KÜRT, KÜRDİSTAN, IRK, İCTİMAİ IRK… KİMLİK BUNALIMI
Kürtler…
Kim Kürtler?...
Kürtler büyük bir Türk Topluluğu…
Basit bir araştırma yaptığınızda Kürt kelimesini Türk ve Boy adlarının olduğu her yerde görürsünüz.
“Kürtler ayrı bir kökten geliyor!” diyenlerin tezlerine bakın. Anadolu’da erken dönem devletler, Guttiler, Hurriler vb. birçok medeniyetten söz edip, bunlarda da Kürt isminin geçtiğini söylüyorlar.
Kürtçe, Hint Avrupa Dil Grubu ve Farsça’nın bir lehçesi görünümünde olduğu için Fars ya da Fars’a akraba olduğu iddiaları var.
Hepsini kabul ediyorum.
Ancak bilelim ki M.Ö. 5000 yılından beri Anadolu’da Türkler var. Bu ülkeler M.Ö. 3-4000 yıllık.
Türkçeyi kaybeden tek Türk Boyu Kürtler değil, Afganistan’daki Şii Hazara Türkleri, Tacikler, Kaşgaylar’ın ve Özbekler’in bir kısmı da Farsça konuşuyor. Maalesef Türk Sarayları’nın ki İstanbul dahil, tamamında edebiyat dili Farsça oldu. Türkler, yazıda Millî imlâ yapmak yerine Fars imlâsı kullandı.
Şimdi en kötüsünü kabul edelim. Gerçekten Kürtler’in soy kökleri Türklerden farklı olsun.
Bugün yaşayan Kürtler’e bakalım.
Türk’ün olduğu her yerde yerli Kürtler var. Tüm Türk Cumhuriyetleri’nde Kafkasya dahil Kürt var.
Tarihte bir Kürt Devleti yok. Klasik Türk Boylarının beylikleri gibi beylikler var. Kürt, Türk, Arap olduğu tartışılan Selahaddin Atamız gibi yiğit hükümdarlar var.
Kürtler’in tamamına yakını son 1200 yıldır Türkler ile ve Türk Devletleri ile yaşıyor. Tarihte bir Kürt İsyanı da yok.
Devlet Haritalarımızda KÜRT var, KÜRDİSTAN var. Ancak tarif edilen bölge bir idari bölge değil, coğrafi bölge.
Tarih ve coğrafya klasik ve modern zamanların anlamlanmasıyla Kürtleşmiş Türkmen Aşiretleri ile, Türkleşmiş Kürt Aşiretleri ile dolu.
Kürtler, et-tırnak değil, bu çok aşağılayıcı, tek beden olunmuş.
Kürtler’in töre, terbiye, saz ve sözleri Türkler ile aynı. Diğer İslam Halklar ile yaşanan yerlerde, mesela Kuzey Irak’ta Araplar da var. Ancak Kürt ve Türk’ün terbiyesi ile Araplar’ın terbiyesi töresi, batıl inançları farklı.
Türkler ve Kürtler, birbirine kız alıp verir, mevlit okutur (Şaman’ın ruha yol gösterdiği günlerde), Kapısına Koç kafası asar, dış kapıya nal asar, tarlaya kocaman öküz kafası asar, sabah güneşe döner dua eder, avcılar kurt vurmaz, Kürt Destanları’nda da demirci vardır, kurt vardır. Göçebe kültürün izleri yaşar. Kilim desenleri aynıdır. Davul, saz vb. çalgıları aynıdır. Türküler aynıdır. Kan davası denen illet bile aynıdır. Adam vurur. Sebebine TÖRE der. Töre, Cengiz Han yasalarının adıdır…
Kazakistan Kurucu Başkanı N. S. NAZARBAYEV diyor ki; “Bölgenin kaynaşması için zamanında Avrupa ülkelerinin sahip olduklarından çok güçlü önkoşullar mevcuttur.
Dış tehditler,
Kültürel- tarihi kökler,
Din,
Toprak -coğrafi- birliği,
Medeniyet ve kültür birliği,
Dünyaya aynı kapılardan çıkabilme ve açılabilme,
Ekolojik problemler vb. bu kaynaşma için gereken altyapıyı oluşturmaktadırlar.
