Gautama Buddha;
“Öfkeye sarılmak, birine atmak için kavradığımız sıcak bir kömür parçası gibidir; yanan aslında sizsinizdir.”
*
Benjamin Franklin;
“Öfke hiçbir zaman sebepsiz değildir. Ama iyi bir nedeni olanı nadirdir.”
*
İmam Gazali;
“Başkalarının size itaat etmeleri, sizin Allah’ın emirlerine itaat etmenizden daha önemli değildir”
*
Kimse annesinin karnında öfkelenmez ama öfke duygusunu tanımaya başlayabilir.
Ne yazık ki öyle!
İlk gençliğe kadar görüp hissettiklerimizle şekil almaya başlar bilinç.
“Bilinçlenme tam olarak ne zaman olur” işte bunun bir cevabı yok; çünkü bilinç, sizin yaşamınızdaki tekamülünüze bağlıdır.
Kimi, yaş aldığı halde tekamül sahibi olamayabilir.
Hissettiklerimizle baş edemediğimiz durumları yaşamak belki talih yahut felek.
Ancak onları farketmek, onları eğitmek tamamen bizim ne kadar yardım aldığımıza ne kadar şifalandığımıza ne kadar olmak istediğimize bağlı.
Siz, kontrol edemeyen bir varlıksanız, o güzel kafanızın içinde hangi dahiyane fikir olursa olsun erişemezsiniz.
Daha da vahimi kimse de size erişemez.
Uzmanlar, sevgi eksikliğinin açtığı sorunları tek tek yazmışlar…
Günlük gazetelere bakar gibi günlük olarak bunları okuyabilir, nefes egzersizleri yapabilir, bir yetimin başını gerçekten okşayabilir, kalbimizi genişletmek için uğraşabiliriz…
Kalbimizin genişlemesi, beynimizin büyümesinden kat be kat daha ehemmiyetli ve zordur.
Bu dünyaya geliş amacını bulmak için de bu böyledir, birlikte yürüdüğümüz insanları gün be gün bitirmemek içinde bu böyledir.
Peki ne yapabiliriz “ben böyleyim” derken, biri ağzımızın ortasına kürekle vurup “ben de böyleyim” diyene kadar…
Yani bizi altedecek başka bir güce yahut bir musibete düçar olmadan önce, hastalanmadan, hasta etmeden önce; “artık benden bi cacık olmaz” yahut “bu dünya bi nane etmez” demeden önce.
Kendi alanımızı bulmak zorundayız!..
Kalbimizin çarpması, acıkmamız, uykumuzun gelmesi gibi durumları nasıl biliyorsak…
Nerede korktuğumuzu, nerede alınganlık gösterdiğimizi, nerede güçsüzken güçlü olma ve kendini savunma haline girdiğimizi, bilincimizin bize attığı o çelmeleri, kafamıza yürüyen kanı, dur demeden önce durabilip duramadığımızı bilmeliyiz…
Bu, uğruna çaba sarfetmeden olabilemez..
Öz çekirdeği zarar görmüş, tedavi altında olan kişiler bile ki bilinçleri ilaçlar nedeniyle sislenmiş olabilir; zaman zaman hayatı sorgular, kişileri ve neyi istemediklerini…
Neleri istediğimizi düşündüğümüz kadar, neleri istemediğimizi düşünme, onlardan öğreneceğimiz önemli şeylerden biridir.
Kimi kişiler, bir ödül gibi hayatımıza dahil olurlar; onlar gerçekten bir lütuftur, zira şifalandırırlar bizleri.
Lakin sürekli aynı şeye maruz olmak, onların da ışığını azaltabilir; bunu farketmemek bile bir kişi için büyük kayıptır.
Terkedilenlere bakarsanız, üstüne yattıkları mevzularla yüzleşmeye mecbur olmamak için terk edilmeyi dahi göze alırlar.
Zira onlar, sandığımız kadar yardıma ihtiyaç duymuyorlar; yalnız da var olabiliyorlardır.
Ama sorsanız yaşama amaçları içinde hep birilerine hizmet etmişlerdir.
Kabul etmedikleri dünyada, sevmedikleri insanların içinde, tutunacak bir el, bir göz bulmak, bulunca da ömrünü vakfetmek gibi büyük gayeleri vardır.
Onlar yemezler, yedirirler; giymezler, giydirirler.
Sizi vicdani bir hapis içine alıp, haklılıklarını destekleyecek her türlü veriyi de hiç atlamadan toplarlar.
Ki mağdur ed-ile-bilsinler!..
Terk ed-ile-bilsinler!..
Sömür-ül-ebilsinler!..
Ve özür dileyebilsinler…
Enteresandır, sevgi nelere kadirdir.
Bunu, sevgiyi hor gören yahut elzem bulmayan kafaların daha bi çok yaşaması...
Çünkü anlayış beklemek ama anlama zorluğu yaşamak, izahat beklemek ama izah edememek, şefkat ummak ama şefkati sunamamak tam bu acizliğin ruhudur.
Ömrün akıp gitmesi, herkesi aynı oranda sarsmaz.
Burada iman devreye girer ve imanımız kadar ötelere inandığımızı görürüz.
Birileri öyle diye, böyle değildir; birilerine rağmen böyledir…
Sevgi, Allah’ın içinize koyduğu ama gün geçtikçe tükenen ve her an diri tutmak, akmasını sağlamak zorunda olduğumuz bir ırmaktır.
Ne yaşamış olursanız olun, bunu tutup çıkarmak hayattaki yegane başarıdır.
Alkışı hak eder, takdiri hak eder ve cenneti hak eder.
Güzel yaşamak, güzel anılmak, güzel gitmek için…
Güzele sevdalı olmak, hal ile dil ile his ile bunun duasında olmak gerekir.
Dilerim hastalıklarımızı fark eder, edemiyorsak fark edenlerin elinden tutar, tutamıyorsak kalbimizle direnmeye devam ederiz.
O ilk yaratıldığımız andaki sevgiye, bebek halimizdeki berraklığa, akışta olmanın verdiği huzura, imana aşık oluruz.
Bu, sadece inananlar için geçerli olan inanmayanların bir yerde tökezlediği, inananların sürekli sınandığı yegâne haldir.
Göğsünüzü, kalbinizi, içinizi genişletmek için büyük evlere, çok paraya ve her şeyin tıkırında olmasına gerek duymadan, sadece yaşadıklarımızdan çıkaracağımız derslerle ve olmamız gerekene bir adım daha atabilme inancıyla olur; sudan sebebler ve dünya telaşı içinde kendimizden uzağa düşmeyiz…
Yağmur duasından önce tekamül duasında olmamız, aşılanmadan önce huzur iksirini aramamız, yorulmayan tek organımız olan dilin ne menem güçleri olduğunu öğrenmemiz, asgari ücret ne olursa olsun, rızkımızın bize ulaşacağına inanmamız…
Çalışmamız, gayret etmemiz ve bulanmadan akmamız duasıyla…
Belki başa dönemeyiz
Ama her şey de geçer
Hırlamadan mırlamaya
Kaygıdan dinginliğe
Karmaşadan dengeye
Nefes ...
Son nefesimiz -miş- gibi
Sadece bir nefes...
Sevi ile.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com