Modern sömürgeciliğin altında yatan ana ve tek sebep enerji kaynaklarıdır.
Bunlar petrol ve diğer yer altı madenleridir.
Gelişmiş ülkeler, vatandaşlarına daha müreffeh bir hayat sunmak için kanun tanımaz davranışlarıyla başka ülkelerin ellerinde bulunan yeraltı zenginliklerini gasp etmek için her türlü silahlarını kullanmaktadırlar.
Bugün, petrol savaşları ve bunların sonuçlarına dünya olarak şahitlik ediyoruz.
Global ve yerel basını ellerinde tutan güçler, yine psikolojik harp taktiklerini kullanmak suretiyle sözde demokrasi ve özgürlük adına ülkelerin üzerlerine kara bulut gibi çökmektedirler.
Çıkardıkları zenginlikleri borularla, gemilerle ve çeşitli yollarla kendi ülkelerine taşımaktadırlar.
Bu yazıda, zenginliğimiz olan ancak farkında olmadığımız jeotermal kaynaklardan ve onlardan kimlerin nasıl istifade ettiği hakkında, yetkililerin düşünmelerini sağlayacak cümleler sarf edeceğim.
Günümüzde petrol, hayatımızın her alanında kullandığımız bir kaynaktır.
Bu ürün, günlük yaşantımızın her alanında kullanılmaktadır; motorlu vasıtalardan, evimizde kullandığımız diğer malzemelere kadar.
Ancak, jeotermal kaynaklar en çok da insan bedenine hitap eden bir kaynaktır.
Jeotermal zenginlikler, fay hatlarının olduğu coğrafyalarda kendini gösterir.
Peki, nasıl oluşur bu kaynak?
Yağan yağmur ve eriyen kar suları, toprağın içinden, fay kırıklarından geçerek yerkürenin ‘Magma’ tabakasına kadar inmesini müteakip, oluşan basınçla yeryüzüne yönelir ve yeryüzüne yakın bir yerde rezerv oluşturur.
Yapılan sondajlar ile bu suya ulaşılır ve yeryüzüne çıkması sağlanarak insanlığın hizmetine sunulur.
Rezerv alanına kadar gelen ve magma tabakasının sıcaklığının etkisiyle mevcut su, içinden geçtiği toprak, kaya ve madenlerin çözülebilir olan mineral ve maden eriyiklerini de beraberinde muhafaza eder.
Petrol, kullandığımız araç ve gereçler için kullanılırken, jeotermal sular ise öncelikle insan bedeni için kullanılır. “Önce can” diyorsak, “önce jeotermal” dememiz gerekiyor.
Başka bir deyişle, benim ülkemin jeotermal kaynakları, dünyanın petrolünden daha kıymetlidir.
Jeotermal kaynakların çok çeşitli kullanım alanları vardır ve bilinmektedir. Ancak bunları ne kadar etkili kullanmaktayız.
Enerjiden kozmetiğe, sağlıktan ısınmaya kadar çok geniş bir yelpazesi bulunan bu kaynaklar, kimler tarafından yönlendirilmektedir.
Bilinçli miyiz, yoksa bilimden uzak bir halde mi kullanıyoruz.
Yukarıda bahsettiğim gibi çok geniş bir kullanım yeri olan termal su alanlarının, “devre mülk” konseptinde insanlara sunuş şekli üzerinde duracağım.
Jeotermal suların sağlığa olan katkıları anlatılarak, yıllık 7, 10 ya da 15 günlük kullanım hakkı olan tesisler yapılmakta ve insanlara satılmaktadır. Bu işi organize edenler ise tesis bittiği zaman sadece o tesisin sosyal tesislerini kullanacaklarını söylemektedirler.
Toplanan paraların yerinde kullanılmaması sonucu, devremülk tesisleri, zamanında hak sahiplerine teslim edilememekte ve mağduriyet oluşmaktadır.
Bu tür tesislerden yer almak için insanlar, ülkenin bir ucundan öbür ucuna kadar taşınmakta ve yolculuk boyunca da insanların duyması gereken sözler sarf edilerek satışlar gerçekleşmektedir.
Bu şekilde başarılı olmuş tesislerin yüzdesi çok düşüktür.
Ödemesini yapmış ancak tapusunu alamamış, vaat edilen süre geçmesine rağmen bitirilememiş tesisler, bu ülkenin bir kamburudur.
Bu şartlar altında mağdur olan insanların bilgileri bir başka organizasyon tarafından çalınmakta, kişiler aranmakta, farklı ve cazip teklifler karşılığı mağdur olmuş bu insanlara ikinci bir mağduriyet daha yaşatılmaktadır.