Avrupa Birliğinin mimarları böylesi kaynaşma önkoşullarını sâdece hayal edebilirlerdi ancak Türkler bu koşullara kendiliklerinden sahiplerdir.”
Dikkat edin DİL BİRLİĞİ yok. Yukarıdaki sosyal özelliklerden hangisi Dünya Kürtleri’nde yok? Büyük Türk Birliği için Kürtler hangi özellikle dışarıda kalıyor? Dil Farkı bir Milleti nasıl böler?
Türk Dünyası Akraba Toplulukları haritalarına bakınız.
Boşnak kardeşimin, Hakas kardeşimin, Arnavut, Çerkez kardeşimin, Tatar, Uygur kardeşimin olduğu haritada neden KÜRTLER YOK?, neden MOĞOLLAR YOK? Neden MACARLAR, FİNLER, ESTONYALILAR YOK? Neden Hristiyan Türkleri’n çoğu meselâ URUM (RUM) Türkleri yok? Neden MUSEVİ HAZAR TÜRKLERİ YOK? Neden Kürtler gibi FARSÇA KONUŞAN AFGANİSTAN’DA YAŞAYAN Şİİ HAZARALAR YOK? Neden TACİK TÜRKLERİ YOK?
NEDEN?..
Oysa tüm bu saydığım halkların tamamına yakını Türk Devlet ve İmparatorlukları içinde oldular, isyan etmediler.
Bugün…
12 Eylül 1980’den sonra İmânsız ve Marksist Türklere ve dönmelere Marksist ve bölücü, hain PKK’yı kurduran güçler, Irak Kürt Bölgesi’ni anayurtla entegre etmeye çalışan Eşref BİTLİS Paşayı öldürdüler, ekibini öldürdüler. T. ÖZAL herkesçe mâlum.
Emperyalizm bizimle 1. Dünya Savaşı’na devam ediyor. PKK ve ihânet itaat etti. Kürt’ü İmân, töre ve Millî terbiyemizden koparmaya çalıştı. Kopanlar kendisini Türk’e bağlayan bu değerlerden kopunca bölünmeye doğru gidiyorlar.
Sorum şu? 12 Eylül 1980 Öncesi Doğu ve Güneydoğu’da, Kürtler’in içinde MHP ve Ülkücü Hareket çok güçlüydü. Bu bölgeden MHP ve Ülkücüler neden çıktı? Hem de eş zamanlı olarak… Milliyetçi geçinen bazı Türkler arasında dinin zayıflaması, bölücülük ki yanlarında “En iyi Kürt ölü Kürt’tür.” denirken ki pişkin suskunlukları ne ile izah edilebilir? Bu kesimler de PKK kadar bölücü ve hain değiller mi?
İlginçtir, Ülkemizde Millî hassasiyetleri yüksek, Ömer Seyfettin, Ziya GÖKALP, İbrahim KAFESOĞLU, Erol GÜNGÖR, Osman TURAN, S. Ahmet ARVASÎ, Merhum Alparslan TÜRKEŞ gibi Müslüman Türk Milliyetçisi ilim ve fikir adamları hem solcu, Atatürkçü, laik, çağdaş pozlardaki kesimler hem de Dinci, İslâmcı geçinen kesimler tarafından bayağı, basit, hödük Anadolulu kisvesine sokulup aşağılandı. İlmî manada Türk Milliyetçiliği’ni geliştirmeye çalışan kesimler bu düşünce grupları ve sistem tarafında itildi ve horlandı.
Mesela Z. GÖKALP diyor ki: “Nerede Kürt’ü aradıysam Türk’ü buldum. Bir Türk ki Kürt’ü sevmiyor. Bilin ki Türk değil. Bir Kürt ki Türk’ü sevmiyor, bilin ki Kürt değil.”
Oysa Türk Milliyetçiliği’nin tarihin hiçbir döneminde IRKÇI bir karakteri olmamıştır.
