“Biz ancak nefsimize uymanın cezasını çektik”
E. Tûrab
Duyduklarımız gerçek miydi!
Gerçek neydi!
Gerçek içimizde taşıdıklarımız ve patlama anı geldiğinde haykırdıklarımızdı…
Dilimizin, zihnimizin bizi ele geçirişi, gönlümüzden uzak kalmışlığın hakikate uzaklığımızın çığlıklarıydı…
“Buradayım” derdi gerçekler ama halı altı edilirdi gönül işin içine girince.
Ve dahi konfor bizi sustururdu.
Sonra sonra bizim o dolduğumuz taştıklarımızı nere koysak bilemediklerimizde gün yüzüne çıkardı.
Gerçek, öfkemiz ve gönlümüz arasında iki kaburga kemiğinin boğaza yakın kısmında bizi beklerdi…
Şaşkına dönen yüzlere aldırmadan söyleyebildiklerimizdi bizi biz eden.
Bizi biz..
Onu o…
Beni ben…
Bazen gerçek o kadar birikmezdi ki çıkacak çatlak bulamazdı…
Tüm çatlaklar oluştuğunda dahi çıkamazdı.
Küçüktü bizden…
Küçüktü gönlümüzden…
Dünyanın en talihlileriydi bu kişiler…
Eli öpülesiler…
Çünkü gerçekleri, hakikatlerini geçememişti baksanız da hakikat, duysanız da hakikat, sussanız da hakikattiler…
Uzak ufuklara gözünü dikenler, gökten inen yağmurun - boranın, hesabın - kitabın nedenin - niçinin, aslında olup gelenin neden olup geldiğini ta çocukluğumuza inen bilgeler gibi bilirlerdi.
Onlardan öğrenirdik öfkeyle patlarken içimizden gerçek diye fırlattığımız okların bize döndüğünü…
Onlardan öğrenirdik hakikatin er ya da geç gönlümüze düşüreceği, gözümüze sokacağı doğruyu ve kendimizi koyduğumuz yerin nasıl çukur olduğunu…
Onlar, geniş gönüllerinin padişahı, mağduriyetlerin bilgesiydi.
Bize bizi gösteren o sandığımız gerçeğin hakikat olmadığını bize haykıranlardı.
Üstelik sesleri çıkmadan yaparlardı bunları…
Nasipli ışıklara maruz kalmış gibiydiler.
Özlenen, arzulanan, aranan, beklenendiler.
Yolların genişliği bizi ferah, darlığı bizi mağdur kılıyorsa, yaşımız kaç olursa olsun daha büyüyemezdik.
Hep aynı şeyleri yaşadığını söylemek, tüm dünyayı karşına alan, tümünü kötü kılan azgın egonun ta kendisiydi.
Biliyorduk ki o kendini dışardan görmeni sağlayan gözlükler herkeste yoktu…
Biliyorduk ki çeşit çeşittik ve yaşadıklarımız sadece bizim için gerekenlerdi…
O vakit rahattık…
Makus talihimize hapsolmaya mani tek hakikat buydu.
Planlarının içinde kaybolan acınası yanlarını avucunuza bırakan o insanlara duyduğunuz büyük merhamet.
Rablerinin onlara acımak istemesinden başka ne olabilirdi.
Talihtiniz, şanstınız…
Bu da size artık bir ömür yetmeliydi.
Kader sandıklarımız biz, bizim sandıklarımız kaderdir.
Hamd, alemlerin ve zamanın sahibinedir.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com