Laiklik ve toplumsal liberalleşme
Geçtiğimiz hafta Medyascope’ta yaptığımız sohbet üzerine beni “İslamcılığı pazarlamakla” itham eden bile varmış. Varmış diyorum, çünkü sosyal medya kullanıcısı olmadığım için bu tür tepkilerden ancak genç meslektaşlarım sayesinde haberdar ediyorlar. Bu tür zırva mahiyetindeki tepkilere cevap vermenin alemi yok, ayrıca yıllardır bunlara fazlasıyla alışmış vaziyetteyim. Ancak aralarında ciddiye alınması gereken yorumlar da var. İlla “Her yorumum çok doğru” diye düşünenlerden değilim, herkesin benim görüşmelerime katılmasını hiçbir zaman beklemedim. Ama ben bu tartışmaların çoğalması ve geliştirilmesinden yanayım, o nedenle birkaç hususa değinmek istiyorum.
Öncelikle, geçen hafta yaptığım yorumların çıkış noktası Milli Eğitim Bakanı’nın, CHP’ye yönelik olarak “Camileri ahır yaptılar, Kuran’ı yasakladılar” sözleri idi. Bu sözler üzerine, “İktidardakiler de, laik çevre de, bazı toplumsal gelişmeleri görmezden geliyorlar, iktidardakiler hâlâ ‘camileri ahır yaptılar’ söyleminin karşılığı olduğunu sanıyorlar, laik kesim de hâlâ muhafazakârların tarih içinde donup kaldığını sanıyorlar” türünden yorum yapmıştım. Bu çerçevede, muhafazakâr kesimin liberalleşmesinden söz ettim.
Her şeyden önce, genç arkadaşlara, liberalliğin, tüketim alışkanlıklarının değişmesi veya “açılıp saçılmak” olmadığını bilmeyecek yaşta ve konumda olmadığımı hatırlatmak isterim. Bana, muhafazakâr kesimin, “öteki”nin özgürlüğü ile ilgilenmediğini anlatmanın da alemi yok. Bu gerçeği bilmenin ötesinde, tecrübe ile yaşamış biriyim. Mağduriyet tüccarlığı üzerinden muhalefet yapmaktan hiç hoşlanmadığım için, sıklıkla gündeme getirmekten kaçınsam da, belli ki özgürlük kısıtlarından en çok etkilenen isimlerden biri olduğumu hatırlatmam gerekiyor.
Bu ülkede, o zaman Başbakan olan Cumhurbaşkanı’nın 2011 Konya seçim mitinginde ismimi zikrederek hedef göstermesinin ardından medyadan kovulmuş ilk gazeteciyim. Diğer taraftan, muhafazakâr/İslamcıların iktidarının bu tasarrufu bir yana, şimdi baş muhalif kesilen isimlerin de ses çıkarmadığını hatırlatmak isterim. Bir ülkede, özgürlükler teker teker nasıl kaybedilir, çok iyi biliyorum. O bahsi şimdilik bir yana bırakalım.
Muhafazakâr kesimin liberalleşmesi konusuna geri dönersek, tabii ki siyasal liberalleşmeden söz etmiyorum. Ancak toplumsal ilişkilerin liberalleşmesi de tümüyle göz ardı edilecek bir gelişme değildir diye düşünüyorum. İktidardakiler, bu gelişmeyi okuyamadıkları için siyasal İslamcılık ideolojisinin gücünü yitirmesini bir türlü kavrayamadılar. “Dindar nesil” yetiştiremediler, İmam Hatip Okulları’nda okumak isteyen bulmakta zorlanıyorlar, vs. Diğer taraftan, doğrusu, siyasal İslamcılığın gücünü kaybetmesi de, demokratikleşme yönünde seyretmedi, bu kez otoriter Türk milliyetçiliği ile ittifak sonucu ortaya çıktı. O da ayrı bir mesele.
Ancak, evet, laik kesim de ısrarla toplumsal liberalleşmenin bir sekülerleşme dinamiği olduğunu görmezden geliyor. Muhafazakârların toplumsal alışkanlıklarının değişmesi, sadece tüketim alışkanlıklarının değişmesi demek değil, bireysel özgürlük algısı değişiyor. Muhafazakâr ailelerin kızları üzerindeki eski baskılar kalkıyor, çok dar alanlar dışında, herkes flört ederek evleniyor, gece gündüz arkadaşları ile sosyalleşiyor, aile içi iş bölümü gelişiyor, aile ile birlikte sosyalleşme pratiği artıyor. Tüm bunlar, iktidarın “dindar hayat” dayatmasının önünde devasa bir engel oluşturuyor.
Diğer taraftan, laik kesimin din ve vicdan özgürlüğü konusundaki katı tutumu da değişiyor, başörtüsü bir dayatma konusu olmaktan çıktığı gibi, bu yöndeki toplumsal algı da değişiyor. Bu nedenlerle, laiklik konusundaki tartışmaların çerçevesi de değişmeli diyorum.
Bir yorumcu, söylediklerimden yola çıkarak, “Toplumsal çatışmanın faturasını laiklere çıkarıp, bilerek veya bilmeyerek iktidarın kuşatmasına gerekçe sunduğumu” iddia etmiş. Birini “bilmeyerek bir amaca hizmet etmek”le itham etmek, tüm otoriter yaklaşımların klasik iddiasıdır. Ayrıca, söylediği şeyin nereye varacağını bilmeyecek biri olmadığımı hatırlatmama bilmem gerek var mı?
“Bilerek, iktidar kuşatmasına gerekçe sunmak” ihtimalinin gerekçesi ne olabilir, doğrusu anlayamadım. “Gizli AK Partili” mi demek ister, bilemiyorum. “Keşke, iktidardakiler de gizli AK Partili olduğumu bilselerdi” diyemiyorum, bunları söyleyebilen biri şakadan da anlamayabilir. Sonuçta, bazı KHK’lıların bile üniversite görevlerine dönmeleri mümkün olduğu halde, zorunlu olarak emekli olduktan sonra geri dönme hakkımı kullanmak için hukuki teşebbüsleri bile reddedilmiş biriyim.
Kısacası, şu anda, asıl sorun mevcut iktidar koalisyonunun, dinin siyasallaşmasında ısrarcı olması. Siyaset kadrolarının laiklik ile hesaplaşmasının bitmediği de Milli Eğitim Bakanı’nın sözleri ile bir kez daha gündeme gelmiş bulunuyor.
Diğer taraftan, bir hususun altını çizmeden bitirmeyeyim: Evet, ben Türkiye’de siyasetin demokratikleşememesinin tek sorumlusunun muhafazakârlar ve İslamcıların otoriter siyaset anlayışı olmadığını düşünüyorum. Öteden beri, laikliği savunan çevrelerin de farklı türden de olsa, otoriter bir siyaset anlayışına sahip olduğunu düşündüm.
Düşünmekle kalmadım, o dönemleri yaşadım. Laik kesimin elindeki sopayı kolayca kullandığı 90’lı yıllar boyunca, başörtüsü yasağına karşı durduğum için, üniversite kariyerime ara vermek zorunda bırakıldım. Üzülerek görüyorum ki, muhalif kesimde hâlâ bu akılda olanlar var. Kimse kusura bakmasın, Türkiye’nin bu noktaya gelmesindeki sorumluluklarını görmezden gelmem mümkün değil. Umarım, bu görüşüm nedeniyle, yine “bilerek veya bilmeyerek” iktidara gerekçe sunmuş sayılmam. Yoksa, iş “bilerek veya bilmeyerek terör örgütüne yardım etmek” suç kategorisine benzeyecek.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com