Dünyamızda hava, su, toprak kirletilmiş ve ozon tabakası delinmiştir... Yaklaşık 30 bin bitki ve hayvan türü ortadan kaldırılmıştır... Kitleler halinde hayvanlar ve insanlar öldürülüyor ve bu durum acımasızca devam etmektedir. ... Dünya gelirinin yüzde seksenini yüzde yirmilik seçkin bir grup ele geçirmiştir...
Günümüzde, ekonomi artık araç olmaktan çıkmış, amaç haline gelmiştir. Ne yazık ki insanların taksitle yaşayıp borçlu öldüğü bir ortamda yaşıyoruz.
Dünya insanlarının çoğu fizyolojik ihtiyaçları olan yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Fert başına düşen milli gelirin yoksullara etkin bir fayda sağlayabilmesi de ancak adaletli bir paylaşımla mümkün olacaktır.
Yalanın, sahtekârlığın, cinayetlerin ve bencilliklerin artığı, fedakârlığın, faziletin, paylaşmanın, dürüst olmanın giderek azalmakta olduğu bu ortamda insanların huzurlu olması düşünülemez…
Ekonomik, askeri ve teknolojik gücü olan emperyalist ülkeler, dünyamızda büyük katliamlara sebep olmaktadır... Savaşlar, güçsüz bırakılan ülkelerin topraklarında devam etmektedir. Güçlü devletlerin bu savaşları durdurma gibi bir endişeleri yok. Hatta bu çatışmaların birçoğunu çıkaran ve yönlendiren konumda olmaları da üzücüdür.
Sözde kendilerine medeni bir görünüm veren bu tür emperyalist ülkeler, çıkarlarını korumak için maalesef ikiyüzlü bir davranış sergilemektedir. Silah satışlarıyla inanılmaz karlar elde eden bu ülkeler, geri bırakılmış güçsüz ülkelerde uygulanmakta olan savaşların sonsuza kadar süreceğinde kararlı görünmektedir.
Aslında, kendi dışındaki yangınlara körükle giden bu ülkeler, Felaketlerin yaygınlaşmasına yol açtıkları gibi aynı yangınların zaman zaman kendi ülkelerine sıçramasına da şahit oluyorlar. Ama, bu felaketlerden dersler çıkarma yerine, daha ırkçı, daha ayrımcı tutumlar sergiliyorlar.
Bir ülkenin siyasi, ekonomik ve kültürel sömürüsünün savaşsız gerçekleştirilmesi, daha masrafsız olduğu gibi riski de az olmaktadır.
Şimdilerde bu tür geri bırakılmış ülkelerin Pazar haline getirilmesi ve itaatkâr bir ortak olması emperyalist ülkeler için yeterli olmaktadır.
Günümüzde dev şirketlerin bütün dünya tekelini eline geçirmesiyle ülkelerin sömürülmesi işleminde büyük değişiklikler yapılmıştır. Küçük esnafı ve meslekleri bile olumsuz yönde etkileyen bu dev şirketler, yatırım yapmaktan çok ülkeleri Pazar olarak kullanmaktadır…
Enerjinin, sanayinin ve gıda maddelerinin fiyatlarını da belirleyen ve dünya piyasalarını kendi kontrolünde tutan bu dev tekelci firmalar her ülkede ayrıcalıklı bir konuma sahiptir…
Dünya tekeli emperyalist ülkelerin bu dev firmalarıyla yürütülmektedir. Tekelci konumda “ olmaları ne yazık ki rekabet şansını da zayıflatmaktadır.
Büyük patronlar grubu olan bu dev şirketler, zaman zaman ülkenin siyasi yapısına bile müdahale edebiliyorlar.
Emperyalist ülkeler, dünya üzerinde yaptıkları tahribatın kendilerine olumsuz olarak geri döndüğünü fark ettikleri halde, bu zalimce tutumlarından bir türlü vazgeçemiyorlar...
“İnsanlara ve dünyamıza zarar veren bir medeniyetten söz edilemez.”
Birleşmiş Milletler beş ülkenin veto hakkı yüzünden fonksiyonlarını yitirmiştir. Böyle ikiyüzlü zalim bir dünya düzeninde medeniyetten bahsedilemez.
Medeniyet, tüm insanlara fayda sağlayacak evrensel değerlerin bütünü olarak kabul edilmelidir.
Medeniyet Öncüleri Derneği, merkeziyetçi, oligarşik, despot ve adaletsiz yönetim anlayışlarına cesurca dur diyebilecek, yaradılışa uygun yeni bir medeniyetin kurulmasına katkı verecek insan odaklı sivil ve bağımsız kurum olarak ortaya çıkmıştır.
Bize göre dünya medeniyetine her ülkenin katkısı olmalıdır. Emanet kabul ettiğimiz yaşadığımız dünyayı kimsenin bozma hakkı yoktur. Aynı zamanda bütün insanlar, insanın ve dünyanın kirlenmesinden sorumludur. Dünyamız suni sınırlarla bölünemez. Dünyamızın bir bölgesinde yapılan yanlışların diğer bölgeleri de etkileyeceği bilinen bir gerçektir... İklim dengesinin bozulması bile bütün dünya insanlarına bir ikaz olarak geri dönmüştür.
