Türkiye'nin soyadı tarihi birbirinden ilginç hikayelerle dolu…
Yalnızlaşmanın "kendi ayakları üstünde durmak" olarak kutsallaştırıldığı, kimsenin kimseye ihtiyaç duymadığı, birbirini hor görmenin geçer akçeye dönüştüğü bir dünyada, kim merak eder, sürgün geldiği yeri soyadı olarak alan bir insanın hikâyesini...
Güzel bakan, güzel gören, hoş bakıp, hoş gören insanların şehridir BULDAN.
Kendine benzetir.
Zorla değil.
Güzellikle.
Güzellleştirir.
Buldan'a gelir, Buldan'da kalırsınız.
Gitmek durumunda kalsanız bile, "Beni Buldan'a gömün" der, Buldan olursunuz.
Hoş görüldüğünüz, sevgi gördüğünüz için, Buldan'ı soyadı alırsınız.
Hepimize ders niteliğinde, bugün yaşadığımız sorunların çözümünde yol gösterici olacak, örnek alınacak bir KARDEŞLİK, HOŞGÖRÜ hikâyemiz var.
Okumak isteyene...
Bir kısmını rahmetli anacığımdan dinlemiştim.
Bir kısmını da, anamın amcası Nizam Ali'nin oğlu Cevdet Kazakoğlu yazdı, anlattı...
Yıl 1930.
Hakkari ili, Yüksekova ilçesine bağlı bugünkü adı Dağlıca olan, Oramar'da isyan çıkar.
İsyana karışmasa da, güvenlik tedbirleri gereği, Oramarî Aşireti'nin 30 yaşlarındaki reisi Şükrü Ağa, Devlet tarafından Buldan Yaylası'nda zorunlu ikamete tabi tutulur.
Şükrü Ağa, aşiretin geçimi için, hayvancılık yapmaktadır.
Aynı yıllarda dedem (Rahmetli Anamın Babası) Nizam Şaban ve kardeşi Nizam Ali, birlikte koyun-keçi alıp Girit ve Rodos'a ihraç etmektedirler.
Bu vesile ile tanışırlar Şükrü Ağa’yla, aralarında kısa sürede bir dostluk oluşur.
Şükrü Ağa’nın hayvanlarını alıp, ihtiyaçlarını görüverirler.
Bir vakit sonra, Şükrü Ağa’nın dedemden bir isteği olur.
Der ki: "Şaban Ağa, bizim yağı, peyniri de satıverin."
Dedem: "Şükrü Ağa, satmasına satarız da... Sen kendin gidip satsana 'Buldan Pazarı'nda. Buldan bir adım yer" der.
Şükrü Ağa: "Şaban Ağa, bilirsin. Biz sürgünüz, pazarda sıkıntı çıkarırlar bize..." der, çekine çekine.
Dedem Nizam Şaban ve kardeşi Nizam Ali der ki; "Ağa, sen hiç çekine. BULDAN medenidir, HOŞGÖRÜLÜDÜR. Ayrıca biz varız. Bizim dostumuza kimse sıkıntı çıkarmaz, çıkaramaz."
Şükrü Ağa çekine çekine gider 'Buldan Pazarı'na.
Akşam evine döndüğünde mutludur.
Peyniri, yağı satmış, ihtiyaçlarını görmüştür.
Bundan sonra, her Perşembe 'Buldan Pazarı'na gider, satacağını satar, alacağını alır, pazarını kendi görür.
Aradan üç yıl geçer.
Zorunlu ikamet sona erer.
Ailesiyle birlikte Dağlıca'ya, doğduğu topraklara geri döner.
1934 yılında Soyadı Kanunu çıkar.
Her aile reisi bir soyadı seçme kararı alır. Seçilen soyadı, çevredekilere mesaj, gelecek kuşaklara aidiyet duygusu vermeyi amaçlar.
Şükrü Ağa, “BULDAN" soyadını seçer.
Bu seçim, Şükrü Ağa'nın, Buldan'dan gördüğü ilgi ve sevgi karşısında, kendini Buldan ile özdeşleştirmesinden kaynaklanmıştır.
