Öteden beri AK Parti içinde, geçmişi FETÖ ile iltisaklı birçok politikacı, 15 Temmuz’da ülkemize darbe girişiminde bulunarak 251 vatandaşımızı katleden FETÖ ile mücadelenin çok sert yapıldığını savunarak üstü örtülü olarak hafifletilmesini ve hatta vazgeçilmesini istediler. Ama artık bu işin yani FETÖ ile mücadelenin artık bırakılması yolundaki çalışmaların bir rapor haline getirilip Sayın Erdoğan’a sunulduğu yolunda çok ciddi iddialar var.
Atalarımız, “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” demişler. Eğer böyle bir girişim olmasaydı böyle bir raporla ilgili iddia da olmazdı diyorum. Zaten bu hususta değişik duyumlarımız olduğu da ayrı bir gerçek.
Malum Sayın Cumhurbaşkanı bu şeytani yapıyı değerlendirirken, “Üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet” demişti. Ne yazık ki ihanet şebekesinin beynini oluşturan üst kesim (birkaç istisna hariç) tamamıyla yurt dışına kaçtı veya kaçırıldı.
Bir örgüt düşünün bütün yönetici kadrosu serbest ve her gün ülkemizin aleyhinde yüzlerce ülkede faaliyetlerini sürdürüyorlar.
Böyle bir örgütle, yurt içi ve dışında hakkıyla mücadele edip bitirmek mümkün olabilir mi?
Ticaret olan orta kesim ise bizzat AK Parti milletvekili Şamil Tayyar’ın da dile getirdiği gibi “FETÖ borsası” oluşturularak soyuldu/ soyuluyor.
FETÖ ile iltisakı yüzlerce delille ortada olan ticaret kesimine ait FETÖ’cü iş adamları, alınan paralar karşılığında serbest bırakılıyor iddiası yaygın. Hatta bu hususta itirafçılık yapan AK Parti İl başkan yardımcısı korumalı tanık, evinde tutulurken öldürüldü.
Akın İpek, İhsan Kalkavan gibi ticaret kesiminin bazı ağababaları ise yurt dışına kaçtı ve oradan ülkenin aleyhine faaliyetlerine devam ediyorlar.
En alttaki ibadet kesimi ise örgütün kurbanı olarak devletin önüne atılmıştır.
Ben bu tasnifi kabul etmiyorum. Çünkü çok karmaşık bir yapılanmaya sahip bu şeytani örgütte en altta zannettiğiniz bir kişinin uçaklara binerek insanımızı katleden generallerin mahrem imamı olabilir ki bunun örnekleri alabildiğine çoktur.
FETÖ’nün “ibadet kesimi” denilen kısmı kurban etmesinin gerçek maksadı, devletin öfkesi geçene kadar bu kesimle uğraşması ve örgütün beynine ulaşacak/ uğraşacak vakit ayıramaması olmuştur.
Ayrıca böyle bir davranışın farklı bir maksadı ise kamuoyunda “Bakınız devlet namaz kılan, camiye giden, başını örten insanlara terörist muamelesi yapıyor. Devlet vatandaşına zulmediyor!..” algısı oluşturmak ve bunu uluslararası arenalarda ülkemizin aleyhine kullanmaktır.
Yıllardır onlarca makalede ve konuşmalarımda FETÖ denen şeytani yapılanmanın Sofistike (Yanıltıcı, aldatıcı, iç içe geçmiş) özelliklere sahip olduğunu ve akla hayale gelmedik yöntemler deneyerek varlığını sürdürdüğünü anlattım.
Ancak ne hikmetse FETÖ ile mücadele eden devlet, benim gibi örgütü içinden tanıyanları dinlemedi.
Aksine bu şeytani yapıyı 15 Temmuz’a kadar destekleyenler, örgütle mücadele birimlerinde görevlendirildi.
Daha 15 Temmuz’a kadar bu şeytani yapıya “örgüt” bile diyemeyen kişiler, bu tarihten sonra böyle bir yapıyı tanıyıp nasıl mücadele edebilir ki?
Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Bunun için 2014 yılından beri, önüme gelen her devlet yetkilisine, “Acilen bir FETÖ ile Mücadele Üst Kurulu” kurulmasını söyledim.
Bu kurulda örgütü çok iyi tanıyanların olması gerektiğini, çünkü çok karmaşık bir yapıya sahip bu örgütün, hakkıyla tanınmadan iyi bir mücadele stratejisi geliştirilemeyeceğini söyledim.