Türk Milliyetçiliği İslâm’ın tanımlarına bağlı kalarak şekillenmiştir. Arnavut İstiklal Harbi şairimiz İslâmî vasıfları tartışılmaz ve ırkçılığa karşı Mehmet Akif’in “KAHRAMAN IRKIMA BİR GÜL!” dediği İCTİMÂİ IRK esaslıdır.
Nedir İctimài Irk?
İslamiyet biyolojik ırk gerçeğine parmak basar ve fakat ırk üstünlüğü iddialarını posa ırkçılığı ret eder. İnsanların Allah yanında en şerefli olanını takva’da (Allah ve Resulüne iman ve hizmet ölçüsünde) ileri olmak. İle tayin eder. (Hucurat-13)
Fadır Süresi 27-28. ayetler de bütün canlılar gibi insanların da yine renkleri böyle çeşitli olanların var olduğunu belirtir ve bu konuda ilim adamlarını Allah’tan korkmaya davet eder. Bütün bunlarla beraber, milletlerin hayatında önemli bir yer tuttuğuna şahit olduğumuz ve sosyolojinin İÇTİMAİ IRK olarak ele aldığı ve biyolojik ırkçılık’tan tamamen ayrı diğer bir gerçek vardır.
Türk Milliyetçiliği politikasını biyolojik ırkçılık üzerine kurmayı reddetmekle beraber içtimai ırk gerçeğini inkâr ve ihmal etmemelidir.
İçtimai ırk biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun soy ve kan birliği şuuru biçiminde de duyulmasıdır. Zaten, biyolojik verasetin yanında ortak mücadeleler bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhi hem de fizik bakımından birbirine yaklaştırır.
Aynı kültürün içinde yaşayan ve aynı kaderi paylaşan insanlar arasında evlenmeler kolaylaşacağından tarih içinde bir oluş ve yoğruluş halinde insanlar fizik manada birbirlerine benzemeye başlar.
Yani sosyal kültürel ekonomik ve politik bütünleşmelerden sosyolojik bir zaruret olarak zamanla bir içtimai ırk doğar. Aynı sosyal yapı içinde çeşitli sebeplerle, bir diğerine kız alıp vermeyen gruplar var ise, bunlar birer küçük dar bölge ve küçük bir etnik yapı olmada ısrar ediyor ise, tipik bir içtimai ırkın doğması güçleşir.
Ülkemizde aynı dine mensubiyet ve aynı kökten gelme şuuru sebebi ile kız alıp verme kolaylaşmış bulunduğundan ve ülke çapında sosyal temaslar gittikçe artmakta olduğundan Türk içtimai ırkı tarih içinde çok kolayca teşekkül etmiş bulunmakta ve gittikçe de kuvvetlenmektedir.
Esasen ülkemizde yabancılar, kitle halinde Müslümanlaşmadıklarından evlenmeler çeşitli yollarla bir araya gelen ve çeşitli adlar taşıyan Türk boyları ve aşiretleri arasında (Kürtler dahil) cereyan etmiş, bu suretle kaynaşmaya kolaylaşmıştır. Ayrıca Türk boyları arasına dağılmış veya serpiştirilmişlerdir. Bu durum kaynaşmayı ve içtimai ırkın kuvvetlenmesini sağlamada yardımcı olmuştur.
Bütün bu ve diğer sebeplerden dolayı, ister istemez bir Fransız bir İngiliz bir Alman bir Rus bir Çinli bir Japon… Tipi teşekkül ettiği gibi bir Türk tipi de teşekkül etmiştir. Bu tip ve diğer milletlere ait yeni teşekkül etmiş değildir, binlerce yıllık bir tarihi birikimin ifadesidir. (S. Ahmet ARVASÎ)
Bugün K. Irak Erbil’den, Konya’dan, Erzurum’dan, Adana’dan, İran Urmiye’den bir Kürt Avrupa’ya gitsin, sorulacak soru şudur. “TÜRK MÜSÜN?”
Dün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde bir TV. Programı’na konuk oldum. KÜRDİSTAN demem konusunda adeta uyardılar. Ben de dedim ki; “Ceddim yüz yıllardır bölgeye Kürdistan diyor, haritalarında bölgeyi KÜRDİSTAN olarak gösteriyor. Ben ne KÜRT kelimesinden, ne de KÜRDİSTAN kelimesinden korkmam. Çünkü cumhuriyetin politikaları yanlış. Ne dediler “KÜRT YOK!” Emperyalizm bunu çok iyi kullandı. Oysa KÜRT VAR.”
