“Kutü’l-Amare Zaferi neden unutturuldu?” diye başlık attığı yazısında, meseleye eski bir dergi kapağındaki manşetle dikkat çekerek başlayan Mustafa Armağan, “Majestelerinin Ordusu”nun nasıl “yüz karası” bir yenilgiyle karşılaştığını hatırlatırken, tarihten silinmek istenen o sayfaları gözler önüne getirdi, rakamları gösterdi ve İngilizlerin büyük yenilgisi karşısında daha sonra bizde, kimlerin nasıl bir oyuna dahil olduğunu da arada belirtmeden geçmedi.
İşte yazısı
:
2 . Dünya Savaşı'nın ardından İngiliz-Amerikan yörüngesine girdiğimiz 1945-46'lar Türkiye açısından keskin bir kırılma noktasıdır.
Elimde İngiltere'nin propaganda amacıyla bastırıp dağıttığı Cephe dergisinin Nisan 1946 tarihli kapağı…
Manşet: “Muavenet muhribi donanmaya katıldı.” İngiltere, 2. Dünya Savaşı'ndan önce sipariş ettiğimiz ve muhtemelen parasını da ödediğimiz muhriplerimizden birini kullanıp eskittikten sonra törenle teslim ediyordu!
Tıpkı ilk Dünya Savaşı'ndan önce sipariş verdiğimiz iki zırhlımıza el koyduğu gibi, gasp alışkanlığını devam ettirmiş ve yapımı bittiği halde muhriplerimizi teslim etmemiş, şimdi savaşı kazandıktan sonra teslim ediyordu.
1916 YILINDAN BERİ DEVAM EDEGELEN TÖREN, İNGİLİZ HAKİMİYETİ İLE...
Bu, Türkiye'nin İngiliz hâkimiyetine geçişinin töreni de sayılabilir.
Nitekim ardından İngilizcenin yaygınlaştırılmasının yanı sıra silahlı kuvvetlerimizde ABD ile ortak restorasyonu İngilteretarafından gerçekleşecekti.
İşte tam bu sıralarda ordumuzda 1916 yılından beri devamedegelen bir tören de sessiz sedasız kaldırılıyordu.
MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK İNÖNÜ TARAFINDAN EMEKLİYE SEVK EDİLDİ...
O tarihe kadar Türk ordusunda her yıl 'Kut Günü' kutlamaları yapılır, o gün İngiltere'yi, tarihinde uğradığı en utanç verici yenilgi olan Kûtü'l-Amâre zaferinde nasıl da yendiğimiz anlatılır, günün mana ve ehemmiyeti üzerinde heyecanla durulurdu.
Ancak devir değişmişti; artık İngilizleri kızdırmaya gelmezdi.
Nitekim bizi savaşa sokma çabalarına karşı 'Ben Mehmetçiği diri diri fırına attırmam' diye direnen Mareşal Fevzi Çakmak bile Londra'nın baskısıyla İnönü tarafından görevinden alınıp emekliye sevk edilmişti.
Yani işin şakası yoktu.
“KUT GÜNÜ”NÜN HATIRLANMASI ŞART…
İşte Kûtü'l-Amâre zaferi askeriye gibi dar bir çevrede bile olsa coşkuyla kutlanırken böyle böyle unutuldu ve zaferin 100. yılı(2016) eli kulağındayken hatırlanır oldu. (Yıllar sonra zafer ilk defa geçen yıl kutlandı.)
Velhasıl Türkiye gerçekten tarihiyle barışacaksa 'Kut Günü'nün hatırlanması şart.
"YAZDIRILAN TARİH”TE BEŞ KELİMELİK DEĞERİ OLMAYAN ZAFER!..
1931 yılında liseler için yazdırılan “Tarih” kitaplarının 3. cildinde Kûtü'l-Amâre zaferi üç satırda geçiştirilir, YÖK'ün tam 8 akademisyene yazdırdığı(!) “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi 1/1” (1989) adlı kitaptaysa ister inanın ister inanmayın beş (5) kelimelik değeri yoktur Kut zaferinin.