Yine bu kurulda bir editörya bölümünün olmasını, örgütü anlatan bütün kitapların, yayınlanan videoların değerlendirilerek ve özetlenerek, örgütü anlatan yeni eserler meydana getirilmesini talep ettim. Çünkü hala çoğu kimsenin bu örgütün nasıl bir şeytani yapıya sahip olduğundan haberleri yok.
Kulaktan dolma bilgilerle bu örgütün gerçek yüzünü kimseye ve özellikle de yurt dışındaki ülkelere anlatamazsınız.
Zira anlatılamadığı için Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Kırgızistan, Kazakistan gibi dost ülkelerin yanında Hollanda, Amerika, Almanya, İngiltere, Yunanistan gibi batılı ülkeler bile 15 Temmuz darbecilerine kucak açmış, onları ülkelerinde barındırmaktadır.
“FETÖ ile mücadele artık bitirilsin” diye Sayın Erdoğan’a verildiği iddia edilen raporla ilgili haber, ilk olarak “Independent Türkçe”de yayınlandı. “FETÖ ile Mücadeleyi Yeniden Düşünmek” ismini taşıdığı iddia edilen raporda, bu şeytani örgütle mücadelenin AK Parti’ye zarar verdiği dile getirilmektedir.
Rapor hakkında yorum yapan bazı kişiler bunun bir “korsan rapor” olduğunu dile getirse de aslında FETÖ ile mücadeledeki gevşeme, böyle bir raporun varlığını ortaya koyuyor.
Zaten yaptığım incelemelerde artık FETÖ ile mücadele, gazetelerin ve televizyonların birinci haberlerinde yok denecek kadar az yer alıyor.
Başta Cumhurbaşkanı ve birkaç fedakar insanın dışında, kimsenin “FETÖ ile mücadele” diye bir derdinin olmadığı çok açık görülüyor. AK Partili vekiller, il ve ilçe yönetimleri ve belediyelerin de böyle bir dertleri olmadığını yakinen biliyorum.
FETÖ ile mücadelenin bıçak sırtında yürütüldüğü böyle bir ortamda cesaret edip bu tür bir raporu, kim hazırlayıp Cumhurbaşkanına verebilir?
“Independent Türkçe”deki Can Bursalı imzası ile hazırlanan haberde, raporun 17-25 Aralık sürecinden sonra FETÖ ile mücadelede bizzat Erdoğan’ın görevlendirdiği bir isim olduğu iddia edilmektedir. Yine raporda kullanılan dile baktığımızda bunun hukukçu bir kimlik taşıdığı açık biçimde belli oluyor!..
Bana göre kripto bir FETÖ’cünün kaleminden çıktığı belli olan raporda şu “tespitler”in olduğu söyleniyor:
-“FETÖ ile mücadeleye devam etmek partiye zarar veriyor. Çok oy kaybımız var.”
-“Emniyetin ve yargının yürüttüğü operasyonlarda örgütün sadece ibadet kesimi ile mücadele edildiği kanaati oluştu. Bunu kırmak için operasyonlara ara verilmelidir.”
-“KHK ile ihraç edilenlerin tamamını FETÖ’cü kabul etmek hukuka da dinimize de uygun değildir.”
-“KHK ile ihraçlar yapılırken titiz davranılmadığı için çok mağdur insanlar var.”
-“KHK ile FETÖ iltisakı nedeniyle kamu görevinden çıkarılan herhangi bir örgüt üyesi FETÖ ile arasına kalın bir çizgi çektiyse devlet de millet de bunlara yeni bir şans vermelidir.”
-“Cezaevlerinde yatan hasta, başörtülü örgüt üyeleri ve çocuklar üzerinden büyük algı yürütülüyor. Bunlara yeni bir alan açılmalıdır.”
-“Örgüt mensubu olup mahkemelerde beraat edenleri, itirafçı olanları halkı bombalayanla bir tutmak doğru değildir.”
-“Örgüte iltisakından dolayı kamu görevinden uzaklaştırılan doktorların özel hastanelerde görev yapmasına müsaade edildiği gibi diğer meslek sahipleri içinde aynı imkanlar tanınmalıdır.”