Doğal Dünya Düzeni kurulmadan medeniyetin insanlığa faydasından söz edilemez…
Bize göre medeniyetin üç temel ayağı olmalıdır. Din, bilim ve sanat olmadan medeniyet söz konusu olamaz.
Bu üç unsurun biri olmadan insanlığı kucaklayabilecek bir medeniyetin ortaya çıkamayacağı ya da zulüm aracı olarak kullanılacağı kaçınılmazdır. Yaradılışın gayesine uymayan bilimsel çalışmalar medeniyete katkı sunamaz. İnsanları öldürmek için tank ve bomba yapmak medeniyete hizmet etmez.
Demek ki bilim ve sanatın tek başına yetmediği ortadadır. Materyalist anlayışların insana ve dünyaya getireceği bir huzurdan bahsedemeyiz. Bu açıdan yaratanın ortaya koyduğu Doğal Dünya Düzenine sahip çıkmak zorundayız.
Medeniyetin yeniden gözden geçirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Bilim ve sanatın insanlık yararına yeniden ele alınması ve dinin kaynağına dönülerek yeniden öğrenilmesi esas olmalıdır.
Medeniyet Öncüleri Derneği olarak Kur’an’daki ilk ayet olan “…Yaratan rabbinin adıyla oku…” ayetini yaratılmışları inceleyip, keşfetmeye yönelttiğini düşünüyoruz.
Medeniyete ve Müslümanlara hiçbir fayda sağlamayacak şekilde İslam dinini yorumlamak düşünülemez.
Bilim konusu ise günümüzde Müslümanların ihmal ettiği önemli bir konu olmaktadır. Her çeşit teknolojik aleti kullanan Müslümanların bilimi ihmal etmesi söz konusu olamaz… İslam dini bilime önem vermeyi engellemediği gibi, bizzat teşvik de etmektedir. Bilim sahibi Müslümanlar, dini daha derinlemesine ve doğru algılama avantajına da bilimin rehberliğinde sahip olabilirler…
Müslümanların kendi içine kapanarak, emanet edilen bu dünyayı başkalarının insafına bırakması, İslam adına yapılacak en büyük kötülüktür… İslam dini dünya için gelmiştir. Kulluk görevi de dünya üzerinde icra edilecektir. O halde yeryüzünde söz sahibi olmak önce Müslümanların hedefi olmalıdır.
Bilimsiz din anlayışı ne kadar sıkıntı üretiyorsa, dinsiz bilimin de sorunlar üretmesi kaçınılmazdır. İnsanı ve dünyayı yaratanı yok sayarak bilim yapamayız. Uyum sağlamamız gereken doğaya, savaş açarak bilim üretemeyiz.
Bilimin amacı sadece teknoloji üretmek değil, medeniyetin gelişmesine katkı sağlayacak evrensel verileri de üretmek olmalıdır... Medeniyet, insani değerleri koruyacak ve dünyanın ekolojik dengesini sağlayacak yapıya kavuşturulmalıdır.
Doğal dünya düzenine karşı çıkan anlayışlar, günümüze kadar yaratanı yok sayarak insanlığa gerçek bir hizmet getirememişlerdir. Bu tür bilimsel çalışmalar, uzun vadede teknoloji üretmiş, ama dünyamızı ve insanlığı kaosa sürüklemiştir…
Titanic gemisi ve Challenger uzay aracı için sarf edilen talihsiz sözlerde hep bu olumsuz, kibirli anlayışı görüyoruz.
Titanic için “Tanrı bile bu dev gemiyi batıramaz” denmiş ve de “dev gibi” manasına gelen iddialı Titanic ismi konmuştu… Challenger ise, uzayın fethinin sembolü olarak kabul edilmiş ve bu uzay aracının ismi de İngilizce ’de “kafa tutan” anlamına gelen “Challenger” ismi konarak taçlandırılmıştı…
Yaratana karşı meydan okuyan sözlerle yapılan törenlerle bu araçlar yola çıkarılmıştı. Teknolojinin o günkü harikası sayılan bu araçlar, beklenmedik bir anda biri uzayda diğeri okyanusta yok olup gitmişti…
İnsanlık tarihinde yaratana karşı yapılan kafa tutuşlar insanlığa fayda getirmediği gibi hep hüsranla sonuçlanmıştır…
Dinin evrensel değerleri olmadan gerçek bir medeniyet olamaz. Medeniyet, doğal dünya düzenine aykırı olamaz. Doğal Dünya Düzeninde Allah’ın dünyayı yarattığı şekilde muhafaza edilmesi esastır.
Doktorların birinci kuralı, hastayı iyileştirmeden önce hastaya olduğundan fazla zarar vermeme prensibine dayanmaktadır.