Neden?
Savaşı Mustafa Kemal Paşa veya çevresinden biri değil de, tarihten silinmek istenen Enver Paşa'nın amcası Halil (Kut) Paşa kazanmıştır da ondan.
“Tarih III” (1931) adlı kitapta da zaten “…3000 silahlı Türk, 12000 kişilik bir İngiliz kuvvetini esir aldı” denilmekte, zaferin kahramanına karşı görülmemiş bir kelime cimriliği yapılmaktadır. (Aynı kitapta Kazım Karabekir Kars'ı aldığında “Mehmetçik aldı” denilmesi kuraldı, İnönü ise kazanmadığı savaşın “dâhi kahramanı” ilan edilmekteydi.)
1945’E KADAR İYİY KÖTÜ KUTLANMIŞ AMA SONRA...
Özetle Kûtü'l-Amâre zaferi öksüz girdiği Cumhuriyet döneminde 1945'e kadar iyi kötü kutlanmış ama sonradan İngilizlerle iyi ilişkiler uğruna unutulmuşlar mezarlığındaki kahramanlıklarımızın arasına defnedilmiştir.
Neden unutuldu?
“MAJESTELERİNİN ORDUSU”NUN EN BÜYÜK “YÜZ KARASI”...
29 Nisan 1916 günü Kûtü'l-Amâre'ye sıkışmış bulunan General Townshend komutasındaki 13 bin kişilik İngiliz tümeni 143 günlük bir kuşatmadan sonra Osmanlı kuvvetlerine kayıtsız ve şartsız teslim oluyordu.
Bu, Majestelerinin ordusunun o zamana kadar uğramış olduğu en büyük “yüz karası”ydı.
SIKIŞTIRILAN İNGİLZLER AÇLIKTAN ATLARINI KESİP YEMEYE BAŞLAMIŞTI AMA…
General Townshend, tıpkı iki asır önce Deli Petro'nun Baltacı Mehmed Paşa tarafından Prut nehri bataklığına sıkıştırıldığı gibi Dicle nehrinin üç tarafı suyla çevrili bir kıstağına sıkıştırılmıştı, üstelik önünde kademe kademe sıralanan İngiliz ve Osmanlı siperleri çıkış (huruç) yapmayı imkânsızlaştırmıştı.
Açlıktan günde 8 İngiliz, 28 Hindu askeri ölüyordu.
Gıda yardımı getiren uçaklar ise çuvalları İngiliz siperlerine atıyor ama Dicle nehrindeki balıklar güzel bir ziyafet çekiyorlardı.
Açlıktan atlarını kesip yemeye başlamıştı İngilizler.
Ancak Hindli askerlerini at eti yemeye bir türlü razı edemiyorlardı.
Bir kısmı Müslüman, diğerleri Sih vs. mezhebindeydiler.
“Bu hayvanların etini yemektense ölürüz” diyorlardı.
Bunun üzerine Townshend radyo aracılığıyla o askerlerin Hindistan'daki dinî reisleriyle görüştü.
At etinin “kuşatma eti” olarak yenilebileceğine dair fetva istedi.
Güç bela geldi fetva ama yine de isteksiz yiyorlar, bu yüzden patır patır yere düşerek ölüyorlardı.
İki tümen yardımınıza geliyor deniliyordu ama Mehmetçik önünde bir türlü ilerleyemiyorlardı.
Ümitler tükenmiş, erzak tükenmiş, takat tükenmişti.
Nöbet değiştirirken bile düşüp ölenlere rastlanıyordu.
AĞIR KAYIPLAR SONUNDA…
Öte yandan Türklerin de kuşatmayı kaldırmaya niyetleri hiç mi hiç yoktu.
Zayiatları ağırdı.
30 bin asker savaş dışı kalmıştı.
Elinde kala kala 13 bin aç askeri kalmıştı General’in.
Hastalıklar almış yürümüştü.