KÜRT TÜRKLERİ VAR…
Tıpkı Özbek, Tatar, Kazak, Kırgız, Balkan, Afşar Türkleri gibi KÜRT TÜRKLERİ var. Tıpkı Azerbaycan Türk Bölgesi gibi, Kürdistan Bölgesi var.
Konu bu televizyonda terör örgütü ile mücadeleye geldi. Dediler ki “T.C. savaş istiyor…” Hemen müdahale ettim. Türkiye emperyalizmin kuklası PKK ve siyasi uzantılarına ÇÖZÜM SÜRECİ’nde genel af dahil ciddi manada Zeytin Dalı uzattı. Onlar ne yaptılar? Hendekler kazıp, terörü şehirlere ve Batı illerine taşıdılar.
Onlara şunu söyledim. Sizinle ve bizimle terör örgütleri PKK, IŞID (DEAŞ) aracılığı ile emperyalizm aleni olarak savaşmıyor mu? Neden bunu söylemiyorsunuz?
Büyük Türk Milleti.
BÖL-PARÇALA-YUT… Apaçık değil mi? Emperyalizmin bu oyununu yenmeliyiz. Kendini bilen bir Kürt, nesli bozuk değilse ayyıldızlı al bayrağımıza paçavra diyebilir mi? O bayrakta Kürt Dedelerimizin de kanı canı var.
Açın gözünüzü.
Türkiye düşmanlarımızın tanımı ile Dünyanın Seçimi’ne giriyor. Bu seçim çevre coğrafyayı da doğrudan ilgilendiriyor. İslâm Coğrafyası’nı da…
Birlik Günü.
Kürt de bizim, Kürdistan’da…
Sevdaları da bizim, özlemleri de.
100 yıl önceki dede topraklarına pasaportla gitmek her Türk Çocuğu’nun içini sızlatmalı. 100 yıl önceki devlet merkezine pasaportla gelmek Kürdistan Bölgesi’ndeki Kürt kardeşimi incitmeli.
Unutmayalım ki “TARİH YAZMAK GELECEĞİ YAZMAKTIR.”
Unutmayalım ki; “Mefkûre (Büyük düşünce-ideal-, istikbâlin yaratıcısıdır.” Z. Gökalp
Bu yazıyı açıklamaları ile buradan izleyebilirsiniz;
Devlet ve Milletinin Büyük geleceği için ömrünü cephelerde geçirip, cephede şehit olan Büyük Dedemiz K. Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı’na yazdığı mektubu paylaşacağım.
Okuyunuz!
Bu mektupta, bugünün düşmanlığının sebebini de bize göstermelidir.
“Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç giydiren, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz'in, Karadeniz'in, Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum'un, Dulkadiroğluları Vilayeti'nin, Diyarbakır'ın, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, Acem'in, Şam'ın, Haleb'in, Mısır'ın, Mekke'nin, Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arap memleketlerinin, Yemen'in ve daha nice ülkelerin ki, büyük atalarımın Allah kabirlerini nurlu etsin karşı konulmaz kuvvetleriyle fethettikleri ve benim muhteşemliğimle de ateş saçan mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle fethettiğim nice memleketlerin sultanı ve padişahı olan Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım.
Sen ki, Fransa vilayetinin kralı olan Françesko'sun...”
Orijinalini de okumaya çalışınız.
