya?!
Hepsi bir yana;
Tüm bunlara karşılık, özellikle de 7. maddedeki olağandışı genişlik çok tuhaf değil mi sahi?
7. MADDE:
- Santral arazisi alt yapısıyla birlikte bedelsiz tahsis.
- 'Türk devletine' ait ilave arazi de bedelsiz tahsis. Bu ne için, neresi, ne boyutta bilmiyoruz.
- Bu da yetmezse; Gerekli halde ilave arazi için Orman Fonuna ödeme yaparlarmış. Bunun hacim veya paha sınırları da belirtilmemiş.
- Daha da yetmezse; İhtiyaç duyulan TÜM özel mülklerin kamulaştırılması için kendilerine Türkiye Cumhuriyeti kanun ve düzenlemeleri kapsamında KOLAYLIK sağlanacakmış.
Devamı, 2010'dan bu yana, herkese açık Resmi Gazete içeriğinde bulunabiliyor.
Peki, antlaşmanın kendisi dahil, bu ifadenin geçtiği maddeler “Türkiye Cumhuriyeti Kanun ve Düzenlemeleri kapsamı” ile ne kadar uyumlu? Bunu cidden söyleyebilecek birisi var mı acaba?
Ayrıca, bu kanun ve düzenleme kapsamları ile, özel olarak ifade edilmiş 'tüm' veya 'kolaylık' gibi 'gereksiz' ayrıntılar bir araya gelebilir mi?
Dönemin tüm milletvekillerine de tek tek ‘e-posta’ gönderdim. Hukukçulara sordum.
Çıt yok!..
Kulaktan dolma zırvalara 'belki' kendileri de inanmış siyasiler, gazeteciler, televizyonlar, reklamlar; hepsi coşkuyla yıkılıyor!
Ahkam kesen kesene;
Bir tek: "Antlaşmayı okudum ve üzerine biraz da düşündüm." diyebileni duyamadım!
Belediye başkan adayına soruyorum:
- Okudum.
- Okusaydınız bunları söyleyemezdiniz...
Gazeteci:
- Gelişmiş ülkelerde var, bizde niye olmasın?
- Araştırsaydınız böyle olmadığını görürdünüz.
Arama motoruna: Misal “Almanya Nükleer Santral” yazıyorsun ve okuyorsun.
Almanya, birçok santrali hiç faaliyete geçirmeden durdurmuş hatta. Disiplin ve kontrol manyakları malum. En akla yatkın ihtimal: Güvenlik.
Zira güvenlikte ihtimaller üzerine boşluklar olamaz.
Ya olur ya da götürüsü hesaplanamayan işlere kalkışılmaz.
Güneş, rüzgâr vb. enerji sistemleri de ilginç.
Asıl konu: Bu alemin tabii gücünün 'bedavadan' ortada durup durması!
Bir tek bakacaksın, göreceksin, kabul edeceksin, elinde duranı alacaksın belki de...
Bunlarda da hep; Her yönden 'liyakatli' ve 'bilimli' insanlar ve ezberden taraftar halk, her dem bir acayip hemfikir.
Bu antlaşma, birçok konuya bakış açımı kökten sarsıp alt-üst etmişti.
Hani birazcık biliyorum sanıyordum da; Bu kadarı da olamaz artık!
Bir türlü anlaşılamayan, duyulmayan 'çıldırtıcı' yalnızlıkların çığlıklarına benzer bihal.
Elimize, elinize ne geçti, tam olarak ne geçecek sahi?!
Ötesi;
Bölgenin birçok açıdan stratejik konumu.
Milli güvenlik hak getire.
40 km. ilerisinde de Taşucu İncekum NATO Limanı.
Bu da yirmi yılı geçmiştir, yangından mal kaçırır hızda yapılmıştı. 1. derece sit alanı, tarihi liman kalesinin bulunduğu yarımadaya. Etrafı yüksek duvalarla çevrili artık. Duvar yanında durulamıyor, ardı görünmüyor...
Bu NATO veya ABD elemanları 'inlerinden' çıkmıyor sanki.
Ruslar ise 50 km. ötedeki Silifke'ye kadar doluşmuşlar. Taşucu, adım başı Rus. Aileler, gezmeler, tatil havası. “Binlercesi gelmiş” diyorlar.
Henüz tam faal olmayan bir santralde en fazla kaç kişi çalışıyorsa artık!
Ayrıca 5 bin kadar da Çinli geliyormuş.
"Santralde görevliyiz." şekli caka satan yerli halk hariç. Görevini sevsinler!
“Savaştan kaçmış sığınmacılar” da köylere kadar yayılmış.
Silifke'nin en güzel manzaralı arazilerine Rus 'santralı' için yerleşke yapılıyormuş.
Halkın bazısı bir heves; “ev kiraları fırlamış” falan filan diye... Kalanlar da bunlarla dolayısıyla 'kavgalı'...
Anladığım kadarıyla; Güvenlik, yönetim olaylarına karışamıyoruz. Hesaba kitaba da ne kadar bakılabilir bilinmez.
Yine de; Çevre ülke tazminatlarına kadar bizim taraf sorumlu.
Gümrüklere de kolaylık!..
Ne getiriyor ne götürüyor kim bakacak, baksa ne bilecek?