(Bu hususta Kanun hükmünde bir kararnameyle KHK ile ihraç edilen ya da güvenlik soruşturması nedeniyle mesleğe alınmayan doktorların çalışma alanlarını kısıtlayacağı gerekçesiyle tartışılan madde geri çekildi. Bu husustaki çalışmayı AK Partili Kayseri milletvekili İsmail Tamer yaptı. Müzakerelerin ardından teklifin 5. maddesi, AK Parti’nin önergesiyle birlikte kabul edildi. Buna göre, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu tarafından devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu için kamu görevinden çıkarılan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzman olanlar, sadece sosyal güvenlik kuruluşu ile sözleşmesi bulunmayan sağlık kuruluşlarında veya muayenehanede çalışabilecek.)
Cumhurbaşkanına sunulduğu iddia edilen raporda yer aldığı söylenen maddeler ilk okunduğunda “son derece insani ifadeler” olarak görünüyor. Ancak işin merkezine inildiğinde dünyanın en şeytani örgütüyle karşı karşıya olduğumuz gerçeği ortaya çıkıyor.
Yalan, gizlenme, hedefe gitmede bütün vasıtaları meşru görme gibi her yolu ilerlemek için kullanan şeytani bir örgüt mensuplarının hangisinin masum, hangisinin gerçekten pişman olduğu nasıl tespit edilebilir ki?
Örgüt lideri Gülen’in, militanlarına gönderdiği mesajlarda; “mahkemelerden kurtulmak için kendisine bile küfredebileceklerine dair isteklerde bulunduğu” gerçeğini göz önüne aldığımızda bu işin içinden nasıl çıkılacaktır?
Kaldı ki birçok mahkemede itirafçı olan ve etkin pişmanlıktan yararlanarak dışarı çıkan birçok örgüt militanının, örgütsel faaliyetlerine devam ettikleri için ikinci hatta üçüncü kez cezaevine girdiği de onlarca hadisede ortaya çıktı.
Siz, “Falan kişi ibadet kesimindendi…” diye zannedersiniz ve savunursunuz ama o kişinin, örgütün en ihanet kesiminde mahrem imam olması mümkündür.
Örgüt yapısı, bu türden görev almalara müsaittir.
15 Temmuz darbe planının arkasındaki sivil imamlara baktığımızda hemen hepsinin ibadet kesiminden göründüğünü zannedersiniz ama gerçek hiç de öğle değildir.
Bir şirkette müdür olan veya bir üniversitenin İlahiyat fakültesinde öğretim üyesi olan kişilerin koskoca generalleri nasıl yönettiklerini 15 Temmuz’da bilfiil gördük.
Bugün başta CHP, İP, SP, Deva, Gelecek gibi partiler iktidara gelmeleri halinde, KHK’dan atılan FETÖ’cüler ile helalleşeceklerini ve hepsini görevlerine iade edeceklerini yüksek sesle söylüyorlar.
Buna bir de AK Parti içindeki kripto siyasi FETÖ’cüleri de katarsanız durumun vahameti kendiliğinden ortaya çıkar.
Yine bugün yargının durumu ortadadır. 15 Temmuz’dan sonra yargıdan 4.500 hakim ve savcı örgütle iltisaklı olduğu için tespit edilerek atıldı.
Yargı kurumu içindeki FETÖ’cü avukatları ve diğer personelleri saymıyorum; ya hakim ve savcı olup tespit edilemeyenler ve yeni girenler ne oldu?
Benim yaptığım araştırmalar ve tecrübelerime göre yargıdan örgüte mensup olanların sadece yüzde 60’ı tespit edilebildi. Diğerleri hala etkin biçimde yargıda tesirlerini sürdürebiliyorlar. Bu kripto örgüt mensuplarının verdikleri kararlar ne kadar adil olabilir ki? Zaten bazen verilen yanlış kararların, kamuoyunun vicdanını sızlattığını her zaman gözlemliyoruz.
Kim tarafından verildiği meçhul (Belki de malum!) olan böyle bir rapor, Cumhurbaşkanı tarafından ciddiye alınmış mıdır?
Gönlüm “İnşallah alınmamıştır” diyor. Ancak Pennsylvania’ya gidip, örgüt lideri ile boy boy resimler çektirenlerin bugün devletin en kritik yerlerinde görev yaptıkları ve 15 Temmuz’da Sayın Cumhurbaşkanının en yakınındaki yaverlerinin bile FETÖ’cü oldukları düşünülürse, aynı durumun bugün de devam etmediğine nasıl emin olabiliriz ki?
15 Temmuz şehitlerinin kanı hala kurumamışken böyle bir raporu Cumhurbaşkanlığına sunabilen bir “Cesur irade!” ortada iken ve FETÖ ile mücadele tesirini kaybetmişken endişeye düşmemek nasıl mümkün olabilecek?
