Aynen yukarıdaki gibi "Meğer ben ne enayiymişim!.." diye başlık attığı yazısında, Hasan Celal Güzel, bir eski müsteşar, sonrasında Milletvekili ve Bakan daha sonraları ise kurduğu partinin lideri ve yayıncılık alanındaki kayda değer çalışmaları ile hep güzel işlere imza atan ve güzel işlere namzet biri olarak bir güzel adam olarak kayıtlara geçti bu dünyada...
En çok da Milli Eğitim Bakanlığı sırasında gene o köşe başlarını tutmuş malûm çevrelerce hedef tahtasına konulan ve her türden darbeye dayanan namı diğer "Tank Hasan"...
Görevde olduğu, bakanlık makamında bulunduğu dönemlerde kendisine karşı olmadık iftira, hakaret ve çeşitli isnatlarla, karalama kampanyaları sürdürenler bugün de aynı konumlarını muhafaza ededursun; şu sıralar 70'li yaşların getirdiği sağlık sorunları ile ilgili bir süreçte bulunan Güzel, 5 buçuk yıl önceki bir köşe yazısına attığı o başlık ve "İtiraf ediyorum..." diyerek dikkatlere sunduğu noktalarla da bugünün asla "enayi" ve "budala" olmayı kabul etmeyen bazı tiplerine değil ama genç kuşaklara, ve unutkanlıkla malûl olanlara bu memlekette böyle adamların da var olduğunu buruk bir şekilde açıkça gösteriyor.
İşte, yazısı
:
-Sayın Milletvekillerine ithaf olunur-
Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir 'enayi' olduğumu itiraf ediyorum.
Bana küçük yaşımdan itibaren 'beytülmal'ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse 'Devlet malı deniz, yemeyen domuz' dememişti.
Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle 'eşşek gibi' çalışmakla geçti.
Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım.
Kimileri bana 'uykusuz müsteşar' adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama 'Ne akılsız adam yahu!' şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.
"MÜSTEŞARLIK VE BAKANLIK YAPARKEN, DEVLET MALINI ADETA OKŞAR GİBİ KULLANIRDIM, ÇOCUKLARIM SERVİSLE VE OTOBÜSLE OKULA GİDİYORDU..."
Üzerinde 'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım.
Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi.
Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler.
Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum.
Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım.
Koruma görevlisi de kullanmadım.
Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı ****lar hiç bulunmadı.
Meğer ben ne enayiymişim!...
***
YILLARCA ÜST YÖNETİCİLİK, MÜSTEŞARLIK, BAKANLIK YAPTIM...
Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur...
Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim.
Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu.
Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim.
Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım.
O zaman 'beleş' cep telefonlarımız da yoktu.
Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim.
Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışında- tek bir hatıra eşya göremezsiniz.
Benim anladığım mânâda siyasete 'Zengin girilir, fakir çıkılır'.
Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz.
Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim.
Bilâkis, ANAP'taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran'daki daireyi; YDP'nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya'daki ev ile dedemden kalan Gaziantep'teki evin bana düşen hisselerini harcadım.
EŞİMİN ALIN TERİYLE HAK ETTİĞİ VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜ ENGELLEDİM...
Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği 'Vakıflar Genel Müdürü' olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.
Sadece bununla kalsa neyse... ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan 'kıyak emekliliği' reddedip tek maaşa devam ettim.
Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor.
Başbakanlık Müsteşarı'yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.
Meğer ben ne enayiymişim!...
***
HÂLÂ KİRADA OTURUYORUM... DİKİLİ BİR AĞACIM DAHİ YOK!..
Şimdi 70'ine merdiven dayadım.
Hâlâ kirada oturuyorum.
Kendime ait tek mülküm kitaplarım...
Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda 'Dikili ağacım dahi yok'.
Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, 'Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?' lâfım vardı.
Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız.
Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.
Beni bütün 'enayiliğime' rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.
Hasan Celal Güzel, Sabah -14 Mayıs 2013, Salı-
:
Yazıda bazı siyahlaştırma ve bazı siyahlaştırmalarla ara başlıklar bize aittir.
dikGAZETE.com