Yine ezberlerimizi bozmak zorundayız... Umumi bir kanaat vardır, herkes ihracatın fayda ve faziletlerinden bahseder... Bu fikrin hep doğru olduğunu düşünürüz... Çünkü üretmeden ve satmadan ülkemizin ilerleyemeyeceğini varsayarız...
Sene 1986... İstanbul/Fatih’te meşhur Çarşamba Pazarı’ndayız. Pazarda gezerken gözüme bir portakal kasası ilişmişti... Kasanın içindeki portakallar hep aynı boydaydı; bu diri ve canlı portakallara imrenerek elimi attım, ağırlığından sulu olduğu belliydi...
İlk defa pazarlarda bu kalitede portakal gördüğüm için fiyatını sordum; fiyatı da çok ucuzdu...
Birkaç kilo portakal aldım ve parayı öderken merakımı gidermek için sordum:
- Pazarda ben şimdiye kadar böyle kaliteli bir portakal görmemiştim, bu nasıl oldu?
- Abi, Çernobil patladı ya!..
- Tamam da Çernobil’le portakal, ne alaka!..
- Anlamadın, abi... Patlamadan sonra Avrupa’ya ihracat durdu, portakallarımızı almıyorlar. Ondan dolayı pazara düştü...
Neyse, benim jeton da nihayet düştü...
Kendi kendime “Hale bak, ucuz ve kaliteli portakal yememiz için bir nükleer santralın patlaması gerekiyormuş” dedim...
Radyasyonun Türkler’e tesir etmediğini o zamanın kahraman üst düzey yöneticilerimizden biri söylediği için biz portakalları afiyetle yedik...
Zararını bilmeden bir sürü gıdayı -çay dâhil- o yıllarda yerli halkımız afiyetle tüketmişti. Uzman idarecilerimiz, Türkler’e radyasyonun dokunmadığı söyleyip, bize gaz veriyorlardı. (!)
Çernobil reaktör kazası, 26 Nisan 1986 tarihinde Sovyetler Birliği'ne bağlı Ukrayna Nükleer Santrali'nde gerçekleşen kazadır...
Konumuz bu kazadan dolayı, ihracatın durmasıyla ilgili...
Dünyada olan her türlü olay veya ambargo, devletin bütçesine zarar veriyor. Buradan hareketle, bütçe zarar görürken, halk da ucuz, kaliteli bir o kadar da zararlı sebze ve meyvelere kavuşuyor.
Demek oluyor ki ülkenin en kaliteli mallarını ihracat politikasıyla dışarı gönderiyoruz, geride kalan kalitesiz malları da yerli halka yediriyoruz...
Tabii ki geride malın az kalması sebebiyle fiyatlar da yüksek oluyor...
İhracata bu açıdan bakıldığında, halka faydasından çok, zararı oluyor ya da şöyle bir soru soralım:
İhracatın devlete olan faydası, halka yansıyor mu?
Bu yazımızda bu devlet politikasını masaya yatıracağız.
İSPANYA, TURİSTLERİ KOVUYOR
Dünyanın en çok turist alan ülkesi İspanya.
Yıllık ortalama 80 milyon turiste ev sahipliği yapıyor...
İspanyollar artık, turistlerin gelmesini istemiyor.
İspanya, bir 'turizm cenneti', ancak yüksek fiyatlar ve turistlere yönelik olumsuz politikasıyla İspanya, artık kendisini ziyaret etmek isteyen turistlere zorluklar çıkartıyor.
Geçtiğimiz yıllarda turist karşıtı eylemler yapan İspanyollar ve Katalanlar, turistlere yönelik kötü uygulamalar ile adeta onlara "evlerinize dönün" mesajını açık olarak veriyorlar.
Ülkenin her yanında “Turistleri istemiyoruz... Kitle turizmi ve konut spekülasyonu dursun” adlı pankartlar asıyorlar...
Demek oluyor ki turizm gelirlerinin ülkeye sağladığı fayda topluma katkı sağlamak yerine, fiyatların artmasına, mal ve hizmetin de yetersizliğine yol açmış...
Yani, devlete döviz olarak faydası olmuş, topluma ise zararı...
TÜRKİYE’DE TURİZMİN HALKA FAYDASI VAR MI?
Bakanlığın Eylül 2019 istatistiklerinde, Türkiye, yılın 9 aylık bölümünde toplam 41,6 milyon ziyaretçiyi ağırladı, 26,63 milyar dolar turizm geliri elde etti...
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Türkiye, turizmde 2023 yılı için revize edilen 75 milyon turist, 65 milyar dolar turizm geliri hedeflerine hızla yaklaşıyor...