FETÖ, geçmişte devletin en kılcal damarlarına kadar sızarken siyasi partileri asla ihmal etmemiştir.
Örgüt içinde her partinin özel imamı olduğunu artık sağır sultan bile duydu.
Örgütün AK Parti imamının da avukat Mehmet Rasim Kuseyri olduğu biliniyordu. Bu kişinin, AK Parti Genel Merkezinden çıkmadığı ve buradaki birçok kişiyle iltisaklı olduğu ve ortak işler yaptıkları, Ankara’da olan herkesin malumuydu.
Bu ilişkiler nedense hiç araştırılmadı.
Yine ne yazık ki FETÖ’nün siyasi kanadına yönelik herhangi bir kavuşturma, soruşturma vs. yapılmadığı için bu kadroların yerlerinde durduğuna kanaatim tamdır.
Bu sadece bir kanaat değil elimizdeki bilgiler de kripto FETÖ’cülerin halen siyasi partilerin içindeki yerlerini koruduklarını söylüyor.
FETÖ ile mücadelenin sadece yargı ve emniyette sürdüğü böyle bir ortamda, zikredilen türde bir raporu Cumhurbaşkanlığına kim sunmuş olabilir?
Raporun dilinden anladığımız kadarıyla hukukçu biri olduğunu yukarıda da belirtmiştim. Cumhurbaşkanına yakın olan ve AK Parti yönetiminde de görev aldığı iddia edilen böyle bir hukukçu kim olabilir?
AK Parti’nin kurmayları içindeki hukukçuları incelediğimde 15 Temmuz öncesi örgüt ile iltisakı çok açık olan ve hatta değişik zaman ve zeminlerde örgüte övgüler dizen konuşmalardan onlarcasına rast geldim.
Hatta bazılarının, “kim bu paralel uydurmasını ileri süren. Yok öyle bir şey!..” diyen hukukçuları bile gördük.
17/25 Aralık sonrası ve 15 Temmuz 2016 öncesi, örgütü yere göğe sığdıramayan bu AK Partili hukukçuların tevbe ettiklerine ve pişman olduklarına dair beyanlarını da aradım ama hamasi birkaç nutuktan öte bir şey görmedim.
Mesela bunlardan hiç biri herhangi bir savcılığa veya mahkemeye gidip, geçmişte övgüler dizdikleri örgüte ait en ufak bilgiler vermemişler.
FETÖ, CIA destekli bir casusluk örgütüdür ve hedefi başta Türkiye olmak üzere, yüzlerce halkı Müslüman ülkeleri ABD’nin peyki yapmak için kurulmuştur.
Bu tehlike ortada iken FETÖ denen bu şeytani yapıya mensup olanların masumiyetini iddia etmeyi en azından ülkeye ihanet sayıyorum.
Tanıdığım, bildiğim bir çok örgüt mensubunun yargılanıp ceza alarak yatıp çıkmalarına rağmen hiç pişman olmadıklarını bizzat gözlemledim.
Hapis yatıp çıkmalarını, bir lütuf olarak değerlendirenler bile var.
Bütün bunların ortak düşüncesi, 15 Temmuz darbesini, başta Erdoğan olmak üzere Genelkurmay eski Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın beraber tezgâhlayıp, kendilerini bitirmek istedikleri yönündedir.
Örgüt lideri Fetullah da şimdiye kadar bir çok uluslararası TV ve gazeteye yaptığı açıklamalarda “15 Temmuz’u kendilerinin değil bir grup Atatürkçü askerin yaptığını ve arkalarında Erdoğan’ın olduğunu…” söylemiştir.
Hülasa etmek gerekirse, böyle bir raporun var olup olmadığı tartışılsa da var olduğu kanaati bende tamdır.
Bu tür bir rapor, gerçekten Cumhurbaşkanına verilmişse, verenler derhal derdest edilmeli ve örgüt üyesi olmaktan yargılanmalıdır. Aksi halde AK Parti içinde bazıları da bundan cesaret alıp, tıpkı CHP, İP, SP, DEVA; GELECEK gibi partilerde bulunanlar gibi “FETÖ’cülerin affedilmesini” isterler.
15 Temmuz’da vatanları için canını veren 251 şehidin ruhlarını ve 2 bin 300 gazinin vicdanını incitmeyelim.
Hele de 15 Temmuz gecesi, bu şer örgüte dur demek için gözünü kırpmadan meydanlara dökülen Türk milletini darıltmayalım.
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com