Kuşların cıvıltısını duyamayanlara!
MOSKOVA
Bilginin bir işlenme süreci, yani sindirilme süreci vardır. Nitekim beyin de vücudun diğer organları gibi “kaliteli” beslenmeye, bilgilenmeye ihtiyaç duyar. Bugün sokaklarda nasıl “bozuk” bir yemek yediğimizde, mide/sindirim sorunu yaşıyorsak; yanlış-eksik, gereksiz-bozuk bilgi de beyni bozar, yorar ve gerileştirir.
Yemek yerken “çiğneme, yutkunma, tat alma” ve tümüyle sindirme süreci, bilgi için “tefekkür” süreci gibidir. Aksi taktirde, insan beynine tüm veriler kopyala-yapıştır yöntemiyle yüklense dahi; bu o kişinin “bilge” olduğu ya da tefekkür sahibi olduğu anlamına gelmez.
Dolayısıyla günümüz Türkiye’sinde önceliğimiz ilk olarak toplum içindeki bilginin kalitesini yükseltmek ve ardından “muhakeme”yi ön plana çıkarmak olmalıdır. Bu alanda hareket eden herkes baş tacı edilmelidir.
Salâdır ehl-i irfâne, götürsün cânı kurbâne,
bugün başını merdâne, koyan gelsin bu meydâne.
Zira buna hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var.
Diğer yandan, tatbik edilmeyen bilgi de “bilgi” değildir. İhtiyaç duyulan en önemli dayanaklardan biri tecrübedir. Kişinin sahip olduğu bilgi eğer tecrübeyle buluşmuyorsa, yani uygulanmıyorsa, insan en başa dönmeli ve tekrar başlamalıdır.
Özetle, kuşların cıvıltısı kulağınızda uğultu şekline dönüşmüşse, anlayın ki dibe vurmuşsunuz. Kuşların cıvıltısını herkes bilir, ama kimine “uğultu” olur, kimine “huzur”.
Bilginin uygulamaya dönüştürülebilmesine genelde “kabiliyet” deriz. Bu da ancak bir program ve plan dahilinde başarıyla sonuçlanır.
Başarının ölçüsü de para değildir.
Bizim gibi materyal düşünce yapısına sahip toplumlar, “çok” parası olanın “çok” başarılı olduğunu düşünürler. Ancak başarı ve hikayeleri, insanların ekonomik varlığıyla sanıldığı düzeyde orantılı değildir.
Nitekim, bir doktor, zengin bir iş adamının gelirine göre her ne kadar düşük maaş alıyor olsa bile, hayat kurtarabilecek bilgiye, deneyime sahip, tefekküre açık, ilim ve irfana erişmiş ise ekseriyetle daha başarılıdır.
Maalesef genelde düşünülmez, zira altını çizmekte fayda var; az “para”, az başarı olmadığı gibi; çok gelir “çok” başarı demek değildir.
Çocukken, çoğu kez tahtadan tabancalar yapmaya yeltenirdik. Yani, tahtaları taşlara sürterek aşındırmaya çalışırdık. Olmazdı, hiç de olmadı. Ve çoğu zaman oturup erik ağacının dibinde, dünyaya küskün nazarlar bırakırdık.
Daha doğrusu bakardık boş boş.
Birinin gelmesini, bizi sevmesini beklerdik.
Markete götürmese, çikolata almasa da olur… Ancak çocuklara küçüklükten bu yana “çok çalış yatma!” diye söylenen sık bir cümle vardır. Genelde bu “çalış” kavramının hedefine-sonucuna aileler ve çevreler tarafından “para” konulur. Ancak unutulan bir şey vardır: hedefi “para” olan bir çocuğun düşüncesi de “materyal”den oluşur.
Önceliklerimizi bir an önce “gerçekten severek” gözden geçirmeliyiz.
Nitekim, materyal düşünceden kurtulmak amacıyla, bilgiye erişme anlamında ihtiyacımız olan en büyük eksiğimiz “gerçek sevgi” ve bu sevgiyi gösterememektir.
Bunu arttıramadığımız sürece kuşların cıvıltısı -ne yazık ki- hep “uğultu” olarak duyulacaktır.
.
Hasan Enes Karahan, dikGAZETE.com