Anlaşılan İspanya’yı da sollamaya kararlıyız...
Türkiye’de şu sıralarda bina sahipleri, Araplara veya başka yabancılara binalarını satma yarışında...
Kiraya verirken de aynı politika uygulanıyor...
Böylece ev fiyatları yükseliyor, sıkıntısını bizler yaşıyoruz...
Tatil yerlerinde de aynı şekilde fiyatlar artıyor ve de tatil yörelerinde yer bulmakta da güçlük çekiyoruz...
İspanya gibi yakında “Go home” pankartları açma ihtimalinizi şimdilik saklı tutuyoruz.
Hastanelere gelince, yabancılar yüzünden sıra almakta zorluklar yaşıyoruz…
Türkiye’de yapılan konutlar, hastaneler, oteller, tatil yöreleri pahalanıyor... Talep artışından dolayı yoğunlaşan ve fiyatları artan bu mekânlardan halk yeterince istifade edememektedir...
Devlet ve özel kurumların hizmet ve mal üretimlerinin bir kısmı yabancılara gidiyor...
Yollar, kanalizasyonlar, su, elektrik, doğal gazın bir kısmı da dışarıdan gelen yabancılara tahsis ediliyor.
Kapasitenin azalmasından dolayı bize de bu önemli unsurların zamlı olarak yansıması, pek de sürpriz olmuyor...
Diğer taraftan, özel hastanelerin fiyatları tavan yapmış vaziyette...
SSK’nın özel hastanelerle anlaşmasının bile eski önemi neredeyse kalmadı... Çünkü özel hastaneler artık yüzümüze bakmıyor...
Yabancı hastalardan yüksek paralar aldıkları için bizlerin onların nezdinde bir itibarı da yok...
Özel hastaneler, bizleri para ağacı olarak görüyor...
Ne yazık ki paranız yoksa hizmetten alacağınız pay da o oranda azalır... Global materyalizm böyle bir şey işte...
DEVLETLERİN EKONOMİK PROBLEMLERİ VE TOPLUMUN BEKLENTİLERİ FARKLI
Devlete faydası olan ihracat ve turizmin millete faydası nedir?..
Efendim, devlet güçlenirse bütçemiz büyür ve bu paralarla milletimize hizmet daha fazla yapılır...
Görünürde doğru bir yaklaşım da pratikte öyle mi?..
Eğer faydalı olacaksa, bu çile niçin çekilmesin; biz de dişimizi sıkarız, fedakârlık yaparız...
İşte bu noktada, “devlet mi millet mi” sorusu akla geliyor; iş yine değişiyor…
Devletin güçlenmesi ya da milletin güçlenmesi ya da her ikisinin birden güçlenmesinin ne anlama geldiğini tahlil etmek lazım.
Bazı devletler teknolojik ve askeri yönden güçlüdür, Çin veya Rusya gibi... Ancak bu devletlerin kişi başına milli geliri Türkiye ile başa baş gidiyor...
Uluslararası Para Fonu 2018 verilerine göre, fert başına milli gelir; Rusya: 11.327 dolar, Çin: 9.608, Türkiye ise 9.346 dolar...
Bu milli gelirler, istenenin altında olmasına rağmen devlet gücüyle de eş değerde değil...
Bu noktada şöyle bir soru aklımıza takılıyor: Devletin güçlenmesi, millete yansıyor mu?..
Bu konu bizce en önemlisi...
Rusya’yı ele alalım: Uzaya ve aya gidecek ileri bir teknolojiye sahip... Uzayda uyduları, karada nükleer gücü ve balistik füzeleri var... Ama bu teknoloji bile halka yansımamış durumda; bütün yatırımlar, askeriyeye yönelik... Rusya’da halkın kullandığı arabalara bile bu elektronik teknolojiler yansımamış.
Rusya, dünyanın önemli büyük devletleri arasında hatırı sayılır bir güç ve büyüklükte olduğu halde, eğitimli birçok insanı ekonomik durumunu düzeltmek için çevre ülkelere dağılmış durumda...
Özellikle Karadeniz şehirlerinde ve İstanbul Laleli piyasasında (bavul Ticareti) Rusları bolca görebiliyoruz...
Üstelik bu ekonomik sıkıntı çekenlerinin bir kısmı da eğitimli, “beyaz yakalı” sayılabilecek insanlar...
Demek ki güçlü olmaktan çok, halkının sosyoekonomik durumunu düzeltmek daha önemli...
Şayet devletin gücü halka yansıtılamıyorsa aya gitsen ne yazar!..