Sonunda teslim olmaya karar verdi.
İlginçtir, Townshend, Mezopotamya Seferim adlı hatıratında kendisini Plevne'deki Gazi Osman Paşa ile kıyaslıyordu.
26 Nisan günü Halil Paşa ile buluştu.
Yedekte tek bir peksimet yoktu diye yazdı defterine.
Kayıtsız şartsız teslim olmalarında ısrar ediyordu Halil Paşa.
Hatıratında açıklamaktan utandığı teslim şartlarında neler olduğunu iki gün sonra yazdığı bir mektupta şöyle dile getirmişti:
40 topumu sağlam olarak Osmanlı'ya teslim etmek ve ordusuyla birlikte serbest bırakılması karşılığında tam 1 milyon sterlin ödemek…
Tabii ki bu zaferi satma teklifi Osmanlı tarafında kabul görmeyecekti.
İngilizler bu onursuzluğu yaşamamak için çırpınıyorlardı ama nafile.
Neden unutturuldu?
Nihayet 29 Nisan günü “toplarımı ve telsiz teçhizatım dahil mühimmat vs. bütün tesisatımı tahrip ettim” diyor ve şöyle devam ediyordu kariyerine kahraman olarak başlayan ama Kûtü'l-Amâre yenilgisi yüzünden unutulup giden General Townshend:
“Halil Paşa beni ziyaret etti, ona kılıcımla tabancalarımı teslim ettim. Almayı reddetti, “Bunlar şimdiye kadar sizindi, bundan sonra da öyle olacak” dedi (Mezopotamya Seferim, 2012, s. 596).
KÖPEĞİ BİLE KENDİSİNE ULAŞTIRILDI…
Teslim olmuştu General.
Şerefli bir misafir gibi önce Heybeliada, sonra Büyükada'da ağırlandı.
Hatta yanındaki köpeğini cephede unutmuştu.
İstedi, köpeği özel bir kurye ile kendisine ulaştırıldı.
Esir askerleri ise çölde uzun ve çetin bir yolculuğa çıkacaklardı.
ESİR ALINAN İNGİLİZLERİN LİSTESİ...
Aldığımız esirlerin tam listesi şöyle:
5 General,
272 İngiliz, 204 Hind subayı (toplam 476 subay),
2592 İngiliz, 6988 Hind vs. er (toplam 9580 er),
silahsız 3248 kişi,
ceman yekûn 13.309 esir (bunların 1306'sı hasta ve yaralıydı).
İNGİLİZLER, SAVAŞIN ORTASINDA ARMUT GİBİ TESLİM OLDULAR...
Yenilginin üzeri örtülecek gibi değildi.
İngilizler savaşın ortasında utanç verici bir şekilde armut gibi teslim olmuşlardı Türklere.
Yoksa Çanakkale'nin artçı depremleri mi geliyor?
Paniğinin Savaş Bakanlığı'nın bacasını nasıl sarmış olduğunu tahmin edebilirsiniz.
İNGİLİZLER UNUTMADI, BİZDE UNUTULDU - UNUTTURULDU...
Nitekim Londra'da bir soruşturma komisyonu kurulacak, yenilginin sorumlusu araştırılacaktı.
Tarihlerindeki en utandırıcı sahneyi yaşayan İngilizler ertesi yıl Bağdat'ı almalarına rağmen bu uğursuz günü unutmadılar ve hakkında onlarca kitap yazdılar (Bizde kaç kitap olduğunu merak eden var mıdır?). Unutmadılar ama unutturdular!
Şimdi anladınız değil mi İngilizlerin askeriyede 1945'e kadar kutlanmakta olan 'Kut Günü'nü neden yasaklattıklarını.
Mustafa Armağan, Yeni Şafak - 30 Nisan 2017, Pazar-
:
Yazıda, -kolay okutma amaçlı- siyahlaştırma ve paragraf açmalar ile ara başlıklar bize aittir.
dikGAZETE.com
:
İlgili bir haber: