Son günlerde siyasal hayatımızın gündeminden düşmeyen üç ana başlıktan söz etmek mümkün. Birincisi, ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na Ankara’da bir şehidimizin cenaze töreninde uygulanan fiili saldırı.
Bir diğer gündem maddesi, Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ihtimali hakkında görüşmeler ve incelemeler yapması ve son olarak, yerel seçimler sonrası ülkenin siyasal yapısının nasıl dönüşeceği hususu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na 17 Nisan’da mazbatasını alan Ekrem İmamoğlu resmen başlamış bulunmakta. Ancak, İBB Meclisi’nde oylamaya sunduğu tekliflerin AK Parti ve MHP tarafından reddedilmesi meclisi adeta kilitliyor…
17 Nisan sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasal gerilimlerden sıyrılmak gerektiğine vurgu yapması ve “Türkiye İttifakı” söylemi ile CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da buna paralel ılımlı söylemleri, siyasal arenanın normalleşme eğilimine girdiğine dair iyimser mesajlar olarak görülebilir.
Öte yandan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Türkiye İttifakı” fikrine pek sıcak bakmadığı ve siyasal ve bürokratik sahada Erdoğan ile işbirliğini sürdürmekte kararlı olduğu “Beka sorunu” söylemini yeniden üretmesinden de anlaşılıyor.
Öteden beri, MHP çizgisinin ve siyasal geleneğinin, ana muhalefet kanadı ile barışmadığı bilinen bir gerçek.
Kılıçdaroğlu’na yapılan çirkin saldırı sonrası Bahçeli’nin takındığı tutum da bu zıtlığın açık bir göstergesi. Saldırı sonrası kimi medya organları, olayı kınamak yerine, nedenlerini sorgulayıp, saldırıyı adeta meşru bir zemine oturtma çabasına girdiler. Bu noktada, MHP ile adeta ağız birliği yaptıkları bile söylenebilir.
Türkiye’nin siyasal tarihine yüzeysel bir bakış bile, politik kültürümüze sinmiş olan “Şiddet sarmalı”nın fark edilmesine yetecektir.
Her ne kadar benimsediğimiz din, “Hoşgörü dini” olsa da iş, siyaset zeminine indirgendiğinde, “Linç kültürü ve toplumsal şiddet, siyasal tarihimizin adeta yekününü oluşturuyor” desek pek de abartmış olmayız.
“Öteki” üzerinden kimlik devşirmek maalesef Osmanlı’nın yıkılışı ile ortaya çıktı.
“Batılı, Modern” kimlik algısı, kendi gibi olmayanı ötekileştirdi.
Resmi devlet politikaları neticesinde, Kürtler, gayrimüslimler, uzun yıllar boyunca mütedeyyin kesim ötekileştirilerek siyasal ve sosyal lince maruz bırakıldı.
6-7 Eylül olayları, Madımak olayı, 12 Eylül 1980 öncesi sağ-sol çatışmaları, Post-modern darbe süreci gibi olaylar, “Linç kültürü”nün yansımalarından sadece birkaçı.
Hülasa;
Kılıçdaroğlu’na yapılan çirkin saldırı ve sonrasında gelen yorumlar veya seçimlerin ardından pompalanan “Oy hırsızlığı” söylemleri, politik yapımıza musallat olan linç kültürünün bir yansıması olarak okunabilir.
Bu yansımayı bertaraf etmek de ancak demokrasiyi ve pluralizmi tam olarak benimsemek ile mümkün.
Demokrasiyi sadece sandık sonuçlarına indirgedikçe, ifade ve basın özgürlüğü ile yargı bağımsızlığı gibi ilkeleri tam olarak hayata geçirmedikçe, çok acıdır ki “Linç kültürü”nü üzerimizde bir deli gömleği gibi taşımaya devam edeceğiz!
.
Dr. Begüm Burak, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @begumburak1984 , @dikgazete