İnsanlaşmanın temel dinamiğini oluşturan “Güdüleri kontrol kabiliyeti” ve buradan hareketle direnç kazanan “İrade Kuvveti”, “Haz ve Lezzet" gibi temel faktörler ile etkileşim içinde çalışmaktadır.
“Haz ve lezzet” olguları, yeme-içme ve üreme/çiftleşme etkinliklerinin birer fonksiyonu olarak, bu etkinliklerin düzenli/devamlı gerçekleşmesini sağlayan bir nevi tatlandırıcı/katalizör görevini ifa etmektedirler.
Dolayısıyla “haz ve lezzetler” doğanın tasarımı gereği, “Beslenme ve Üreme” etkinliklerindeki “amaç” değil araçlardır.
Biyolojik faaliyetlerin devamı için tasarlanan bu araçların “amaç” haline gelmesi, “İnsanlaşma süreci”ni durduran temel etkendir.
Yeme-içme faliyetlerinde amaç “Beslenme”dir; bu esnada kişinin lezzet alması veya lezzet alacağı şeylere yönelmesi gayet doğal olmakla birlikte, bir süre sonra sırf o lezzeti daha fazla “tadmak” adına “Beslenme”ye başlaması, “lezzeti/aracı” amaç haline getirmiştir.
Bu tarz bir kişinin, bedeni ile birlikte içgüdüleri de şişmanlamaya başlayacak ve iradesi zayıflayacaktır.
Aynı şekilde çiftleşme/cinsellik faliyetlerinde amaç, üremek veya ihtiyaç giderme/Def'i hacet nisbetinde biyolojik/bedensel bir aktivitedir; bu esnada buradan alınan “haz” özelikle de “bedensel boşalım hazzı”, bu aktivitenin gerçekleştirilebilmesini “teşvik edici” bir araç olarak tasarlanmıştır.
Bedeni boşalım hazzını amaç haline getirmek, yani bu faliyetin “gereklilik halleri” dışında, sırf daha çok haz için buna yönelmek, zamanla kişinin akıl/beden/ruh sağlığına olumsuz yansıyacaktır.
Burada düşülen bir diğer ciddi hata, “bedeni boşalım hazzı”na farklı anlamlar yükleyerek “Sevgi'yle karışık haz” beklentisine yönelmek yani bir “psikolojik tatmin” sağlamaya çalışmak, büyük bir yanılgıdır.
Sevgi titreşimini bu faliyetin hazzına indirgemek, gerçek sevgi hissiyatını köreltecektir.
Birbirini çok seven hatta aşk boyutunda hisleri olan çiftlerin, zamanla birbirlerine itici gelmelerinde, bu yanılgı önemli rol oynamaktadır.
Ayrıca bu “hatalı kodlanmış hazcılık”, kişiyi bir takım sapkın eğilimlere yöneltebilir.
Sevgi titreşimini/enerjisini bozguna uğratan bu durum fark edilemeyince, gerçek sevgi hissiyatı tükenmeye başlayacaktır.
Zira “sevgi titreşimini/enerjisini” farkeden biri, “biyolojik/bedeni” faliyetleri, amacına uygun olarak gerçekleştirdiği için, sevgi/aşk hissiyatını birlikte olduğu kişiyle en yüksek derecede yaşayabilmektedir.
Özelikle 40 yaş sınırına gelip, belirli bir doyum/doygunluğa ulaşmış kişilerin, bu konuda hassasiyet göstermeleri ve bu dinamik faktörleri anlamaları büyük önem taşımaktadır; çünkü bu olgunlaşan grubun topluma sağlıklı şekilde “akıl hocalığı” yapmaları gerekmektedir.
.
Cengiz Han Güven, dikGAZETE.com