Engelleniyoruz...
Kurallar harici engelleniyoruz.
Önümüze koca bir kaya koymaya çalışan yığınla insan…
Zevzek zevzek gülüşlerle, karartılmış gözlerle, meydan okuyan dillerle dikiliyor karşımıza.
Üç kuruşluk zevkimizle alay ediyor, pamuklara sardığımız hayallerimizi un-ufak ediyorlar…
Üstelik her yerdeler…
Bir haberin yorumunda…
Tartışma programlarında…
Yeni emir almış müdür odasında…
Basın açıklamasında…
Evinde…
Asansörde…
Okuduğun kitabın en can yakıcı sahnesinde…
İçinden çıkamadığın içine giremediğin her olayda…
Onları da anlayacak kadar gücün kalmışsa…
Sertliklerin nelerden yapıldığını az-çok öğrenmişsindir!..
Korkulardan, ezilmişliklerden, zayıflıklardan…
Hiçbir sertlik müdahale görmemiş değildir.
Yeni mayalanmış yumuşacık bir hamuru sarıp sarmalamazsanız, havaya maruz kalacak ve ne yazık ki kabuk tutacaktır.
Kabuklar; içindeki nazik, nazenin, yumuşak veya kırılgan şeyi korumak için yeganedir…
Sisteme ve ahenge köklenememiş kişiler, kalın kabuklar, duvarlar üretirler.
Ve serttirler.
Dilleri bile…
Kendi alanını korumazsa ölüm gibi bir şey olur.
Öyle kızar ki kendine, başını duvarlara vuramaz da dilinden saçar öfkesini…
Kendi dışında kalan hiç bir şeyin önemi kalmaz.
Sert insanlar, kendilerini güvene almadan da yardım edemezler mesela…
“Gerçek hiddet, bunun şiddete dönmesini engelleyendir” diyerek konuyu kısa kesebilirsek örneğin…
İçimizde her türlü duygu var; sebebini bazen bilip bazen bilmediğimiz…
Bazen kontrol edip bazen edemediğimiz…
Bizi baştan sona bambaşka insan kılan…
Oysa tam da kendimiz olduğumuz…
Duygular…
Gülümseyen insanların şu hani çıtkırıldım, duygusal, merhametli kişilerin de içinde, sandığınızın aksine bir güç vardır.
Bazen sizi hayrete düşürebilir…
“Ben o kavanozu açamam” diyen kadın musluk tamir eder ya hani…
Teşbihte hata olmaz; işte onun gibi bir şey…
Maruz kalmaya alışkın olsalar da bunu yönetmek konusunda ustalaşmışlardır.
Sandığınızın aksine iyi bir planlayıcı, kılı kırk yaran dikkatleri olabilir.
Siz sakil sakil “bu da pek yumuşak canım; saf mı ne!..” derken o sizin şecerenizi çıkarmıştır…
Üstelik içinde bir yerlerde üstüne giderseniz ve boşluklar oluşursa diye büyük büyük taşları onarıyor dahi olabilir.
Çünkü duvarda açılan boşluklara tahammülü yoktur!
Bütünlük olgusu içine işlemiştir ve yüzündeki o tebessüm için çok sayıda darbe almıştır.
Yine de “yüzünüzden tebessüm eksik olmasın” diyerek sosyal mesajımızı da verebiliriz.
“İnsan olarak birbirimize acımalıyız” diye düşünüyorum…
Egomuzla konuşurken bile bunun anlaşılıyor olduğunu, fotoğraflarının çekiliyor olduğunu, zabıt tutuluyor olduğunu bildiğimizden mütevellit…
Göründüğü değilse; ‘kim’se üstelik…
Şimdi düşüne-duralım; ah kim bilir çocukluğu nasıl geçti, ne acılar yaşadı, ne korkular, ne kırgınlıklar…
Nasıl siz farkettiniz; o da etti ya da edecek.
Nasıl okudunuz yüzlerinden…
O da okuyacak…
O da bedende ruh değil ruh taşıyan beden olduğunu; bütünüyle bundan ibaret olduğunu anlayacak.
Çok değil az bi vakit sonra…
Herkes birbirine; “Seni anlıyorum” diyecek.
Kısa bir zaman biraz uzun gelebilir.
Bana ne söylemiş olursan ol…
Hayat bir “reality show” değil.
“Gerçek, elle tutulan gözle görülendir” diye öğretilmemiş olsaydı bize…
Gerçeğin hissettiklerimizden ibaret olduğunu şıp diye anlayacaktık.
İçinizi göstermek o kadar da zor değil!..
Utanılacak ne hissediyor olabilirsiniz ki ;)
Kim içindeki şeytanla tanıştı?
Bir bayan, efsane bir kek tarifiyle bu yazıyı bitirebilir…
Bir bey, bir askerlik anısıyla…
‘Köşe’ yazıları, akıl dağıtmak ve tespitler yapma yeri olmaktan çıkana değin…
Paylaşacak çok şey var.
Sevgiyle.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com