İran bölgede kendi “milli” politikalarını -İsrail’den sonra- en iyi uygulayan devlettir.
Irak’ın işgaline, kendine yakın bir iktidar gelmesi için göz yummuş, işgal sonrası ise Şii direnişi örgütleyerek, ABD’yi kovmaya çalışmıştır.
Yaygın dezenformasyona rağmen Afganistan’ın işgalinde İran rolü düşüktür.
Sovyet - Afgan savaşında, İran etkisindeki Şii aşiretler ABD ile hareket ederek kendi sonlarını hazırlamıştır, artık siyasi etkileri düşüktür.
İran, Ortadoğu’daki çatışma halini ne kadar kendi lehine kullansa da, “İran yayılmacılığı” olgusu, güçlü bir algı operasyonudur.
Zira bölgeyi karıştıran terör, İsrail aklı, Suud - Katar sermayesi ve bu sermayenin yarattığı insan kaynağıyla yürüyor.
Bölgede mezhep savaşlarının yaşanması, çok uzun vadeli bir proje olsa da 2006 sonrası hızlandırıldı.
Küresel Çete, Suud eliyle bölgeyi karıştırıyor, mezhep çatışmalarını başlatıyor, İran da böylece kendine hareket alanı buluyor.
Küresel Çete, mezhep savaşının derinleşmesi amacıyla bir yandan terörü beslerken, diğer yandan İran’ın bu hamlelerine seyirci kalıyor.
Yani İran devleti, bu noktada kısa ve orta vadede akıllıca / milli adımlar atarken, uzun vadede daha derin bir bataklığa ilerliyor.
Bu bataklığı kurutabilirler mi, yoksa tam da Küresel Çete’nin istediği gibi bataklığa sivrisinek mi olurlar, bunu zaman gösterecek..
Eklemeyi unutmuşum 2006, İsrail’in hezimetiyle sonuçlanan İsrail - Hizbullah savaşının yılıdır.
Bu yenilgi, İsrail saldırganlığını frenlemiştir.
Ancak bugün -mücahidler(!) sağolsun- Suriye’de mezhep savaşı olurken İsrail, dilediği yere saldırabilmekte ve işgalini genişletmektedir.
“Türkiye bu süreçte ne yaptı, nasıl politikalar izledi?” sorusu üzerine herkesin kafa yormasını rica ediyorum.
.
Sözlük Emeklisi, dikGAZETE.com