İnsanoğlu, kendi algıları ile oluşturduğu dünyasında, yine kendisine ait kuralları ile birlikte hayat bulabilmektedir ve bu tutumu değiştirmek neredeyse olanaksızdır demek doğru olacaktır.
İnsan, ahlâki ve etik sınırları aşarak, ‘kutsal’ adı altında kendi çıkarlarına uygun hale getirdiği (dincilik) öğretiler karşısında sıkışıp kalmış ve ne yazık ki kendi sonunu getirme yolunda dönüşü olmayan adımları da atmaktadır.
Gerçekte vurgusu yapılmaya gayret edilen konu;
Kendi algılarımıza göre isimlendirip kanunlaştırdığımız ve dahi ‘din’ olarak tanımladığımız davranışlar silsilesine, insanların da inanması ve uygulaması için zorladığımız kurallar, “İlahi öğretiler” anlamına gelemez kanaati, toplumun geneline hakim olmalıdır.
Neden mi!?
- Asıl (ilahi) manada insanlığa iletilen gerçekçi kurallar VARDIR.
Çünkü şahsi çıkarların değil de insanlığın, dolayısı ile tüm kainatın doğal akışını destekleyici birçok değerli öneriler, tarih sayfalarına not edilmiştir.
Bunların toplamına, sorgulaması yapılarak “Din” (maneviyat) denilmesi gerekmektedir...
Fakat;
- Pratik hayatta insanlığa iletilen ilahi kuralların, ilkellikten çıkamamış algılarımız ile algılanarak ve dahi sorgulamadan, sağlaması yapılmadan, bir takım şahsi çıkarlar ile örtüşecek şekilde kanunlaştırılmış kurallar zinciri de vardır ki bunun adına ‘din’ değil, “dincilik” demek daha gerçekçi olacaktır.
Dinin amacı;
İnsanda maneviyatın sağlıklı biçimde geliştirilmesi ile birlikte, insanlığın maddi yönünün dengelenerek balansa kavuşturulmasını amaçlamaktadır.
Yani maddiyat ile hiç bir ilgisi yoktur ve olamaz da...
O maneviyatı (‘din’i) hak yolda değil de şahsi çıkarları uğruna kullananlara vah ki ne vah…
Maneviyat;
"Bireyin kendi içine yönelmesi ile ulaşabildiği öz yeteneklerinin, dışa vurumu ile kavuştuğu kimlik" olarak adlandırmak gerekir…
Aslında 'Din'in hedefi, insanın kendi içindeki cevheri keşfedebilmesi için doğru yöntemlerin ip uçlarını yine insana öğretiler (SIR) olarak vermektir.
SIRRA VAKIF OLAN HAKK-I BİLİR, TARAF OLUR!..
İnsan, içindeki cevheri keşfettiği ve bu cevheri yeteneğe dönüştürdüğü an itibari ile kendi zihninde önemli sıçramaları gerçekleştirebilecektir.
Kendi zihninde sıçramalar yapabilen insan ise özel yeteneklere ve kabiliyetlere kolayca ulaşabilme olanağı bulacaktır.
Bu yöntem ile birlikte diğer insanlardan çok daha fazla yetenek ve kabiliyete sahip olan insan, bu yetenek ve kabiliyetlerin uygulanması esnasında toplumun yargılamasına uğramadığı taktirde, “doğaüstü” olarak adlandırılacaktır.
Yani;
Toplum normlarının üstünde ve topluma örnek teşkil eder konuma gelecektir.
Aslında olması gereken doğal akış ve ‘birey’in gelişerek dönüşmesi bu şekilde olmak durumundadır.
Lakin;
Bunun farkıda olan bir takım özel ve gizli yapılar, doğal seleksiyonu akamete uğratmak ve gelişimin önünü tıkamak için çeşitli manüplasyonlara baş vurmaktadırlar.
Ne yazık ki bizlerden olmalarına rağmen, bir takım aldatmacalara kanarak ve dahi sorgulamadan, körü-körüne yanlışları takip eder ruh haline sahip, tembel ve kolayı seçen bireyler, gizli yapılar tarafından kullanılarak kendi insanlarına “kutsal” varsayılan değerler üzerinden düşmanlaştırılmaktadırlar.
Dünyayı, kendi oyun sahneleri olarak gören bu pervasız yapılar, dünya genelinde çok etkin durumdadırlar.
İşte tam da bu noktada işaret edilmesi gereken can alıcı noktaya parmak basılması gerekmektedir.
En başta ‘İnsanoğlu’nun bilmesi gerekir ki;
Dünyayı kendi mülkleri ve oyun alanları olarak gören bu gizli yapıların basın-yayın ve diğer yöntemler ile anlattıkları ve yazdıkları senaryolar ile birlikte, inandırıldıklarımızın “DİN” olduğunu zanneder durumda bırakılmaktayız.
Her inanmak isteyenin kendi içine yönelmesi ve kendi içindeki cevheri (SIRRI) keşfetmesi ile birlikte insanlığın topyekün zihinsel sıçramalar yapabildiği günleri görmek dileği ile…
- Erenler, arınabilenleri aralarına beklerler…
- Arınmak, Hak karşısında had bilmektir…
- Haddini bilmek, kendi sırrına ermektir…
- Sırra vakıf olan Hakk-ı bilir, taraf olur!..
Gönül yekünde CEM etmek ister be CanCağızım…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Nihal Ercan 5 yıl önce