Çin de aynı durumda...
Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, dünyadaki gelir dağılımı eşitsizliğinin artmaya devam ettiğini açıklıyor.
Son bir yılda oluşan küresel servetin yüzde 82’sinin dünya nüfusunun sadece yüzde 1’lik kısmını oluşturan zenginlere gittiği tespit edilmiş.
En alt gelir seviyesindeki 3,7 milyar insan ise yıllık küresel servet artışından hiçbir şekilde yararlanamıyor.
Bu noktada Globalizmin refüze edilmesi meselesinin tekrar düşünülmesi gerekiyor.
TÜRKİYE, DEVLET, MİLLET VE GLOBALİZM
Globalizm, ürünlerin, fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin alış verişinden doğan bir uluslararası bütünleşme sürecidir.
Dünyanın birleşik hale gelmesi, tekdüze dinamikler ile oluşan bir süreç değildir.
Çünkü küreselleşme, ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutlu bir süreçtir "Globalizm" ya da küreselleşmeye -ülkemiz için- karşılıklı bağımlılık içinde evrenselleşme hareketidir denilebilir mi?
Türkiye’nin güçlü bir imparatorluktan, zayıf bir ulus devlete geçmesi tarihi bir hataydı...
Ulusal devlet olarak, globalizmi tercih etmesi de o kadar büyük hatadır. Çünkü globalleşme, ulus devletin amaçlarına aykırı gelişen organize bir harekettir...
Globalizm organizasyonu, her ne kadar devletlerin karşılıklı imkânların ortaya konması gibi görülse de güçlü firmaların ya da devletlerin güçsüzleri daha fazla sömüreceği bir ortamı da oluşturmaktadır.
Bu, pratik bir gerçek...
Çünkü yeterli gücü olmayan devletler, bu uygulamada ekonomisini, kültürünü ve siyasi yapısını koruyamaz...
Kısacası zayıf ulus devletler, bu dominant güce karşı kendi özelliklerini korumakta güçlük çekecektir.
Zayıf ulus devletler, globalleşmede bağımsızlıklarını kaybederken, emperyalist devletler, sömürü etkilerini daha çok artıracaklardır.
Küresel güçlere ve tekelci sermayelere kapı açıldığında, halkımız büyük firmaların zulmüne maruz kalmaktadır.
Mesela, ülkemizde “İnternet” gibi önemli bir iletişim unsuru, maalesef bir firmanın tekeline verilmiştir...
Ne yazık ki bu firma, dayatmalarla, kampanya ve fiyatlama hileleriyle insanlarımızı olması gerekenden daha fazla sömürmektedir...
Maliyetine göre hayli pahalı bu tekelci hizmetin sömürülerine hükumetler müdahale etmediği gibi, “serbest piyasa kuralları” bahane edilerek, vergi gelirlerini artırma çabasıyla bu materyalist uygulamalar destekleniyor.
Diğer taraftan, mobil telefon şirketleri de bir nevi kartel oluşturmuş durumda ve her türlü hileli kampanyaları yaparak, insanları kandırmaktadır.
Hatta sözleşmelerin müşteriye verilen kopyasında dahi yeterince bilgi bulunmamaktadır...
Oysa Evrensel Tüketici Hakları’nda, tüketicinin tam olarak bilgi edinme hakkı vardır...
Ülkemizde 6502 sayılı “Tüketicinin Korunması Hakkı” olan kanun, ayrıntılı olarak tüketici haklarını beyan etmektedir.
Tüketici Bilgi Edinme Hakkı: Tüketicinin mal ve hizmeti satın alırken, doğru karar verebilmesini sağlaması için tüketicinin gerekli bilgilere ulaşabilmesi ve zararlı, yanıltıcı reklamdan, etiketten, ambalajdan korunma hakkıdır...
Oysa bu firmaların sözleşmelerinde yeterli açıklama bir tarafa, fiyatları dahi hilelidir...
Bakın yanıltıcı reklam ve etiketleri açıkça yaptığı halde hiçbir yetkili müdahale etmemektedir...
TÜKETİCİYİ ALDATAN HİLELER
Yapılan aldatmacadan birkaç örnek verelim:
Reklamlarda, trenin ıssız dağlardan geçtiği sıra, ailesiyle görüşme imkânına kavuşan trenci amcayı ve ona gaz veren sempatik bir küçük kızı görüyoruz. Oysa bu operatörün telefon sinyali bizim evin arka odasında bile çekmiyor...
Bir telefon, baz istasyonu olmayan dağların arasında nasıl çekiyor?..