“Hazret-i izzet -cellet kudretuhu ve allet kelimetuhû-‘nun inâyeti ve mühr-i sipihr-i nübüvvet ahter-i burc-ı fütüvvet-pîşvâ-yı zümre-i enbiyâ muktedâ-yı fırka-i asfiyâ Muhammed Mustafa’nın -sallâ Allahu aleyhi ve sellem- mu‘cizât-ı kesîretü’l-berekâtı ve dört yârinin ki Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’dir -rıdvâne Allahu aleyhim ecma‘în- onların ervâh-ı mukaddesesi mürâfakati ile,
-Tuğra-
(Süleyman Şah bin Selim Şah Han el-muzaffer dâima)
Ben ki sultânü’s-selâtîn ve burhânü’l-havâkîn tâc-bahş-ı hüsrevân-ı rû-yi zemîn zıllullâhi fî’l-arzîn Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Vilâyet-i Zülkadriye’nin ve Diyarbekir’in ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Haleb’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve külliyen Diyâr-ı Arab’ın ve Yemen’in ve dahi nice memleketlerin ki âbâ-yı kirâm ve ecdâd-ı izâmım -enâre Allahu berâhinehüm- kuvvet-i kâhireleriyle feth etdikleri ve cenâb-ı celâlet-me’âbım dahi tîg-i âteş-bâr ve şimşîr-i zafer-nigârım ile feth eylediğim nice diyârın sultânı ve padişâhı Sultân Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım.
Sen ki Françe vilâyetinin kralı Françesko’sun.
Dergâh-ı selâtîn-penâhıma yarar adamın Frankiyan ile mektûb gönderüb ve ba‘zı ağız haberi dahi ısmarlayub memleketlere düşman müstevlî olub el-ân hapisde idüğünüz i‘lâm edüb halâsınız husûsunda bu cânibden inâyet ve medet istid‘â eylemişsiz, her ne ki demiş isenüz benim pâye-i serîr-i âlem-masîrime arz olunub alâ-sebîli’t-tafsîl ilm-i şerîfim muhît olub tamâm ma‘lûm oldu, imdi pâdişâhlara sınmak ve habs olunmak aceb değildir, gönlünüzü hoş tutub âzürde-hâtır olmayasız.
Eyle olsa bizim âbâ-i kirâm ve ecdâd-ı izâmımız –nevvere Allahu merkadehüm- dâ’imâ def‘-i düşman ve feth-i memâlik için seferden hâlî olmayub biz dahi onların tarîkine sâlik olub her zamânda memleketler ve sa‘b ü hasîn kal‘alar feth eyleyüb gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmış ve Hakk Subhânehu ve Te‘âlâ hayırlar müyesser eyleyüb meşiyyet ve irâdeti neye müte‘allik olmuş ise vücûda gele, bâkî ahvâl ve ahbâr ise mezkûr adamınızdan istintâk olunub ma‘lûmunuz ola.
Şöyle bilesiz, tahrîren fî evâ’il-i şehr-i Âhirü’r-Rebi‘ayn li-sene isneyn ve selâsîn ve tis‘a mi’e.
1-10 Rebiülahir 932 / 15-24 Ocak 1526
Be-makâm-ı Dârü’s-Saltanati’l-Aliyyeti’l-Kostantiniyyeti’l-Mahmiyyeti’l-mahrûse
*
NOT :
(Topkapı Sarayı Arşivi, D 5246)
Vilayet-i Kürdistan denilen ve Kürt aşiret reisleri tarafından yönetilen sancaklar şunlardı: Cizre, Bitlis Hısnkeyf (Hasankeyf), Siverek, Çemişgezek, İmadiye, Mir Zahid Bey tarafından yönetilen sancak, Hizan, Sason, Palu, Çapakçur (Bingöl), Eğil, Sincar, Atak (Silvan'ın kuzeyi), Çermik, Hazzo, Zirkî (Metin Kunt, Sancak'tan Eyalete, s. 130-131.).
Bu beylerden Cizre, Bitlis Hısnkeyf, Siverek, Çemişgezek, İmadiye beyleri ile Mir Zahid Bey'in Kürdistan beylerinin büyükleri olduğu zikredilir. Vilayet-i Kürdistan diye kastedilen yer de tek bir idari bölgeyi değil Kürd beyleri tarafından yönetilen sancakları ifade etmek için kullanılmıştır.
Osmanlı'nın Kürdistan diye nitelendirdiği coğrafya, görüldüğü gibi daha ziyade bir kalesi olan aşiret beylerinin yönetimindeki bölgelerdir.
Osmanlı döneminde Diyarbekir, Urfa, Mardin gibi şehir merkezleri ve çevresi merkezden gönderilen valiler tarafından yönetilmiştir.
.
Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-