Antlaşmada adı geçen “Rusatom”, Çernobil'i deney yaparken patlatmış. "Bişi olmaz, hem bize ne" tınısında bile-isteye santralin 'sınırlarını' test ediyorlarmış-mış.
Fukuşima da tsunami sebebiyle değil; “Tsunami sonucundaki elektrik kesintisi sebebiyle soğutma sisteminin devre dışı kalmasından...” Çok ironik değil mi?
Yazın yangınların santral-Silifke hattının manzaralı yerlerinde olması ve santral etrafındaki yangınların, günlerce söndürülememesi çok düşündürücü.
Santralin kendi arazisi ve etrafı muhteşem yerler. Tam da Rusların bayıldıkları türden. Ve üstelik 'el değmemişi'.
İlk geldiğinde Rus müdürün bile içini acıtacak kadar:
- Böyle bir yere mi?! Yazık, çok güzelmiş...
Arkası dağ, önü deniz, yanı nehir, ilerisi göller...
Taşı kaldırsa tarihi eser çıkabilir.
Verimli tarım, zeytinlikler, seralar, bahçeler... Balıkçılık, hayvancılık...
Bölgenin altı, denize açılan yeraltı mağaraları dolu. Temeli nerelere çakmış, bu da ilginç.
Akdeniz foklarının üreme alanı olarak koruma altındaydı güya.
Cidden, buralar için aklınıza gele gele bir bunlar mı geldi?
Lobilerden bir lobi, nükleer konusunun da plandemi benzeri 'korku' tehdit şovu olarak kullanıldığını düşünmekteyim.
Konu yine, enerji veya santralin kendisi de değil; Bu kavramsallıkla neler neler yapıldığı...
Şu adında 'milletlerarası', 'uluslararası', 'dünya', 'birleşmiş', 'organizasyon', 'örgüt' vs. vs. geçen kuruluşların hiçbirinin, insanlığın ve dünyasının faydasına çalışmadığı artık tastamam aşikar herhalde.
12 Mayıs 2010 tarihli 'Milletlerarası Andlaşma': Akkuyu NGS
Resmi Gazete: 6 Ekim 2010.
Taraflar: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Rusya Federasyonu Hükümeti
- Milletlerarası Antlaşma koşulları nedir?
- Bu koşullar yerine getirilmiş mi?
- Bu tam olarak ne demektir?
Bu sorular ayrı bir araştırma konusu. Bahsi geçen Viyana ve Paris Sözleşmeleri de:
"Ortak Protokol; Viyana Sözleşmesi ve Paris Sözleşmesi'nin Uygulanmasına İlişkin 21 Eylül 1988 tarihli Ortak Protokol anlamına gelir."
"Paris Sözleşmesi; Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Şahıslara Karşı Hukuki Sorumluluğa İlişkin 29 Temmuz 1960 tarihli Paris Sözleşmesi anlamına gelir."
Andlaşma tarihinde proje şirketi henüz kurulmamış olduğundan 'adsız' proje şirketi:
"Proje Şirketi; Türkiye Cumhuriyeti kanun ve düzenlemeleri kapsamında, NGS'nin işletilmesi de dahil, ancak bununla sınırlı olmamak kaydıyla, projenin yürütülmesi amacıyla kurulan anonim şirket..."
Burası benim memleketim.
TOPRAĞIM.
Bu antlaşmadan ve tüm bunlardan aşırı doz rahatsız olmam çok mu anormal?
Hal buyken rahatsız olmamak mı normal?
O günlere kadar hiç siyasi bi' taraf da olamamıştım. Bu konularla pek ilgilenmezdim.
Bir sebebim vardı:
"Geleceğin hızla yükselecek değerleri ortada. O da bizde sebil şükür. Toprağı, tohumu, suyu, doğasının zenginliği güzelliği, doğa ürünleri... Ve genç nüfusu... Bunları dile getiren, bunlara yatırım yapan bir siyaset göremiyorsam gerisi boş..."
Bazı yapılanları gördüğüm halde susarken, 'oluruna' bırakırken dermişim meğersem...
Sonra bir ara da, bu santrale karşı olan herkesi, her oluşumu da 'kendim gibi' bellemişim.
Şu iki yıldaki bazı hallerimizden hallice işte...
Artık kesinlikle bir tarafım da, tam olarak neye taraf onu hiç bilemiyorum.
Kimseyi ayırmadan kayırmadan, yaptıklarına 'yapacaklarına' bakmadan, 'bu'yu da bilmeden;
Yalnızca "Bu değil!" diyebilen taraf...
Ve 'bu' ne hakikaten?
Kaç farklı "Bu hayat" var dersin?
İşte bu taraf, tüm taraflardan öte bir taraf.
'Tarafsız' hallerle tarafımızı da üzmediğimiz 'taraf'.
Kimse adını koyamasa da, artık çoğumuzun tinde hissedebildiği...
Gerçek bildiklerimizden caymadan hakikati bilemeyeceğimiz gibi, birilerine 'bişilere' taraftan caymadan, 'bu' taraf da olunamıyor belki...
Ve…
Şu günlerde, O günlerde sustuklarımın acısını çıkarırcasına üstüme geliyor 'hayat'.
Hayret!
.
Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com