Basit bir zelzele olayında, telefonlarımız iki gün çalışmadı...
Bütün bu telefon operatörlerinin sınıfta kalmasına rağmen kendilerini hizmet açısından düzeltmediklerini ve de hâlâ fiyatlarla oynayarak, daha fazla müşterilerinin sömürmeleri için gayret ettiklerine şahit oluyoruz...
Bu nasıl bir kandırmaca (!).
Doğrusu millet şikâyet etmiyor diye bu kandırma ve yanıltmalara hiçbir yetkili müdahale etmiyor mu?
Millet zaten tüketici haklarını da bilmiyor veya sahip çıkmıyor diye ortalığı bu tür entrikacılara bırakmak doğru mu?
Büyük firmaların etiket ve fiyat kandırmacasına bakalım, bütün rakamlar müşteriyi yanıltmaya ve kandırmaya yönelik kuruş haneleri dokuzlarla doldurulmuş...
Limitsiz 8 Mbps: 74, 90 TL. Limitsiz 12 Mbps: 84, 90 TL. Görüldüğü gibi insanları kandırmaya yönelik özellikle kuruş hanesindeki 9’lu rakamları bütün büyük şirketlerin reklamların da görebilirsiniz...
Hatta büyük marketlerde bile bu müşteri aldatan yanıltıcı fiyat etiketlerini görmek mümkün...
Bu hileli etiketlere, 6502 sayılı Tüketici Hakları Kanunu’na göre hükümetin müdahale etmesi şarttır... Ayrıca internet ve telefon operatörlerinin kampanya aldatmacasına son verilerek, tavan fiyatlar da her sene belirlenebilir.
Dünya Bankası verilerine göre; 2013 yılında 12 bin 480 dolar olan kişi başına milli gelirimiz, sonraki her yıl düzenli bir şekilde düşerek; 2014’de 12 bin 112, 2015’de 11 bin 019, 2016’da 10 bin 883, 2017’de 10 bin 602, 2018’de ise 9 bin 632 dolar oldu.
SONUÇ:
Yukarıda daki rakamlarda, ülkemizde milli gelirin fert başına yükselmesi veya düşmesi gösterildi...
Hâlbuki önemli olan, milli gelirin herkese ne kadar faydası veya yansıması olmalıydı...
Yoksa, milli gelir artıkça halkın geneline değil, başka alanlara gidecektir…
Ülkemizde de pastadan devlet ve elit tabaka büyük pay alırken, toplumun geneli ihmal edilmektedir.
MİLLİ GELİR:
Ben emekli aylığı olarak açlık sınırının altında aylık alıyorum; yaklaşık 2.000 TL. Yani senelik yaklaşık 4.000 dolar ediyor... Oysa fert başına düşen milli gelir, 2019’da 9.693 dolar..
Kısacası bu gelirin yarısı bile bana yansımıyor...
Bu gidişle de zengin tabaka daha da zenginleşecek, dar gelirliler ise (enflasyondan) paranın satın alma değerinin düşmeye devam etmesinden dolayı daha da ezileceklerdir...
İHRACAT:
Benim ülkemin gıdalarını dışarıya satıp, bana geride kalan kalitesi düşük gıdaları pahalı yediriyorsa, ihracatın benim açımdan ne anlamı var?
TURİZM:
Turizm, yabancılara hizmet ederek, bana yapılan hizmeti daha pahalı seviyeye çekerek, beni ülkemin imkânlarından mahrum bırakıyorsa ne anlamı var!..
GLOBALİZM:
Görünen o ki ülkelerin tam bağımsızlığı mümkün değil, Küba bile sonunda bayrağını indirdi, çünkü gelişmeler bir yerde tıkanıyor...
Günümüzde ise devasa şirketler, devletlerden daha etkili olmaya başladı…
Bizler bu gerçeği saklı tutarak, ne kadar az bağımlı olursak o kadar şansımız artar...
Dış sermayeye yönelik teşviklerden kaçınmalı, dış sermayeye imkân hazırlayacak, dövize dayalı işlerin asgari seviyeye çekilmesi elzemdir...
Aksi takdirde, geçirdiğimiz ekonomik kriz ve ambargoların zulmünden kurtulmamız zor görünüyor...
Ya da bir an evvel “Doğal Dünya Düzeni”ni devreye sokmalıyız...
Bu köklü dönüşüm ise bu işi gerçekte bilen, vizyon sahibi uzman ve cesur insanların çoğalmasıyla mümkün olacaktır.
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com
Ömer Lütfü Çakırca 5 yıl önce