“Su ve sağlık” diyoruz.
Petrolden daha kıymetli olan bu doğal kaynağın, işlem gördüğü bu tesislerden sorumlu bir genel müdürlük yok.
Bu tür bir tesisin muhataplığı üç-dört bakanlıktır. “Çatal kazık toprağa girmez” diye bir tabirimiz vardır.
Köydeki hayvanını, arazisini satıp, “sağlığımı ve yaşama kalitemi daha yüksek seviyeye çıkaracağım” diye buralardan yer alan/almayı bekleyen vatandaşlar, dolandırıcıların eline düşmektedir.
Aslında bu tesisler çok güzel bir alt yapıya sahiptir.
Korkum şudur ki, insanlar mağdur edilip, yok fiyatına birileri tarafından satın alınmasını müteakip, yabancı ülkelerin taşeron şirketlerine teslim edilmesidir.
Korkum odur ki, çok kısa bir süre içerisinde bu tür tesislere bu ülke vatandaşlarının giremeyecek olmasıdır.
Bu tür jeotermal sular, cilt hastalıklarından kalp damar hastalıklarına kadar sayılamayacak kadar hastalık tedavisinde kullanılabilmektedir.
Termal tesislerimiz ağlamasın!
Termal tesislerimiz, birilerinin satranç taşı olmasın.
Termal tesislerimiz, birilerinin avuçlarını ovuşturmasına imkân vermesin.
Kırkaltı ilimizde üç binden fazla termal kaynağın olduğu bu ülke, bir “Jeotermal Kaynaklar Bakanlığı”nı hak etmiyor mu?
Böyle bir zenginliğin olduğu ülkemizde bu tür tesislerle müşterek çalışma yapabilecek, müspet ilim ile bu kaynakları buluşturup bilimsel verileri yayınlayabilecek bir üniversitemiz yok mu?
Bazı termal tesislerimizin yabancı ülkeler tarafından işletilmesinin uykumuzu kaçırması gerekmiyor mu?
Tesislerimizin, modern bir hale getirilmesinin, bilimsel çalışmalarla taçlandırılmasının ve bunların tanıtımının dünya çapında yapılmasının zamanı gelmedi mi?
Unutulmamalıdır ki ülkemizde bulunan jeotermal kaynaklar Avrupa’da birinci sırada olup, dünyada ise ilk yedi ülke arasında yer almaktadır.
Bu tesisler ile ilgili verilmiş/verilecek ruhsatlanma işlemlerinin tekrar gözden geçirilmesi, hataların üzerine radikal bir şekilde gidilmesi gerekmektedir.
Bu tür tesislerde çalışacak olan yönetici ve yardımcı personel, konuları ile ilgili eğitimli/sertifikalı olmalıdır. Bunun için de üniversite eğitimi şart olmalı. Yoksa “patronun tanıdığı” olmak yeterli olmamalıdır!
Ezcümle; ülkemizin en büyük zenginliklerinden olan jeotermal kaynaklar başıboş bırakılacak, sahipsiz bırakılacak değerler değildir. Aksi takdirde, bize ait olan bu tesislere pasaportumuzla bile giremeyiz.
Jeotermal tesislerimiz ağlamasın!
Şu anda ağlayan bu tesislerimizin akan gözyaşlarını silebilecek bir “Devlet Büyüğü”ne ihtiyaç vardır.
Bu akan gözyaşlarını silecek ekibin içinde olmak istediğim de bilinmelidir.
İnsanlığımızı kullanarak kendilerine rant kapısı açmaya çalışanların üzerine gitmek devletimizin asli görevi olmalıdır.
Tesisin mahiyeti ne olursa olsun, hangi patronun olursa olsun, her yönetimin işletme standartları, mali analiz gibi konuları da devletimiz takip etmelidir.
Hiç kimsenin bu ülke insanının değer yargılarıyla, ülkenin zenginlikleriyle oynamaya hakkı olmamalıdır.
İşletme sahipleri “ne yapacaklarını değil, ne yapmayacaklarını” iyi bilmelidirler.
Sağlık turizmi satırlarda kalmasın.
Yerin birkaç yüz metre altında uyuyan zenginliğimizi düzgün bir şekilde, bilimin ışığında biz kullanalım biz.
Olmaz mı?
Düşünebilmek güzeldir.
.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com
Ali COŞAR 4 yıl önce
Mustafa 4 yıl önce