Bu bağlamda Nicole Lapierre'in “Changer de nom” adlı eserindeki: "Soyadı, insanın kimden doğduğunu ve/veya nereden geldiğini söyler ve ilke olarak hiçbir kaçış yolu bırakmaksızın, bir yer tayin eder" ifadesi, Şükrü Ağa'yı belirleyenin, doğduğu yer değil, ilgi gördüğü, sevgiye, hoşgörüye doyduğu yer olduğunu gösteriyor.
Parçası olmaktan her zaman onur duyduğum BULDAN HALKININ ENGİN HOŞGÖRÜSÜ, BULDAN'IN KARDEŞLİĞE SOYADI OLMASINI SAĞLAMIŞTIR...
BU GÜZEL İNSANLAR NASIL BU HÂLE GETİRİLDİ...
Kim mi Şükrü Buldan?
Gelin onu da, oğlu Barış Kırıcı'yı Dağlıca'daki patlama sonrasında Şehit veren, değerli Gazimiz, 1975'de Dağlıca Karakol Komutanı olan Hayri Kırıcı'dan dinleyelim.
Hayri Kırıcı, Koray Gürbüz ile 09 Mayıs 2016 tarihinde yapmış olduğu röportajda şunları söylüyor:
"Oramar aşiret lideri Şükrü Buldan’dı. Tanıştığımda 75 yaşında, oturaklı, dünyalar güzeli bir adamdı. O kadar milli bütünlükçü ve Atatürkçü biriydi. Evinde Atatürk’ün ve Bülent Ecevit Kıbrıs Fatihi resmi vardı. Ortalarında da Kıbrıs’ın güvercin dallı haritası vardı. Şükrü Ağa gibi, köylüler de devletine çok bağlıydılar. Şükrü Ağa da sağduyulu ve vatanını seven bir insandı.
Oğlu İsmet Buldan, Dağlıca muhtarıydı. Diğer oğlu Nazım Buldan, Şule Köyü muhtarıydı. Yazılı köyü muhtarı Mehmet Serdar, iki yaka köyü muhtarı Sabri… Hepsi Şükrü ağanın otoritesindeydi.
Necdet Buldan benim yaşlarımdaydı. Şimdi milletvekili olan Pervin Buldan’ın öldürülen kocası Savaş Buldan, elinde bir bastonla atçılık oynayan, tıfıl, sümüklü bir çocuktu.
Şükrü Ağanın hanımının kardeşi, emekli bir levazım albayıydı. Emekli olduktan sonra Hakkâri milletvekili oldu. Şükrü Ağanın oğulları “dayı” derdi o albaya.
Yıllar geçti, o çocuk büyüdü ve adları uyuşturucuyla anılır oldu. Savaş Buldan’ın eşi Pervin Buldan, Meclis Başkan Vekilliği yapıyor, her gün PKK ile ülkeyi bölmek için söylemler geliştiriyor.
İnanın şu an Şükrü Ağa hayatta olsa eline bastonu alır, hepsini bastonla döver, gönderirdi. Çocuklarının bu durumunu görse adam kahrından ölürdü herhalde.
(...)
Şimdi düşünüyorum da onların oğulları, torunları bize kurşun sıkıyor, inanılır gibi değil! Anlayamıyorum. Bu güzel insanlar nasıl bu hale getirildi hiç anlamıyorum."
Oğlu Barış'ı Dağlıca'da kurulan hain tuzakta şehit veren, Dağlıca eski Karakol Komutanı değerli gazimiz Hayri Kırıcı'nın bu sözlerinden sonra ne demeli şimdi!..
Rahmetli Yaşar Kemâl'in, "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı romanının ilk cümlesinde dediği gibi; "O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” mı demeliyiz!
Herşeye rağmen, "HOR GÖRME, HOŞ GÖR" mü demeliyiz!..
Takdir senin sevgili okur...
Sürç-i lisan ettiysek HOŞGÖR…
.
Mustafa Gülbay, dikGAZETE.com