-Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek-
Bir zamanlar, Lozan Anlaşması, muhafazakâr ve İslamcı çevrelerde baş tartışma konularından biriydi. “Lozan’a Hayır diyenler”i kahramanlaştırmalar, “İsmet Paşa cephede kazanılanı, masada verdi” saçmalıkları, “100. Yılında iptal olacakmış” tevatürleri, cumhuriyetin resmi tarih okumasına karşı bir tarih okumasının köşe taşlarıydı.
Lozan Anlaşması ile Musul ve Kerkük, Misakı Milli’den çıkarılmıştı, Hilafet’ten vazgeçilmişti.
Yıllardır, çeşitli mecralarda bu ‘karşı tarih’ okumasının en az resmi tarih okuması kadar ideolojik olduğunu yazan çizen biriyim. Eski Demokrat Partili bir siyasetçi, zamanında partilerinin, “İnönü’nün asker kaçağı olduğu” propagandası bile yaptığını söylemişti.
Lozan konusu da dahil olmak üzere resmi tarih okuması ve karşı okumalara dair tartışma, aslında bir siyasal tartışma, öyle olması da doğal zira tarih ve siyaseti birbirinden tümüyle ayrı düşünmek mümkün değil.
Diğer taraftan, tarih ve siyaset tartışmalarını tümüyle birbirinden ayırmak mümkün değilse de bu tartışmalara girenlerin ciddi bir tarih birikimi olması gerektiği aşikâr.
Ne yazık ki, Cumhuriyet tarihine ilişkin tartışmaya girenlerin ve söylenenlerin çoğu ciddiye alınacak gibi de değil.
1990’lı yıllardan itibaren sağ, muhafazakâr, İslamcı karşı tarih okumalarına benzer tezler, liberal sol ve Kürt siyasi çevreleri tarafından da benimsenmeye başladı.
Bence, bu çevreler özgün bir resmi tarih okuması yapmak konusunda ciddi bir katkı yapmak yerine dolaşımda olan Kemalizm karşıtı tezlere prim vermeye başladılar.
Kürt siyasi hareketinin, ulus devlete karşı toptan eleştirel bir yaklaşım sergilemesi doğal. Doğrusu, ulus devlet kavramının genel olarak sorgulanması, demokratikleşme açısından önemli bir zemin teşkil eder.
Kürtlerin hak ve özgürlük alanının genişlemesi talebi ancak ulus devlet tanımının esnemesi ile mümkün olur. Ancak, bu çevrede üretilen eleştirel bakış, maalesef ciddiye alınır bir olgunluğa erişmiş değil.
Son örnek, Yeşil Sol Parti Milletvekili Cengiz Çiçek’in, Lozan Anlaşması hakkında Meclis soruşturması önergesi vermesi oldu.
Kusura bakmasınlar ama, Kürt siyasi hareketinin ciddiye alınmasını önemseyen biri olarak, bu önergeyi üzüntü ile okudum.
Birincisi, uluslararası anlaşmaların gözden geçirilmesi, uluslararası düzlemde olur, Meclis’te değil. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması bu örneklerden biridir.
İkincisi, uluslararası düzlemde de bu tür bir gelişme, fevkalade koşullar gerektirir.
Bunları geçelim, önergenin içeriği tam bir saçmalık.
“Lozan’dan kaynaklanan sorunların giderilmesi” şeklindeki ifade, anlaşılır gibi değil. Zira, Lozan Anlaşması’na pek çok hak iddiası çerçevesinde sorun atfedilebilir.
Kürtlerin ve Alevilerin gayrimüslimlere benzer azınlık statüsü verilmemesi veya federal bir sistemi kabul etmemiş olması sorun olarak görülebilir. Sağ milliyetçilere göre Musul-Kerkük’ün mevcut sınırlar dışında olması ‘sorun’ olarak görülebilir ve daha pek çok açıdan sorun tanımı yapılabilir.
Bu tür ‘sorunlar’ın muhatabının Meclis olmadığı aşikârken soru önergesi vermek, olsa olsa bir tartışmayı gündeme getirmek amaçlı ama pek isabetli olmayan bir yöntem.
Kürt siyasi çevrelerinin Kürtlerin hak ve özgürlüklerini talep adına iddialarına tarihi bir meşruiyet kazandırmak çabası olarak karşı tarih okuması da ayrıca ciddi bir tartışmayı hak ediyor.
Türkler ve Kürtlerin, Cumhuriyet’in ‘asli kurucu unsurları’ olduğu halde hak ettikleri statüye sahip olmadıkları iddiası, Türk üstünlüğüne dayalı tahakkümden Türk ve Kürt üstünlüğüne dayalı bir tahakküm ufkundan başka bir şey değil.
Diğer taraftan, Kürtlerin Millî Mücadele’ye destek vermiş olmasının nedeni, Milli Mücadele’nin dini ve hatta mezhebi bir ‘millet’ tanımı çerçevesinde örgütlenmiş olmasıydı.
Sünni Müslüman Anadolu halkı adına yürütülen mücadele, en başta gayrimüslimleri ‘iç düşman’ olarak tanımlıyordu.
Cumhuriyet öncesinden başlayarak, Kürt aşiretlerinin Ermenilere karşı Osmanlı devletinden yana mücadelesi ile başlayan işbirliği, Anadolu’nun Müslümanlaştırılması ve servet transferleri çerçevesinde devam etti.
Seküler Kürt milliyetçiliği ve/veya Kürt kimliği tanımın böylesi bir tarihsel zeminden hareket etmesi ya tarihsel gerçekleri görmezden gelmek ya da Hüda-Par türü İslamcı bir anlayışa dayanabilir.
Kürtlerin siyasal kimlik, hak, özgürlük taleplerinin, daha demokratik bir Türkiye ufkundan yoksun olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu açıdan bu tartışmayı çok önemsiyorum.
Benzer bir durum, doksanlı yıllardan sonra öne çıkan liberal sol tarih okuması için de geçerli, o nedenle resmi tarihe eleştirel bakışları ciddi bir şekilde tartışmak gerekiyor.
Zira, genel olarak demokrasiye, özel olarak Kürt hak ve özgürlüklerine dair tarih yaratmaya çalışmak yerine demokratik bir gelecek yaratmak gerektiğini düşünüyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com
.
çarşı pazar 1 yıl önce