Buradan hareketle yapılacak teknolojilerin önce doğaya ve insanlara zarar vermeyecek bir planlamayla ortaya konulması zorunludur. Daha sonra ise mal ve hizmet üretiminin olduğu kadar bilimsel verilerin de kullanılmasında insani faydaların hedeflenmesi esas olmalıdır.
Medeniyet, evrensel değerleri kapsamaktadır. Bu açıdan bakıldığında kültürlerle medeniyeti ayrı değerlendirmek gerekiyor. Kültür, medeniyet değildir; ancak kültür birikimlerinin evrensel değerleri medeniyete katkı sağlayabilir.
Sevginin kişisel ve görece bir kavram olmasından dolayı medeniyet değerleri kapsamına alınamaz, ama saygı medeniyet değeri içerisinde yerini alır. Herhangi bir şeyi sevmeseniz bile saygı göstermek zorundasınız. Saygı evrensel bir değerdir ve tüm medeni insanların bu ilkeye uyması gerekir.
Dünyamızda yaklaşık iki milyar Müslüman mevcuttur. Ancak, bu kadar geniş bir nüfusa rağmen dünya üzerinde etkilerinden söz edilemez. Üstelik bu büyük nüfus içinde zengin kaynaklara sahip birçok ülke de mevcuttur.
Müslümanların mal ve hizmet üretiminde geri kaldığı gibi, teknolojide de bilimde de siyasette de etkisiz kalmaları sürpriz değildir.
Güçlü ülkelerin tüm dünyaya hâkim olduğu bir çağda yaşıyoruz. Askeri, ekonomik ve bilimsel güçleri ellerinde bulunduranlar siyasette de söz sahibi olmaktadır. İsrail’in, Birleşmiş Milletler ’in kararlarına uymamasının altındaki sebepleri iyi araştırmalıyız.
Dünya yönetiminde söz sahibi olmak bilgiye gereken önemi vermekle başlar. Miladi 800 yılından 1400 yıllarına kadar Müslümanlar dünyaya 700 yıl bilim sunmuştur.
Matematik,Geometri,Psikoloji,Sosyoloji,Astronomi,Kimya,Fizik,Tıp başta olmak üzere her alanda bilim üretmişlerdir. Avrupa’da Rönesans’ın temelini hazırlayan bilgiler, İspanya’daki Müslümanların kurduğu Endülüs Üniversiteleri’nden alınmıştır.
İbn-i Sina’nın tıp kitapları Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulmuştur. Avrupa’da sadece Papaz ve liderlerin okur-yazar olduğu bir dönemde Müslüman olan Endülüs’te herkesin okur-yazar olması bir tesadüf olamaz. Ünlü fizikçi Pierre Curie’nin 20. Asrın başlarında söylediği sözlere bir kulak verelim: “Müslüman Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı ve biz atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında olacaktık.
Peki zamanında dünyaya bu kadar bilim üreten Müslümanlara ne oldu da şu anda etkisiz hale geldik? Bizi mi etkisiz hale getirdiler, yoksa biz mi bilimi dışladık?
Sanıyorum, biz yanlış yaptık ve de hala bu yanlışta ısrar ediyoruz…
Daha düne kadar bilimin kapısını açan “Niçin, Neden, Nasıl” sorularını soran felsefeye karşı çıkmak bile oturup yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Birçok kanaat önderinin Farabi’yi İbn-i Sina’yı, İbni Rüşd’ü felsefe yaptı diye İslam dışı ilan etmeleri kabul edilemez bir yanılgıdır... “Bu iş akılla olmaz” diyenlere Kur’an gereken cevabı veriyor. Kur’an’da yüzlerce ayet akıl etmemizi önerdiği halde, bu akıl dışı anlayışı ısrarla sürdürmenin mantıkla bağdaşır bir tarafı olamaz. Hem kulluk yapmak için geldiğin dünyanın inşasına bir tuğla koymayacaksın, hem bilimsel çalışmadan uzak kalacaksın, sonra da dar aklınla dünyada bilime hizmet etmiş Müslüman âlimleri, bilim adamlarını suçlayacaksın. Bu kabul edilemez…
Dünyada yaklaşık yedi milyar insanın iki milyarı Müslüman olduğu halde dünya siyaseti, dünya ekonomisi ve askeri gücüne hiçbir etkisinin olmayışını tekrar tekrar düşünmemiz ve çalışmalarımızı buna göre yapmamız gerekiyor….
Medeniyet Öncüler Derneği adına gerçek aydınların bu tür seviyesiz ve akıl dışı anlayışlara karşı çıkıp, gerçek medeniyeti ve doğal dünya Düzeni ’ne yön vereceğine inanıyoruz.Tüm dünya devletlerinin anayasalarının ve yasalarının Doğal Dünya Düzeni’ne göre yeniden düzenlenmesi ve evrensel anlamda bir medeniyetin ortaya çıkabilmesi için siyasi otoritelerin yeni çalışmalara destek vermesini bekliyoruz. Medeniyet Öncüleri Derneği olarak tekrar Tasam görevlilerine ve katılımcılara teşekkür eder, bu çalışmaların hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.
:
Raşit Anaral, dikGAZETE.com için yazdı